Türkiye sosyalizminin anıtlaşmış bir şahsiyetine, Sevim Belli’ye veda ediyoruz. Her ölüm, o hayattan güç alanlar için yeterince trajiktir. Ama onu toprağa verirken içimizin sızlaması yalnızca bu davaya sadakat anıtının geri gelmemecesine aramızdan ayrılmasından değil, Sevim Belli’nin son ferdi olduğu sosyalist hareketimizin çok özel bir kuşağının da onun gidişiyle mutlak olarak “ebediyete intikal” edecek olmasından…
Sevim Belli, aramızdan ayrılana kadar, “eski sosyalistler” kuşağının yaşayan sonuncu halkasıydı. “Eski sosyalistler” tek parti devrinde de, Demokrat Parti devrinde de, toplumsal ve entelektüel yaşamın kıyısına itilmeye direne direne, sosyalist teoriyi yüksekte tutarak; sosyalist politikayı işçilere taşımak uğruna polis takibine, falakalı işkencelere, hücre hapislerine göğüs gererek; cezaevlerinde olmadıkları tüm zamanlarda fikri maddesiyle buluşturmak için yeni yordamlar, siyasi polisi atlatmak için yeni yöntemler icat ederek daima işçilere ve gençliğe ulaşma gayretini sürdüregelen 1910-20 doğumlu devrimcilerdi.
Onlar, 1960’larda Türkiye’nin üzerindeki deli gömleği bir nebze yırtılır yırtılmaz buluşacakları 1968’liler için de, siyasi polis ve istihbarat için de, antikomünist basın için de “önemli”ydiler. Bu önemin kaynağında 1930’ların sonlarından 1950’lerin sonlarına kadar süren çok ağır baskı koşullarında bir yandan Marksist teoriye sıkı sıkıya sarılırken öte yandan fikri kitlelere taşımak gayretinden de asla caymayan sebatkârlıkları ve örgütlerini hayatları pahasına savunurken işkencecilerinin bile saygı duymaksızın edemeyecekleri yüksek ahlaki ilkelere bağlı kalışları vardı.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Sevim Belli, Şevki Akşit, Nuran Akşit, Rasih Nuri İleri ve diğerleri, 1960’larda gürül gürül akmaya başlayan siyasal düşünce ve yazın alanından aydınlara, öğrencilere, işçi önderlerine ulaşarak geniş bir parlamento dışı demokratik mücadele platformu inşasına ön ayak olma çabalarının başını çekerken Marksist düşünce kaynaklarının yeni kuşaklara ulaştırılmasında da istisnai bir rol oynadılar.
Denebilir ki, onların sistematik çabaları olmasa, Türkiye sosyalist hareketi devrimci teoriye çok daha kısmi ve iğreti bir biçimde ve çok daha gecikerek ulaşmış olurdu. Sevim Belli, bu kuşağın ve bu özel insan topluluğunun, sosyal ve politik hayatta en öne çıkan bir üyesi olmayabilirdi ama, bu başına gelmedikçe önde olmayı şu kadar olsun önemsemediğini, kendisini Marksist düşünüşün baş yapıtlarını gençliğe ve aydınlara taşımakla görevli saydığını okumaya vakit ayıranlar bilir.
Geriye dönüp baktığımızda pek çok Marksist düşünce kaynağının ve Marksizmin üzerinde yükseldiği entelektüel mirasın genç kuşaklara onun çevirileriyle ulaştığını görebiliriz: Marx ve Engels’in yapıtları Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Alman İdeolojisi, Fransa’da Sınıf Savaşımları, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Ücretli Emek ve Sermaye, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı; Lenin’in felsefi metinleri, Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Sosyalizm ve Anarşizm; Charles Darwin’in Türlerin Kökeni ve İnsanın Türeyişi, İbni Haldun’un Mukaddime’si hemen akla gelenler…
Sevim Belli’yi Mihri Belli’den ayrı düşünmek pek güç de olsa, henüz 20’lerinin başlarındaki devrimciler bile ikisinin başlı başına birer şahsiyet olduğunu ilk bakışta sezebilirdi. Tanımayanlar, Türkiye’nin en uzun ömürlü devrimcilerinden biri olmasına bakarak Sevim Belli’nin kişiliğinin baskın bir biçimde 1950’lerin, 1960’ların havasını barındırdığını düşünmeye eğilimli olabilirler.
Oysa Sevim Belli, devrimci karakterinin kaçınılmaz bir yansısı olarak yüzü Kürtlere, kadınlara, gençlere dönük yaşayışının her dem taze tuttuğu bir insandı. 1990’lar sonrasının tüm yeniden kuruluş süreçlerinde sorumlu roller üstlendi. Zamanın izini en çok Sevim Belli’nin bakışlarında görebilirdiniz -ama yaşam yorgunluğunun değil, görmüş geçirmişliğin yansısı olarak.
“Eski sosyalistler” bu dünyadan şanla şerefle geçtiler, Sevim Belli’nin en sona kalmasını bu kuşağımızın çektiği bunca zahmete doğanın verdiği bir ödül olarak düşünmek de mümkün. Hiçbir “sertlik” gösterisi “eski sosyalistler”in kapitalizme ve zulme meydan okuyuşunu, Sevim Belli’nin bütün fotoğraflarında dudağının kenarına yerleşiveren o hafif müstehzi ifadeden daha “sertçe” özetleyemez.Hiçbir görüntü, kuşağının öz saygısını ve ait olduğu yüksek ahlaki değerler evrenini Sevim Belli’den intikal eden zarafetten daha güzel bir surete büründürerek temsil edemez.
Geride bıraktıkları bu büyük mirası hak etmek, sonraki kuşaklarımız için büyük bir sorumluluk sınavı olacak.
Sevim Belli’nin adı ve eseri devrim ve sosyalizm mücadelemizdeki müstesna yerinde yaşamaya devam edecek.