Çeşme’de katıldığı söyleşide yeni anayasa değişikliğine ilişkin konuşan Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Türkiye’nin geleceğinin ‘ipotek’ altına alınıp alınmayacağı bir referanduma gidildiğini, oyunun ‘Hayır’ olacağını söyledi.
“Bu referandum, Türk milletinin kaderinin çizileceği bir referandumdur. Konuşması gerekenler konuşmuyor, konuşmaması gerekenler konuşuyor. Valiler, rektörler, savcılar, hakimler yetmemiş gibi imamlar da konuşuyor ama konuşması gerekenlerin büyük bir kısmı da susuyor” diyen Sabih Kanadoğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Nerede o eski cumhurbaşkanları, o başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri? Onlar niye konuşmuyor? Türkiye bir korku imparatorluğu haline döndürülmek isteniyor. Bu şekilde dönüştürülen bir toplum, bir referanduma değil de sanki plebisite götürülüyor. Referandum, belirli bir metnin halka anlatılarak, bunun kabul edilmesi için halk oyuna gidilmesi plebisit, tek kişi için yapılan bir tercihtir. Referandum, elbette ki adil şartlar içinde yapılır. Plebisit ise, baskı altında ve bir kişinin ikbali için yapılır. Metnin ne olduğunu ne getirdiğini ne götürdüğünü halka açıklama cesaretini göremiyorlar. Getirilen metne baktığınız zaman, 2 madde Resmi Gazete’de yayımlandığı zaman yürürlüğe girecek. ‘Cumhurbaşkanı’nın parti ile ilişiği kesilir’ ibaresi çıkarılacak, parti üyesi ve Genel Başkanı olacak. Diğer madde de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 30 gün içinde değişecek. Peki nasıl olur da bu 2 maddenin dışındaki maddeler, 2.5 sene sonraya bırakılır da, bu 2 madde derhal yürürlüğe girer? Anlamak mümkün değil. Bu anayasa değişikliği, gerçekte ‘tek adam’ yönetimine, biat etme zorlamasına ve belirli bir şekilde tek kişinin diktasına bir plebisit olarak halka sunuluyor. Bu ülkenin kuruluş felsefesine, laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ilkesine ve bu Cumhuriyeti kuran, kurucu Cumhurbaşkanı, her şeyi borçlu olduğumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve İsmet Paşa’ya yapılabilecek her türlü hakareti, aşağılamayı reddettiğim için ‘hayır’ diyorum.”
Yeniçağ’dan Bilun Çelik’in haberine göre, Sabih Kanadoğlu, demokrasilerde kuvvetler ayrılığının önemine de dikkat çekerek, şunları söyledi:
“Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde deniliyor ki: ‘Eğer bir ülkede kuvvetler ayrımı yoksa, anayasa yoktur.’ 1789’dan bu yana demokratik her ülkede, her demokratik başlangıç, ancak kuvvetler ayrılığı ile mümkündür. Kuvvetler ayrılığı, asama, yürütme ve yargıdan oluşur. Eğer siz, bu kuvvetler ayrılığını bir tarafa bırakarak, bu 3 kuvvetin sağladığı denetimi ve dengeyi tek bir bir elde toplarsanız, ortaya çıkan rejimin adı demokrasi olmaz. Bunun adı diktadır. O halde, getirilen anayasa değişikliği, eğer halk ‘hayır’ derse yürürlüğe girmeyecektir. Belirli bir şekilde cumhurbaşkanına yürütme gücünü veriyorsunuz. Yanında bakanlar kurulu yok. Bakan adını verdikleri, birer bürokrat haline gelmiş, cumhurbaşkanı istediği zaman gelip giden ve bakanlıktan uzaklaştırdığı zaman milletvekilliği de düşen kişilerden oluşan, sekretarya gibi bir bakanlar kurulu oluşuyor. Bunlar, TBMM’ye karşı sorumlu değil.”