Suçun gölgesinde bir halkın hikâyesi
“Benim halkımın hikâyesi, bir ulusun değil, bir hayatta kalmanın hikâyesidir.”
Ceija Stojka
Roman halkının, tarihte belki de en sürekli uğradığı şiddet, suçla ilişkilendirilme olmuştur. Devletin kayıtlarında, medyanın manşetlerinde, halkın gündelik dilinde Romanlık/Çingenelik hep “tehlike”, “uygunsuzluk” ve “suç potansiyeli” ile anılır. Bu sadece ırkçılığın bir biçimi değil; kolonyal bilgi düzeninin de kurucu mantığıdır.
“Kolonyal bilgi düzeni” derken şunu kastediyoruz:
Gücü elinde tutanların dünyayı tanımlama, kategorize etme ve anlamlandırma tekeline sahip olduğu bir sistem. Bu düzen, yalnızca toprakları değil anlamları, hafızayı ve bilgiyi de sömürgeleştirir.
Roman halkı, bu sömürgeleştirmenin Avrupa’daki en eski kurbanlarından biridir.
15. yüzyıldan itibaren “dolaşan halk” tanımından “yerleşik düzenin tehdidi”, “asimile edilemez unsur” gibi damgalamalarla kayıtlara geçtik. Osmanlı’da ise “seyahat eden esnaf topluluğu”ndan “güvenlik sorunu”na dönüştürüldük. Modern devletin gözüyle “göçebe” demek, “denetlenemez” demekti; “denetlenemez” demekse “suçlu” demekti.
Bugün hâlâ Roman mahallelerine giren kameralar aynı soruyu sorar:
“Burada neden bu kadar suç var?”
Oysa asıl soru, neden bu kadar dışlama, neden bu kadar yoksullaştırma olmalıdır.
Çünkü Roman halkı suça yakın değil, adalete uzak bırakılmış bir halktır.
*
Stigmatizasyon: İktidarın görünmez polisi
“Sömürgeci, köleleştirdiği halkı disipline etmek için onları önce kirli ilan eder.”
Frantz Fanon
Romanlara yönelik damgalama -yani stigmatizasyon- yalnızca kültürel önyargı değil, bir iktidar tekniğidir. Bir halkı “pis”, “tembel”, “ahlaksız” ya da “suça eğilimli” olarak göstermek, onun üzerindeki baskıyı meşrulaştırmanın en eski yollarındandır.
Bu damgalama yalnızca imajlarda değil, kurumlarda da yaşar: Polis kayıtlarında, sosyal hizmet raporlarında, okul müfredatında, belediye projelerinde.
Romanların yaşadığı yerleri “temizlenmesi gereken bölge” ya da Romanların “rehabilite edilmesi gereken grup” olarak anılması, stigmatizasyonun kurumsal yüzüdür.
Stigma, Fanon’un tanımıyla, sömürgecinin zihinsel haritasında işaretlenmiş bir sınırdır.
O sınırın ötesinde insan yoktur; yalnızca “düzeltilecek varlıklar” vardır.
Türkiye’de de bu mekanizma benzer biçimde işler. Her seçim öncesi “Roman mahallelerinde asayiş operasyonları” yapılır. Televizyon kanalları “renkli Roman düğünleri” yayınlarken, aynı günlerde polis kameraları “suçun haritası”na Roman mahallelerini ekler. Yani bize görünürde eğlenceli yaklaşılsa da, derinlerde şiddet ve yok sayma vardır
*
Epistemoloji: Bilginin sahibi kimdir?
“Bilmek iktidardır. Ama kim kimi bilir, bu her zaman politik bir sorudur.”
bell hooks
Epistemoloji, bilgi üzerine düşünmenin felsefesidir ama bizim için, yani Roman halkı için bu, hayatta kalma meselesidir. Çünkü kim olduğumuzu, çoğu zaman biz değil, bizden başkaları tanımlar.
Antropologlar bedenlerimizi ölçüyor, psikologlar çocuklarımızı “davranış problemi” ilan ediyor, gazeteciler mahallelerimize “sorunlu bölge” diyor, bürokratlar adımızı “risk grubu” listelerine yazıyor. Yani Roman halkı, yüzyıllardır bilginin nesnesi oluyor ama öznesi olamıyor. İşte bu epistemik şiddetin kendisidir.
“Sessizlik sadece susturulmak değil, konuşma hakkının elinden alınmasıdır.”
Gayatri Chakravorty Spivak
Spivak’ın bu sözü, Roman deneyimiyle birebir örtüşür. Bizim hakkımızda sayısız çalışma yapılırken, o çalışmalarda kendi sesimizi duymayız. Sözde bilimsel bilgi, kolonyal iktidarın diliyle yeniden üretilir:
Roman yoksulluğu, “kültürel eksiklik” olarak tanımlanır;
Roman dayanışması, “aşırı içe kapanıklık” diye okunur.
Oysa bunların hiçbiri doğal değildir. Hepsi iktidarın epistemolojik mühendisliğidir.
Bugün Ceija Stojka’nın resimleri, Hedina Tahirović-Sijerčić’in romanları, Valdemar Kalinin’in şiirleri bu sömürge bilgi düzenine karşı gelişen epistemik isyanlardır.
Şiddet ve inkar arttıkça Roman halkı uyandı ve artık “bilinen” değil, bilen olmaya başlıyor.
*
Gacoluk: Kolonyal bakışın sahnesi
“Bizi tanımlayanların gözünde hep sahne var, ama hiçbir zaman sahne arkasına bakmıyorlar.”
Ceija Stojka
“Gacoluk”, Roman halkını dışarıdan ve yukarıdan temsil etme biçimidir. Bu kelime, sadece bir durumu değil, bir iktidar ilişkisini anlatır.
Gacoluk, sömürgeci merakın modern biçimidir:
“Roman yaşamı”nı anlatır ama Roman’ı değil, kendi üstünlüğünü sahneye koyar.
Edward Said’in Oryantalizm kavramını hatırlayalım: Doğu’yu anlatırken aslında Batı’nın kendisini kurması. Gacoluk da aynıdır: Roman’ı anlatırken aslında roman olmayanların iktidarını pekiştirir.
Her “renkli Roman düğünü” haberi, her “hırsız Roman çocukları” manşeti, her “egzotik Roman güzelliği” dizisi, aynı şeyi yapar: Romanları nesneye dönüştürür. Gacoluk tam olarak budur:
Romanlığı “çok seviyorum” diyerek tüketmek,
Roman kültürünü bir deneyim nesnesine indirgemektir. “Çingene ruhu” romantizmi, Romanların yaşamını değil, roman olmayanın fantezisini anlatır.
*
Tarihsel hat: Kölelikten Porrajmos’a, Sulukule’den bugüne
“Tarihi unutturmak, suçu sürdürmenin en incelikli biçimidir.”
Ceija Stojka
Roman/Çingene halkının suçla özdeşleştirilmesi, tarihsel bir süreklilik taşır. Bu tarih, yalnızca önyargıların değil, devlet politikalarının da tarihidir:
15.–19. yüzyıl Eflak–Boğdan köleliği:
Romanlar yüzyıllarca köleleştirildi; bedenleri mal, emeği bedavaydı. Sömürge hukuku, Roman’ı “mülk” olarak tanımladı.
1749 İspanya – La Gran Redada:
İspanyol Krallığı Romanları “suçlu ırk” ilan etti, binlercesini kamplara gönderdi. İlk “toplu gözaltı” yasası Romanlar için çıkarıldı.
20. yüzyıl Nazi dönemi – Porrajmos:
Roman çocukları üzerinde, “genetik suç eğilimi” başlıklarıyla ölümcül deneyler yapıldı. Bilim, ırkçılığın resmi diline dönüştü.
Cumhuriyet Türkiye’si:
Teneke Mahallesinin ve Sulukule’nin yıkılması, “modernleşme” adı altında Romanların mekânsal soykırımıydı. Roman mahallelerinin ortadan kaldırılması, bir mekana sıkıştırılmış halkın, o mekanda yarattığı yaşam belleğini tekrar yok etmekti.
Bugün aynı dil hâlâ dolaşımda:
“Roman mahalleleri kentsel dönüşüme girecek”, “Romanlar suç oranını artırıyor.”
Yani bize uygulanan şiddet tarihi bitmedi sadece biçim değiştirdi.
*
Stigmatizasyonun politik işlevi: Kapitalizmin maskesi
“Irkçılık, sınıf ilişkilerinin maskesidir.”
Frantz Fanon
Romanların dışlanması, yalnızca ırkçılık değil; ekonomik bir projedir. Kapitalizm, her zaman “artık nüfus”a ihtiyaç duyar; çalıştırılmayan ama varlığıyla korku yaratan bir sınıfa.
Roman halkı, bu artık nüfusun en görünür biçimidir. Yoksulluk bizim tercihimiz değil, sistemin planıdır. Bir Roman iş bulamadığında, devlet ona değil, “kültürüne” suç atar. Böylece sistemin sömürüsü görünmez olur, stigma görünür kalır.
“Yoksulluğun adı Roman, sistemin adı adalettir.”
Stigmatizasyon bu yüzden kapitalizmin maskesidir: Sınıfsal adaletsizliği ırksal kimlikle örtbas eder. Ve toplum, kendi köleliğini Roman’ın “suçu” olarak görmeye alıştırılır.
*
Bilgiyi geri almak ve kolektif direniş
“Kurtuluş, tek bir sesin değil, çok sesli bir halkın senfonisidir.”
Varoluş mücadelesi, yalnızca geçmişle hesaplaşmak değil, bugünün bilgisini de geri almaktır. Biz Romanlar/Çingeneler bu alanda önemli bir eşikteyiz: Dağınık seslerden örgütlü bilgi ağlarına geçmek zorundayız. Ve bunu mücadele irademizle yapmalıyız.
Roman kadınlarının kurduğu LenKalís ağı, Roman gençlerinin yürüttüğü sosyal medya kampanyaları, Roman akademisyenlerin inşa ettiği Romani Studies alanı… Bunların hepsi epistemik özsavunmanın ve ontolojik hafızanın yeni biçimleridir. Buralarda daha da çoğalmalıyız. Çünkü bu çabalar hâlâ parçalı. O nedenle mücadele hattımızın bireysel değil kolektif bir stratejiye ihtiyacı vardır.
Bu hat:
• Bilgiyi Roman halkının eline geri verecektir,
• Dayanışmayı yalnız “duygu” değil, “örgütlü” hale getirecektir,
• Roman bilgisini folklor değil, politik araç haline dönüştürecek ve bizden alınıp manipüle edilen hafızamızı yeniden inşa etmemizi sağlayacaktır.
*
Romanlık suç değil, örgütlü bir sözdür
“Konuşabilen ama duyulmayan halk, örgütlendiğinde tarih olur.”
Ceija Stojka
Roman halkını suçla özdeşleştiren her söylem kolonyaldir. Her gacoluk temsili epistemik şiddettir. Ama biz artık anlatılan değil, konuşan olmalıyız.
Roman/Çingene/Dom/Lom/Abdal olmak, bilgiyi geri alma iradesini ortaya koymalıdır. Ama bu irade kollektif bilince ulaşmadığında, yankı olmaktan öteye geçemez. Onu tarihe dönüştürecek olan, örgütlü ve kollektif mücadeledir.
Bu nedenle; bizim görevimiz artık yalnızca konuşmak değil; sözü örgütlemek, hafızayı kurmak, bilgiyi kolektifleştirmektir.
Roman/Çingene olmak, suç değildir. Bir direniştir. Ve o direniş, örgütlü olduğunda dünyayı değiştirecektir.