Bir toplumun en büyük sınavı, en savunmasızına, en korunmasızına nasıl davrandığıyla ölçülür. Çocuklara, engelli bireylere, yaşlılara… Biz onların yaşam hakkını, güvenliğini, onurunu koruyabiliyor muyuz? Yoksa gözlerimizin önünde yaşanan şiddeti “olağan” sayarak üstünü mü örtüyoruz?
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya yansıyan bir haber, bu sorunun yanıtını tokat gibi yüzümüze çarptı. Ankara’da, Down sendromlu bir çocuk öğretmeni tarafından darp edildi. Olay kameralarla sabit, raporlarla belgeli. Ama bu rezaletin en çarpıcı kısmı, şiddet faili öğretmenin ceza almasına rağmen ödüllendirilerek başka bir ilçede “özel eğitim hizmetleri bölüm başkanı” yapılması.
Çocuk şiddet gördü, rapor Aldı, fail yine de “yükseldi”
Ankara Kahramankazan Özel Eğitim Uygulama Okulu’nda eğitim gören 16 yaşındaki Berat, eve vücudu morluklarla geldiğinde annesi gerçeği hemen fark etti. Çocuğun öğretmeni, arkadaşlarıyla kavga ettiğini söyledi. Anne ikna olmadı. Kamera kayıtları açıldığında, Berat’ın yerde sürüklendiği, darp edildiği ortaya çıktı.
Öğretmen hakkında dava açıldı. Suçlama çok netti: “Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı basit yaralama.” Tutuklandı, ama sadece 45 gün sonra serbest bırakıldı.
Ve bugün aynı kişi, bir Rehberlik Araştırma Merkezi’nde bölüm başkanı! Yani şiddet failine yeni ve daha yüksek bir makam verildi. Bu tabloyu başka nasıl okumalıyız? “Şiddet, bir kabahat değildir, hatta yükselmenin yoludur” denmiş olmadı mı?
Hukuk ve vicdan çelişkisi
Hukukun temel ilkesi şudur: Suç işleyen ceza görür, mağdur korunur. Ama burada olan tam tersi. Fail yükseltiliyor, mağdur ve ailesi ise adalet arayışında yalnız bırakılıyor. Hukukun ve vicdanın yan yana durması gereken yerde, koskoca bir çelişki var.
Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası bir belge. Orada çok açık yazıyor:
• Madde 7: Engelli çocuklar her türlü şiddet, istismar ve ihmalden korunmalıdır.
• Madde 24: Engelli çocukların kapsayıcı, eşit ve güvenli eğitim hakkı vardır.
Bu sözleşmeye imza atmış bir devlet, nasıl olur da şiddet uygulayanı ödüllendirir? Kağıt üstünde hakları kabul edip, pratikte hiçe saymak en ağır ikiyüzlülük değil midir?
Sorumluluk zincirinde kimler var?
Bugün sadece o öğretmenden değil, onu göreve getirenlerden ve yükseltenlerden de hesap sorulmalıdır. Çünkü bu bir “bireysel hata” değil, sistemsel bir çürümenin yansımasıdır. Görevlendirmeyi yapanlar, görmezden gelen yöneticiler, sessiz kalan kurumlar… Hepsi bu şiddetin ortağıdır.
Şiddeti yok sayan, aslında şiddeti meşrulaştırır. Sustukça, “bir şey olmaz” dedikçe, yeni Berat’ların canı yanar. Ve biz, her defasında biraz daha vicdanımızı kaybederiz.
Çocuğun üstün yararı nerede?
Çocuk hakları hukukunun temel ilkesi, “çocuğun üstün yararı”dır. Bu ilke, her kararda çocuğun güvenliği, sağlığı, onuru ve gelişimi gözetilsin diye vardır. Peki burada üstün yarar kimden yana gözetildi? Mağdur çocuktan değil, fail öğretmenden yana.
Bu ülkede çocukların güvenle eğitim görebileceğine dair inancı zedeleyen her karar, aslında geleceğimizi zedelemektedir. Çünkü korunmayan her çocuk, bir sonraki şiddetin hedefidir.
Sessizlik şiddeti büyütür
Bugün bu yazıyı yazarken, yalnızca Berat’ın değil, milyonlarca engelli çocuğun yüzü geliyor gözümün önüne. Okullarda, kurumlarda, evlerde… Onların her biri, güvenli bir ortamda, sevgiyle, eşitlikle eğitim görmeyi hak ediyor. Biz sessiz kaldıkça, onların sesi kısılıyor. Biz görmezden geldikçe, şiddet normalleşiyor.
Bu yüzden buradan sesleniyorum:
• Şiddet faili öğretmen derhal görevden alınmalı!
• Onu yükselten sorumlular hesap vermeli!
• Çocuğun üstün yararını gözetmeyen bu sistem kökten değişmeli!
Çünkü biz susarsak, sadece bir çocuğun değil, tüm çocukların geleceği karartılır.
Bir toplum, çocuklarına şiddeti ödüllendiriyorsa, hangi geleceği inşa ediyor?
Cevap aslında çok basit: Korunmayan her çocuk, bir sonraki şiddetin hedefidir!