AKP’nin hazırlamış olduğu sağlıkta farklı düzenlemeleri içeren ‘Sağlık Torba Yasası’ geçtiğimiz haftalarda kabul edildi. Sağlıkta şiddetin bir de “şehir hastaneleri” boyutu var. İstanbul Tabipler Odası Genel Yönetmeni Eyüp Ozan Toraman: “Merkezileşmiş aciller yoğunluğun artmasına sebep olacak. Şehir hastaneleri şiddeti tetikliyor.”
SiyasiHaber – Esra Üşüdür
İnsanları yaşatmak için çabalayan sağlık çalışanları şiddete maruz kalıyor hatta öldürülüyor. Yasalar şiddeti önleme konusunda yetersiz, var olan yasalar ise tam olarak uygulanmıyor.
Ticarethane mantığıyla işletilen hastaneler, hekimleri ve sağlık çalışanlarını “müşteri temsilcisi” haline getiriyor. Sağlık çalışanlarının sağlığını tehdit eden uzun nöbetler, “en kısa sürede, en fazla hasta muayenesi” uygulamalarını hayata geçirmek üzere göreve gelen hastane yönetimleri, hastaların kaliteli ve eksiksiz sağlık hakkına ulaşmalarını engelliyor.
Bu engellemelere bir yenisi ekleniyor. Şimdi ise kent merkezlerinde kamu hastanelerinin hepsinin merkezileştirilip şehir dışına taşınması söz konusu. Böylelikle bir alandaki birçok hastane kapatılarak tek bir yere taşınmış olacak. Bu merkezileşme sonucunda ise iş yoğunluğu artacak.
“Şehir hastaneleri, merkezileşmiş aciller şiddeti tetikleyen başka bir eğilim” diyen İstanbul Tabipler Odası Genel Yönetmeni Dr. Eyüp Ozan Toraman ile konuştuk. Toraman şu ifadeleri kullanıyor: “Hükümet gene bizim önerilerimizin uyarılarımızın aksine dünyadaki örneklerinin zarar ettiğinin bilinmesine rağmen şehir hastanelerini uygulamaya geçiriyor. Şehir hastaneleriyle beraber kent merkezlerinde kamu hastanelerinin hepsi merkezileşip şehir dışına taşınmış olacak. Hastanın erişim süresi artacak. Merkezileşmiş aciller ister istemez acile gidiş süresini uzatacak ve oradaki yoğunluğun artmasına neden olacak. Bu da şiddeti tetikleyen başka bir eğilim aslında.”
Dr. Eyüp Ozan Toraman ile yaptığımız röportajın 2. bölümünü sunuyoruz:
‘İktidar herhangi bir toplumsal kesimi diğerine karşı tehdit olarak kullanmamalıdır’
Toplumda doktorluk saygı duyulan, statüsü olan bir meslekti. Günümüzde ise şiddete maruz kalıyorlar. Neden bu duruma gelindi?
“Burada birkaç tane eğilim var. Bir tanesi genel toplumsal şiddetin geldiği düzey, diğeri hükümetin kutuplaştırıcı ve hekimlere karşı saldırgan tutumu, daha doğrusu çeşitli toplumsal kesimlere karşı saldırgan tutumu. Sağlıkta dönüşüm ve etkileri, diğeri ise çalışan güvenliği kısmı. Türkiye toplumunda şiddet düzeyi artmaya başladı. Eğitimde ve eğitimin niteliğinde bir gerileme var. Toplumsal farklılıklar arttı. Toplumda beraber iş yapma, dayanışma ve saygı azaldı. Bunda da toplumun kutuplaştırılmasının ciddi bir etkisi var. Yani herhangi bir iktidar herkesin temsilcisi olmak zorundadır. Herhangi bir toplumsal kesimi diğerine karşı tehdit olarak kullanmamalıdır. Biz bunu Gezi sürecinde gördük, ‘yüzde elliyi zor tutuyorum’ dendi. Toplumun bir kesiminin diğerine karşı suçlu olarak gösterilmesi, toplumun bir kesiminin diğerine karşı kendini bu ülkenin asıl sahibi olarak görmesi çok tehlikeli bir şey. Biz bunu başka rejimlerde gördük ve sonuçları o ülke ve o ülkenin tüm insanları için yıkım oldu.
‘Doktorlara olan güven zayıflatıldı’
Bir diğer kutuplaştırma ise doktorlar için yapıldı. Direnç unsuru olarak görülen Türk Tabipler Birliği ve Türk Tabipler Birliği’ne ciddi kamuoyu desteğiydi. Bir şekilde Hükümet bunu biliyordu ve doktorlara ve doktorların temsilcisi olarak Türk Tabipler Birliği’ne (TTB) olan desteği kırmak için elinden geleni yaptı. Bir ülkede siz sağlık bakanının veya başbakanın hekimlere dönük ‘onlar bir iğne yapmasını bile bilmiyor’ gibi ifadeler kullandığını zannetmiyorum ki göresiniz. Aksine bizde halkın doktorlara olan güveninin zayıflatılması için hareket edildi.
‘Önceki sistemi kötüleyip mahkum etmeden yenisini meşrulaştıramazsınız’
AKP’nin iktidara geldiği dönemde temel programı, İMF ve Dünya Bankası’nın programlarıydı. Büyük ölçüde Kemal Derviş’ten gelen politikaları uyguluyorlardı. Sağlıkta Dönüşüm Programı ilk ortaya çıktığında yapılan analizlerde görülen şeylerden bir tanesi bu programın sağlıkta şiddeti tetikleyebileceğiydi. Siz sağlık hizmetlerini ticarileştirirseniz, muayene sürelerini kısaltırsanız, doktor hasta ilişkisini yapaylaştırırsanız bunun şiddet olarak dönmesi kaçınılmazdır. Genel olarak bütün reform programlarında görülen ortak bir özellik vardır: Önceki sistemi kötüleyip mahkum etmeden yeni sistemi meşrulaştıramazsınız. Bu yüzden eski sistem kötülendi, eski sistemden şeytanlar yaratıldı. Bu şeytanlara doktorlar da entegre edildi. Yeni sistemin çarpıklıkları ortaya çıktığında ise bir günah keçisine ihtiyaç vardı.
‘Bu yeni rejim normsuz hareket etme çabasında’
Hastaya ayrılan muayene temelli bir hasta hizmet sunumu yerine, bol miktarda maddi getirisi olan tetkik ve görüntülemeye dayalı bir sistem kuruldu. Ve bu sistemde de suçlu olarak hekimler gösterildi. Bu sistemin hastalarda memnuniyetsizlik yaratacağı bilinen bir şeydi. Tek başına doktorların değil öğretmenlerin, akademisyenlerin, üniversitelerin TMMOB’nin, mimarların hedef alındığı bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu yeni rejim oldukça normsuz hareket etme çabasında. Biz evrensel değerler, normlar, yasa ve standartlarla konuşan bir topluluğuz. Fakat tekleşme eğilimi kendi güç ve yetkisinin herhangi bir şekilde sınırlanmasını hoş görmüyor ve buna karşı toplum kesimlerini mobilize etmeye çalışıyor. Bunun sonucunu da aslında şiddet olarak görüyoruz.
‘Bir eğitim-araştırma hastanesini sırf bir tabelayı değiştirerek yapamazsınız’
Sağlıkta Dönüşüm Programı öncesinde sağlık hizmetlerinin yüzde doksan beşi kamusaldı. Cepten ödemeler görece azdı ama Sağlıkta Dönüşüm Programının başarılı olması için hizmet sunumunun kısılması gerekiyordu. SSK hastanelerine yatırım yapılmadı. Toplum kesimleri arasında zaten Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur ayrımından dolayı sağlıkta sisteme dönük bir öfke vardı. Sağlık sistemi eşit olmayan bir haldeydi ve SSK’ya yatırımın azalmasıyla birlikte bu iyice derinleşmeye başladı. Sağlık hizmetine erişim git gide zayıfladı. Normalde bunlar birikim süreçleridir. Siz yeterli hekim sayısını, sırf üniversiteye giren öğrenci sayısını arttırarak sağlayamazsınız. Sizin onları yetiştirecek akademisyene ihtiyacınız var. Siz bir eğitim-araştırma hastanesini sırf bir tabelayı değiştirerek yapamazsınız. Oranın alt yapısını oluşturmanız, laboratuvarını kurgulamanız ve akademik kültürünü oluşturmanız gerekir. Çok hızlı doktor yetiştirildi.
‘Aile Hekimliği ve Toplum Sağlığı Merkezleri deneme yanılma tahtasına dönüştürüldü’
Biyomedikal tıp dediğimiz muayene esasına dayalı yani hastayla kurulan iletişime değil tetkiklere ve görüntülemelere dayalı bir hekimlik esası kabul edildi. Biyomedikal hastaneler işletilmeye uygundu fakat hastaların ihtiyaç duyduğu insan temasını sağlamaya ve güven ilişkisini kurmaya uygun değildi. Normalde bir sağlık sisteminden bahsedilebilmesi için en temel anlayışıyla bir hastanın sahibinin olması, bilgisinin bir yerde toplanması, basamaklı sistemle koruyucu sağlık hizmetlerinin olması gerekir. Ama bu sistemde basamak ortadan kalktı. Koruyucu sağlıktan sorumlu birimler Aile Hekimliği ve Toplum Sağlığı Merkezleri deneme yanılma tahtasına dönüştürüldü. İlk başvuru denilen şey ortadan kalktı. Üniversite hastanelerinin ve eğitim ve araştırma hastanelerinin polikliniklerine yığılma oldu. Eğer siz eğitim alan kişinin nitelikli hastaya ulaşma şansını ve nadir vakaları görme şansını elinden alırsanız siz nitelikli doktor yetiştiremezsiniz.
‘Hastayla sağlıklı iletişim kuracak hekimler azaldı’
Üniversite Hastaneleri’nin birçoğu borç batağına gömüldü. Bütün bu sıkıntılar içerisinde nitelikli öğretim üyelerinin önemli bir kısmı üniversite hastanelerinden ayrıldı. Dolayısıyla tıp eğitiminin kendisine ciddi bir sekte vuruldu. Hastayla sağlıklı iletişim kuracak hekimler azaldı. tıp fakültesinden mezun olurken, hata yapmamak için tetkiklere, görüntülemeye güvenen hekimler ortaya çıktı. Bu kârlıydı. Çünkü biz MR konusunda rekor kırıyoruz. Hastaneler işletme olarak gayet verimli çalışıyorlar. Ben kendim şahidim; acili yenilenen bir eğitim araştırma hastanesinin acilinin hastanenin kârı düşecek diyerek yenilenirken kapatılmadığına… Asistan hekimlerin sonbahar kış yaklaşırken duvarları olmayan bir acilde çalışmak zorunda kaldığına… “Bizim burada acil hizmeti vermemiz gerekiyor, bu bölgenin şu kadar hastası var başka yere kaydırılamaz” diye değil, biz burayı kapatırsak hastane gelirinin üçte birini kaybederiz diyerek…
‘Sağlık Bakanlığı tarafından 5 dakikalık muayenenin yeterli olduğu propagandası yapıldı’
Basamaklı bir sağlık sisteminde size ilk başvuran hekim sağlığınızı gözetir, genel tetkiklerinizi yapar. Çeşitli uzmanlık alanlarına etkili bir biçimde yönlendirir. Şu an bizim dahili bölümler kendi içerisinde bölündükçe bölünmüş durumda. Hastaların genelini takip eden kimse kalmadı ve bütün bunlar 5 dakikalık muayene süreleri içinde yapılabilecek şeyler değiller. Bir insanın iletişimi merhaba ile ve kendini tanıtmayla başlar. Merhaba, kendini tanıtma ve derdini anlatmaksızın kişi kendi korkuları ve kaygılarıyla baş başadır.
Hasta odana geldiğinde ben onun korku ve kaygılarını öğrenip süzecek vakti ona ayıramıyorsam hekim ile hasta arasında insani bir diyalog oluşmaz. Hekim hastaya yabancılaşır, hasta hekime yabancılaşır ve bir oda içinde ayrı dünyaya hapsolurlar. Bu durumda eğer kişi hastalığı nedeniyle öfkeyle gelmişse hekimin oradaki öfkeyi ortadan kaldırma şansı olmaz. Normalde öfkenin kendisi de kişinin ruhsal iyilik hali için tehdittir. Hastasına yeterli zamanı ayırabilen bir hekim o ruhsal iyilik halini kötüleştiren öfkeyi de yönlendirecek fırsatı gözetebilir. Bütün bunların defalarca altı çizildi. Sağlık Bakanlığı tarafından 5 dakikalık muayenenin yeterli olduğu propagandası yapıldı. Biz buna karşı direndik, onurlu hekimler buna karşı direndi. Hükümetin elindeki bütçenin önemli bir kısmı hastanelerden geliyor. Bu nedenle bu tablo değişmiyor.
‘Doktorlara ve personele, sağlıklı iletişim yönlendirme ve savunma tekniklerinin bilgisi verilmeli’
Normalde bir işveren ister kamu olsun ister özel sektör olsun kendi çalışanının güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Bu konuda yapılabilecek olanlar ise her türlü risk değerlendirmesiyle başlar. İlk önce önleme, sonra korumayı içerir. Uluslararası rehberler, kılavuzlar bu konuda oldukça yeterli. Baktığımızda personel sayısının yeterli olması, bekleme odalarının iyi havalandırılmış ve aydınlatılmış olması, karşılama memurlarının olması bu kriterlere örnek olarak verilebilir. Karşılama memurlarının bir şekilde o insani iletişimi kurması, yönlendirmesi ve bilgi vermesi gerekir. Ardından hastaların süzülerek içeriye girmesi ve muayene odasında çift kapı bulunması gerekir. Psikolojik bir sorunu olan hastayla her yerde karşılaşılabilir, doktorun kaçacak alanının olması gerekir. Doktorlara ve personele, sağlıklı iletişim yönlendirme ve savunma tekniklerinin bilgisi verilmeli. Buna dair Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulmuş yönetmelikler var ancak uygulaması yok. Online eğitim programı hazırlamışlar şimdi fakat bu tümüyle teknik kalıyor. Bunun hastanenin işleyişine ve bütününe yayılması lazım. Ama bütün bunların en başına sistemin kendisini koymamız gerekiyor.
‘Muayene sürelerinin kısaltılması şiddetin nedenlerindendir’
Söylediklerinizden yola çıkarak muayene sürelerinin kısaltılmasının şiddeti tetikleyen nedenlerin başında geldiğini söyleyebilir miyiz?
2014 yılında Meclis’te Sağlıkta Şiddeti Önleme komisyonu kuruldu. Bu komisyon bir yılı aşkın bir süre çalıştı, oldukça kapsamlı bir rapor hazırladı ve bu rapor hem Hükümet milletvekilleri hem de muhalefet milletvekilleri tarafından beraberce imzalandı. O rapora bakacak olursak hastanelerin işletmesini sağlayan performans sisteminin şiddetin nedenlerinden biri olduğu yazıyor. Muayene sürelerinin kısaltılmasının şiddetin nedenlerinden biri olduğu yazıyor. İktidar belirlenen bir şeydir. Siz yetkiyi alıp ülkeye iktidar olurken kendi yetkinizin sınırlarını da ön görürsünüz ve bunun aslında sistemin işlemesi için zorunlu olduğunu bilirsiniz. Meclis bir soruşturma komisyonu oluşturmuşsa ve bu komisyondan bir rapor çıkıyorsa bu göz ardı edebileceğiniz bir öneri değil sizin aslında görev ve sorumluluklarınızın çerçevesine işaret eden bir metindir. Biz ısrarla sadece yasa demedik Meclis soruşturma komisyonunun önerilerinin hayata geçirilmesi de dedik. Ne yazık ki bu herhangi bir şekilde gündeme bile gelmedi.
‘Merkezileşmiş aciller, acile gidiş süresini uzatacak ve yoğunluğun artmasına sebep olacak’
Şu an gündemde şehir hastaneleri yani merkezileşmiş aciller var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hükümet gene bizim uyarılarımızın aksine dünyadaki örneklerinin zarar ettiğinin bilinmesine rağmen şehir hastanelerini uygulamaya geçiriyor. Şehir hastaneleriyle beraber kent merkezlerinde kamu hastanelerinin hepsi merkezileşip şehir dışına taşınmış olacak. Bir alandaki birçok hastane kapatılmış olacak. Hastanın erişim süresi artacak. Ankara’da şu anda bu süreç yaşanmakta. ‘Biz 3000 yataklı hastane yaptık’ deniliyor ama baktığınızda kapatılan hastanelerin toplam yatak sayısı zaten o kadar. Bu kadar servisin tek elden yönetilmesinin verimsiz olduğu bilinmesine rağmen bu konuda ısrar edilmekte. Buraların plan ve projelerinin kamuoyu ile paylaşılması ise söz konusu değil. Merkezileşmiş aciller ister istemez acile gidiş süresini uzatacak ve oradaki yoğunluğun artmasına neden olacak. Bu da şiddeti tetikleyen başka bir eğilim aslında.
Devletin almış olduğu önlemler dışında sizin kendi imkanlarınızla almış olduğunuz önlemler var mı?
İstanbul Tabip Odası’nı ararsanız telefon şöyle der; “Şiddete uğradıysanız ve destek almak istiyorsanız lütfen 9’a basınız.” Bizim telefonumuz 10 yılı aşkın bir süredir bu şekilde açılıyor. Şiddet vakalarına Sağlık Bakanlığı’nın avukatları bakmadan önce de bizim avukatlarımız her türlü danışmalık veriyordu. Bu hat 24 saat açık. Herhangi bir meslektaşımız şiddete uğradığında hem nasıl raporlanacağına dair hem hangi işlemleri yapacağına dair danışmanlık veriyoruz ve sonrasında da dava süreçlerini onlar için takip ediyoruz.
‘Otelcilik hizmetlerinin özel sektörde daha gelişkin olması daha kısıtlayıcı bir etki yapıyor’
Şiddet vakaları daha çok devlet hastanelerinde mi yoksa özel hastanelerde mi yaşanıyor. Özel hastanelerde daha az gibi bir genelleme yapılabilir mi?
Özel hastanelerde raporlamaya dair elinizdeki veriler daha kısıtlı. Ama hasta sayısının azlığı ve otelcilik hizmetlerinin özel sektörde daha gelişkin olması şiddet olaylarına daha kısıtlayıcı bir etki yapıyor. Bir diğeri oraya giden kişiler hizmet aldıkları ve bu hizmetin ceplerinden çıktığını bilerek gidiyorlar. Bir şekilde orada doktorla kurdukları ilişki daha farklı seyrediyor. Kamuya giderken birikmiş öfke daha yoğun. Dolayısıyla yaşanılan herhangi bir olumsuzluk ve daha önceki deneyimler onların birikmiş öfkesini tetikliyor. Özel sektörde ise ticari işleyişe karşı zaten bir beklentileri var ama bu birazda fiziksel şartlar ve çevre törpülenerek daha az oluyor. Ama şuna dikkat etmek lazım çalışan güvenliği kültürü açısından bakacak olursak iki taraf arasında ne kadar fark var. Fikret Hacıosman’ın örneğine bakacak olursak sanırım çok yok. Yani bir psikiyatri kliniği yüksek riskli. Oraya gelen bir hastanın şiddet eğilimi olma ihtimali daima vardır. Dolayısıyla oraya silahla girilmemesi, güvenliğin orada olması gibi şeylerin gözetilmesi gerekir. Birçok hastanede bunlara dikkat edilmiyor. Güvenliklerin sayısı yetersiz, çalıştırılan güvenliklerin eğitimi yetersiz ve taşeronlaştırılma deneyimli personelin burada kalıcı olmasını engelliyor.’’
‘Bir hekimin 80. hastası olmak ister misiniz?’
Zaman zaman doktorların da hastalara kötü muamelede bulunduğuna özellikle Suriyeli hastalarla ilgilenmek istemediklerine şahit olduk. Bu süreç kendini karşılıklı olarak besliyor diyebilir miyiz?
Hekimlerde tükenmişlik ve depresyon çok fazla. Mesleki yabancılaşma düzeyine bakacak olursak var olan koşullar ciddi şekilde yabancılaştırıcı şekilde işliyor. Çalışma alanları, işleyiş ve dinlenme alanları bunları gözetecek şekilde yapılandırılmamış. Hastane yönetimlerinde deneyimli yöneticiler bulunmuyor. Liyakata uygun olmayan atamalar yapılıyor. Dolayısıyla bu işleyiş içerisinde bir hekimin 80. hastası olmak ister misiniz? İlk 10 kişiye anlayışlı davranabiliyor, 20 kişiye anlayışlı davranabiliyor ama acildeki 250. kişi söz konusu olduğunda yüzler, kişiler, isimler ortadan kalkmaya başlıyor. Buna karşı politikamızın olması lazım. Mesleki deformasyonu ortadan kaldırmak için nefes alacak alanlar açmak gerekiyor. Bunlar olmaksızın işleyişteki aksaklıklar hastalarla ilgili sosyal kültürel yabancılaşma bir şekilde hekim ve hasta arasındaki duvarların çok hızlı büyümesine neden olacaktır.
‘Hekimlere, ‘sistem senin mazeretin olamaz’ demeliyiz’
Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının olumsuz tavırlarının hastayla iletişim kurulmasının önünde engel olduğunu ve olumsuz sonuçlar doğurduğunu görmekteyiz. Buna dair de bizim yapacağımız şey tüm hekimlere sistem senin mazeretin olamaz demek. Eğer sen bunun yanlış olduğunu düşünüyorsan elbette bu sistem seni yıpratıyor, nitelikliliğini düşürüyor. Ama sen kendi değerlerine, kendi hekimliğine, hastanla kurduğun ilişkiye sahip çıkmak ve aksini dayatanlara hayır demek zorundasın. Biz bu yüzden sürekli iyi hekimlik vurgusu yapıyoruz. Sistem neyi dayatırsa dayatsın biz iyi hekimlik mücadelesi için buradayız diyoruz.