Uğruna onlarca can verilen Kobanê halkının başına gelenler karşısında çaresiz kalmanın bulantısını, içimizden kopan çığlığın nasıl olup ta yanyana dizilmiş çocukara can veremediğine duyduğumuz şaşkınlığı, zerre zerre acıyla kavrulan ruhumuzu tekrar nasıl terbiye edip yaşama katacağız bilemiyorum. Her bir felaket bir başkasını hatırlatıyor insana; Kobanê sayısıyla Soma’yı, kiniyle Sivas’ı, hatta başka imajlarla da birleşip bilmediğimiz diyar ve zamanlardaki onlarca katliamı… Katliam sosyolojinin açıklamakta en zorlandığı vakadır. Gücün saf olarak kendini gösterdiği, güç arzusunun zehirli sırlarını bir bir açığa çıkardığı felaket. İnsanlık bir anda işlenen katliamların yüzyıllarca yarasını saramamıştır.
Kobanê’de savaşın karşısına anlamın yitimi ile başa çıkmanın ne kadar zor olduğunu görmüştüm. Şimdi savaş en kötü haliyle bir kez daha çarptı. Neden ve nasıl çarptığına dair çok düşünmek gerek. Yaralar kanarken susmayı bilmek. Aynı zamanda da kendimizi nefret ve suçlama diline kaptırmadan sağ salim bir kafayla toplumsal meseleler, psikolojik meseleler hakkında analiz yapabilmek. Henüz bu ince çizgide durmayı beceremediğim için Kobanê hakkında bu mecrada şimdilik bu kadar…
Suriye savaşının bilmeyene, görmek istemeyene savaşın ne olduğunu anlatmış olması gerekirdi. Ancak bir kez daha Türkiye’de savaş politikalarını devreye sokarak derdine dermanı yıkımda arayan bir aklını kaybetmişler ordusu ile karşı karşıyayız. Hele gazeteleri, medya organları gerçekle hayali birbirine karıştıran nefretleri sürekli teyakkuzda bir yerel katliam ordusunun duygusal egemnliğini örgütlemeye kalkışıyor. Tarihten hiç bir ders almayarak ortaçağ kabuslarını hatırlatan bir dille yaşamın üzerine kefen geçiriyorlar.
Barışta inat, barışta ısrar. Siyasi alanda genişleyen HDP, bilhassa da son süreçte bir ayağı Suruç’ta, bir ayağı Diyarbakır, bir ayağı batıda olan ve barış mücadelesinin en önünde yer almış kadınlar, barışta ısrar ve inat ederek bu ablukayı yarmayı başarmak zorunda. Bu kadar zamandır barış süreçleri denen şeyleri çalışanlar olarak, süreçlerin nasıl bir sinir harbi, nasıl bir stratejiler savaşı, nasıl bir sabır, akıl ve anlam inşa işi olduğunu teoride biliyorduk ama pratikte yaşamak başkaymış.
Türkiye Devleti günü kurtarmaya çalışırken belki de şunu unutuyor. Her savaşa dönüşlerinde Kürt Özgülük Hareketi tekrar masaya otururken el yükseltti. 2000’lerin anadil tartışmları, tam ifade özgürlüğüne oradan özerkliğe döndü. Şimdi tüm halklar için demokrasi noktasında. Üstelik bu demokrasiyi getirmeye talip. Bir sonraki masaya oturuşta el bir kez daha yükseltilecek. Yenilgiye doyamayan pehlivan gibi bir kez daha güreşe mi tutuşacak MHP, AKP, TSK?
MHP, AKP, TSK koalisyonu tarihsel bir vakit kaybı olacak. Bu bir strateji, akılcı bir kendini güçlendirme programı dahi değil. Bir kendini ve başkalarını yıkma deliliği. Bahçeli’nin şimdilerde en çok konuşulan figur olması bu muhtemel koalisyonun iç dünyasını kontrolsüzce dışa sergilemesinden. O da olmaz bu da olmaz illa da savaş, illa da benim dediğim.
HDP’nin kadın grubu kurmasını tebrik ediyorum. Bu erkekliğin saf dışa vurumuna, kendini sanki siyasetmiş gibi gösteren travmatik akıl tutulmasına gene en çok kadınlar örgütlenerek direnebilir. İki yıldır Türkiye halkları barış istiyor, istatistikler, çalışmalar bunu gösteriyor diyoruz. O zaman bunu icra etmenin yolunu bulmak gerek. Bir kez daha Kolombiya’daki mitingi hatırlatalım. Türkiye’nin tüm kadınları yani en az yüzde ellisi asla bir daha savaş görmek istemiyor. Burundi’yi, Guatemala’yı hatırlatalım. Kürdistan halkının sınırda her savaş ihitmalinde canını kalkan yaptığını, en etkin savaş durdurma yönetminin halk hareketleri olduğunu unutmayalım.
(Yeni Özgür Politika gazetesinden alınmıştır.)