Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidarını muhafaza etmek ve hesap vermekten kaçabilmek için bir iç savaşa dahi neden olabilecek politikaları devreye soktuktan sonra bölgeye namlusunu sokmuş (aslında hiç çıkartmamış) emperyalist güçlerle ilişkilerinde bir dizi değişim de yaşanmakta.
Önce ABD’yle “Yeni İncirlik konsepti” devreye sokuldu. Sonra NATO toplantısından Türkiye’nin “sınırlarını korumaya ve kendini savunmaya” yönelik gerçekleştirdiği operasyonlara destek kararı çıktı. Ve şimdi de Almanya ve ABD’den peşpeşe 2013 yılında Türkiye’ye konuşlandırılan Patroit füze savunma sistemlerinin geri çekileceği duyurusu geldi. Başını ABD’nin çektiği ve 20 ülkenin desteklediği koalisyon güçlerinin IŞİD’e karşı “mücadelesi”yle birlikte düşünüldüğünde bu gelişmeler kafalarda epey karışıklığa yol açmış durumda.
Emperyalizmin savaş örgütü olan NATO’nun bölgedeki en önemli üssü olan İncirlik üssünün ABD (koalisyon) operasyonlarına açılması ve üssün aktif olarak kullanılmaya başlaması sessiz sedasız hayat bulmuş durumda.
NATO’nun resmi olarak yayınladığı “Türkiye’ye destek mesajı” aksine herhangi bir resmi açıklama olmamasına rağmen, kimi köşe yazarlarının, siyasetçilerin yorumlarına dayanarak “Türkiye, PKK operasyonlarına karşı uyarıldı”, “ABD, Almanya operasyonlara karşı” benzeri açıklamalar maalesef bizim basın organlarımızda dahi yer bulabiliyor.
Önce Almanya, ardından ABD’nin başta İsrail olmak üzere ABD ve emperyalist Batı bloğunun bölgedeki çıkarlarını korumak üzere iki yıl önce Türkiye’ye yerleştirdiği Patroit füze savunma bataryalarını ve ilgili personelini çekeceği açıklaması kimileri tarafından “Türkiye’ye uyarı/tepki” olarak okunmakta.
Ne yazık ki neredeyse “emperyalist güçler Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin parçasıdır” diyecek akıllarla yüzyüze kalabiliyoruz. Peki kazın ayağı gerçekten öyle mi? Bu gelişmelere nasıl yaklaşmalıyız? Emperyalistler (egemenler) arasında demokrasi güçlerinin yararlanacağı çatlaklar olamaz mı?
Olur elbette. Güçler dengesini, öncesini sonrasını, bir sonraki adımları, olası riskleri, olanakları iyi hesap ederek her türlü çatlaktan yararlanma becerisini göstermektir biraz da politik, taktiksel ustalık. Her türlü taktik hamleye karşı “kitap öyle demiyor” vaveylası kopartmak kazanmamakta ısrardan başka anlam taşımaz. Hatta kimi taktik hamleler kazancın yanı sıra kayba da yol açabilir. Hesap iyi yapıldıktan, sonraki adımlar (iki taraflı olarak da) iyi hesaplandıktan sonra en ufağından en büyüğüne çatlaklardan yararlanma siyaseti güdülebilir.
Ama bunun da kendine göre kuralları vardır. Stratejiye aykırı taktik olmaz! Atılan her taktik adımın uzun vadeli programımıza ilişkilendirilebiliyor olması gerekir. “Şimdilik böyle olsun, sonrasına bakarız” yaklaşımı taktik ustalık değil, pragmatik omurgasızlık olur. Taktik olarak yapılan esnemeler stratejik konumlanışımızı gölgelememeli, kafa karışıklığına yol açmamalıdır.
Bu “zorunlu” geçiş paragrafından sonra yeniden konuya dönersek. ABD’nin, koalisyonun ve NATO’nun, Rusya’nın, Çin’in ve Şangay Beşlisi’nin kendi çıkarlarını korumak üzere bölgemizde aldığı pozisyonlar, attığı adımlar gerçekten “demokrasi kaygısıyla” atılmış adımlar olarak sunulamaz. ABD ve Koalisyon dün kendi yarattığı IŞİD’i bugün vururken dahi bölge halklarını, Kürtleri, demokrasiyi düşünüyor değil. O yüzden de attığı hiçbir kritik adımı bölge halklarının iyiliği düşünülerek atılıyor değildir.
Peki, son süreçte hızlanan bu gelişmeleri nasıl okuyabiliriz?
En başta altını çizmemiz gereken nokta Emperyalistlerin bölgeyi kendi çıkarlarına göre dizayn etme müdahalelilerinin ve bölgedeki güç odaklarının hegemonya mücadelesinin devam ettiğidir.
İkinci olarak Ortadoğu’da olup bitenin sadece Ortadoğu’yla ilgili olmadığı, kapitalist emperyalist güçlerin (kutuplar arası ve kutup içi)birbirleriyle girdiği hegemonya, kaynak ve Pazar mücadelesinin önemli bir cephesi olduğu gerçekliğidir.
Üçüncü nokta ise Ortadoğu’da olu biten gelişmelerin pek çok tarihsel, coğrafi, ekonomik ve siyasi bağlantıyla Türkiye, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’ya yansıması ve bu bölgelerle karşılıklı etkileşimidir.
Dördüncü husus ABD’nin uzun zamandır İran’a karşı sürdürdüğü “Nükleer kuşatmasında” yeni bir konuma geçmiş olmasıdır.
Beşinci nokta Batı Bloku’nun Suriye politikasındaki değişimlerdir.
Altıncı nokta İŞİD’in Kafkasya’da artan etkinliğidir.
Yedinci nokta Rusya’nın Ortadoğu’daki müdahale kapasitesini arttırmasıdır.
Sekizinci nokta Almanya’nın ABD’yle aynı tarafta dursa da Ortadoğu’daki silah ve enerji payını arttırma hamleleridir.
Daha da uzatılabilecek ve her biri ayrı ayrı makale konusu olan bu gelişmeleri atlayarak Almanya ve ABD’nin (zaten anlaşma süresi dolmak üzere olan ve yenileyerek yeniden konumlandırma tartışması devam eden) Patriot savunma sistemlerini ve personelini geri çekme kararını Türk devleti’nin PKK’ye karşı operasyonlarına tepki ve bir demokratikleştirme müdahalesi olarak okumak ancak bir akıl tutulmasıyla izah edilebilir.
Almanya ve ABD patroitlerini çekme kararı almıştır ancak bölgedeki savaşı kızıştırma ve sonuçlarından nemalanma hamlelerini tam hız sürdürmekte. ABD, Suriye’de kendi kurduğu kapana kuyruğunu kıstıran ve iç politikada tam bir bataklığa saplanan Erdoğan ve AKP’yi eline almış her türlü anlaşmaya gözü kapalı imza attırmakta. En son “İŞİD’e karşıymış” gibi pazarlanan İncirlik hattı sadece İncirlik havaalanını değil Trabzon’dan Diyarbakır’a tüm havaalanlarını ABD uçaklarına açtı. Almanya derseniz, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine silah satışını bir önceki yılın aynı dönemine göre iki katına çıkarmış durumda. Söz konusu ülkelere 2014 yılında yaptığı toplam silah ihracatı 219 milyon avro iken, bu yılın ilk yarısında 587 milyon avroya ulaşmış. Yani kanla beslenmesini epey arttırmış bizim “barışsever” Alman hükümetimiz!
Evet, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanalım. Onların politikalarının Türkiye’ye yansımalarını değerlendirelim ve zaman zaman buna göre taktik hamleler yapalım. Ama katile katil, sömürgeciye sömürgeci, emperyaliste emperyalist demekten vazgeçmeyelim. Her fırsatta yüzlerine taktıkları “demokrasi maskesini ” söküp atalım. Bu süreçte çok çok önemli bir hamle olan Barış Bloku’nu sadece savaş çığırtkanı AKP’ye karşı değil, bölgenin asıl savaş toptancıları olan ABD, Almanya, AB, NATO ve Rusya’ya karşı da yükseltelim. Ancak böyle gerçekten kazanabiliriz!