Topyekûn savaşın hayaletleri yeniden aramızda dolaşmaya başladı. Artık savaş tehdidi, dünyada yükselen faşist partilerin retoriğinde önlenmesi gereken bir yıkım değil, kaçınılmaz bir gerçeklik. “Ülke savunmasına tehdit” algısının yaygınlaştırılması ise yayılmacı militarist politikaların üzerini örtmek için kullanışlı bir araca dönüştü. Egemen söylem, bu tehdide karşı hazırlıklı olma zorunluluğunu öne çıkarıyor. Bu hazırlık süreci de giderek artan silahlanma yarışını beraberinde getiriyor.
SIPRI’nin 2024 Dünya Silah Harcamaları Raporuna göre askeri harcamalar Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990 yılından sonra en yüksek seviyeye ulaştı. 2024 yılında NATO üyesi Avrupa ülkelerinin askeri harcaması 454 milyar dolarken, 32 üye ülkenin toplam harcaması ise 1 trilyon 506 milyar dolara çıktı. Bu rakamlar bir önceki yıla göre yüzde 8.9, 2015 yılına kıyasla yüzde 31 artışı ifade ediyor. Son olarak haziran ayında Lahey’de yapılan NATO zirvesinde üye devletler gayrisafi yurt içi hasılalarının (GSYİH) yüzde 5’ini ordular için harcama taahhüdü verdi. Buna göre Avrupalı devletlerin harcaması 1 trilyon dolara, toplam NATO harcaması ise 2.8 trilyon dolara yükselecek.
Türkiye’deyse “iç cephe” hamaseti üzerinden tüm toplumu savaş düzeni içinde hizaya çekerek dizginlerinden kurtulmuş bir rejim inşa etmeyi hedefleyen iktidar, iç çelişkilerini savunma parantezine alarak toplumsal tepkiyi soğurmaya çalışıyor. Bununla birlikte dünyada yükselen trendi izleyerek silahlanma yarışında konumunu güçlendirmek istiyor. Ortadoğu ve Kafkaslardaki emperyalist bölüşümde onun da çıkarları var!
Türkiye’nin 2024’te silaha yaptığı harcama 25 milyar dolarla yüzde 12’lik bir artış gösterdi. Savunma sanayii ihracatı ise 7 milyar 154 milyon dolara çıktı. Bu payın içinde 1,8 milyar dolarlık ihracata sahip olan Bayraktar, dünya SİHA pazarında ABD ve Çin’i geride bıraktı.
İsrail ordusu için son nesil savaş uçakları, elektronik, lojistik harp mühimmatı ve teknoloji üreten birçok şirketin yer aldığı IDEF 2025 Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı açılış konuşmasında Erdoğan şu ifadeleri kullanıyordu: “Hazır ol cenge, eğer istersen sulh-u salah. Yani, eğer barış, huzur, güvenlik, dirlik ve refah istiyorsan, caydırıcılığını en üst düzeyde tutmak zorundasın. Eğer kendi vatanında onurunla, şerefinle, başın dik, alnın ak yaşamak istiyorsan, savunma yeteneklerini güçlendirmek mecburiyetindesin.”
Fuar sırasında yaşanan bir diğer gelişme, Türkiye ve Birleşik Krallık arasında 40 adet Eurofighter savaş uçağı için imzalanan anlaşma oldu. Savaş uçakları Türkiye’ye toplam 5.5-6 milyar dolara mal olacak. Uzun süredir Türkiye’ye ambargo uygulayan Almanya’nın anlaşmaya yeşil ışık yakması ise soru işaretleri doğurdu.
Bunun sebeplerinden biri Avrupa’da yaşanan ekonomik daralma sorununa karşı askeri endüstrinin büyütülmesinin bir çare olacağına yönelik giderek zemin kazanan görüş. Bu yaklaşım silah endüstrisi ve ekonomik güçler arasındaki ortaklaşmaya yönelik işaretler barındırıyor ve bu tarihte ilk kez yaşanmıyor. Silahlanma yarışı ve küresel savaşın ne kadar güncel bir tehdit olduğuna dair cevap üretebilmek için geçmiş savaşların kökenlerine bakmak yararlı olabilir.
Birinci Dünya Savaşı öncesi uluslararası ortam ile bugün arasında bazı paralellikler bulunabileceğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim savaşı önceleyen çeyrek yüzyılda silah teknolojisi dikkate değer bir gelişme göstermişti. Silahlanmanın ortaya çıkaracağı tehlikenin idrakinde olmayan hükümetler büyük bir yarışa sürüklendiler. Savaştan önceki on yılda modern silahlara harcanan miktarlar kat be kat artış gösteriyordu. Ölüm teknolojisi ve endüstri arasındaki ilişki iç içe geçtikçe hükümetler ve askeri sanayi arasındaki ilişki de dönüşmüş, giderek siyasi bir gereklilik halini almıştı. Neticede ekonomik ve siyasi-askeri güçler özdeşleşerek gelecekteki felaketin motoru oldular.
Eric Hobsbawm İmparatorluk Çağı ’nda Avrupa’yı savaşa iten nedenin silahlanma yarışı değil devletleri buna yönlendiren uluslararası ortam olduğunu söyler (2017, ss. 326-353). Nitekim güç blokları arasındaki ihtilaflar çözülmesi giderek olanaksızlaşan antagonizmalara dönüşmüş, uçuruma sürüklenen uluslararası ilişkiler içinde savaş artık kaçınılmaz hale gelmişti. Nihayet 1914’e gelindiğinde taraflar arasındaki çıkar çatışmaları, ölümcül silahlarla donatılmış askeri güçleri serbest bırakarak silahları “caydırıcı” olmaktan çıkarıp “yıkıcı” hale getirdi.
Bugünün kızışan uluslararası rekabet ortamında ABD ve Batı hegemonyasının karşısına küresel pazarda genişleyen potansiyeliyle alternatif olarak çıkan Çin ve onunla ittifak halinde olan Rusya arasındaki antagonizmanın ortaya çıkardığı paylaşım savaşları giderek genişliyor. Bu antagonizma taviz verilemez noktaya geldiğinde en yeni teknolojiyle donatılmış askeri güçlerin bir kez daha dizginlerinden boşanması hiç de zor olmayacaktır.