Türkiye devrimci hareketinin politik varlığı, Marksizm alanında yer almaktadır. Marksizm’in emperyalizm ve ulusal soruna bakışı, ideolojik olmanın serdüveni, politikada tutum alıştan pratik politikada konum alışa kadar pek çok alanı belirlemektedir.
Emperyalizm karşıtlığının ideolojik kurulumu tarih yazımı içerisinde oluşa gelen devrimlerin varlığını homojenleştirme tehlikesi barındırır. Emperyalizmin hangi koşullarda temel politik antagonizma olduğu sorusunun ekonomizme indirgenmiş hali politikada üç-dünya teorisinin gerici haliyle sarmalanmıştır. Üç-dünya teorisinin sözde emperyalizm karşıtlığı, pratik konum alışta egemen ulus-devleti, yalnızca ezilen ulus karşında değil, ezilenlerin tüm kesimleri karşında kendine miğfer almaya hazır ve nazırdır. Üç-dünya teorisini Lenin’de var olan iki ulus teorisini ayırmak pratik varoluşlarla mümkündür ve her zaman devrimci bir serdüvene ihtiyaç duyar.
Modernist politika algısının ilerlemeci ve “insan” merkezli algısı, devrimci pratik politikanın doğasını da ekonomizme hapsetmektedir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını dar ekonomizm içerisinde tarif etmek, Kürt özgürlük hareketinin varlığını ve politik var oluşunu kendi ideolojik edinimi içerisine hapseder.
Bu ideolojik edinim, emperyalist müdahale karşında ezen devlet (ABD), ezilen devlet (Suriye Devleti) ve ezilen ulus (Kürt halkı) gibi üçlü denklerim yöresinde, ezilen ulusun mücadelesini baş düşman karşısında, ezilen devlet lehine çözer. Bu tasnif üç-dünya teorisinin tasnifidir. Politikada bu tutum alışın, pratik karşılığının nereye denk düştüğü sorusu önem arz etmektedir. Üç-dünya teorisiyle, Lenin’in iki-ulus teorisini birbirine karıştırmak aynı soruyu gündeme getirir.
Lenin, burjuva ya da proletarya önderliğinde iki-ulus’tan bahseder ve böyle durumlarda pratik tavır alış konjoktürün gerçekliğiyle ilgilidir. Lenin’in proletarya önderliğindeki uluslaşma sürecindeki politik tavrı nettir. Lenin, proletaryanın önderliğinin olmadığı uluslaşma süreçlerinde tavrını ezilen-ulustan yana koymuştur, isterse bu ulusun konjonktürdeki öncü ezilen ulus burjuvazi olsun. Lenin hiçbir koşulda ezen-devleti, ezilen ulus karşısında kendine miğfer edinmemiştir.
Lenin’in emperyalist savaş koşullarında kendi yerel dinamiği üzerinden bir konum almakla malul olmuş, 1914 I.paylaşım sırasında herhangi bir devletin desteklenmesini değil, iç savaşı işaret etmiştir. “Anavatan savunmasının” kendisini “emperyalizm içerisinde” bir taraf alış olarak konumlandıran Lenin, esas meselenin ezilenlerin iktidarına giden yolu açmak olduğunun işaret eder. Bu minval içerisinde bakıldığında, Suriye devletine yapılan “emperyalist odaklı” saldırı düşünüldüğünde; Rojava’nın kurulumunun ve ezilen ulus[ların] dinamiğinin Leninist bir proje olmadığını hangi argümanlarla reddedebiliriz? Savaş koşulları içerisinde ezilenleri iç savaşa yönlendiren Bolşevik proje ile Rojava devriminin üst karakteri aynı politik düzlemden ilerlemiştir.
“İlk askeri saldırıyı hangi grubun yaptığının veya savaşı ilk kimin ilân ettiğinin sosyalistlerin taktiklerinin belirlenmesinde hiçbir önemi yoktur (…)” diyen Lenin, ezilenlerin iktidar perspektifi doğrultusunda ezen devletlerin kendi aralarındaki politik diyalog ve stratejilerinin devrimciler namına bir öneminin olmadığını kaydediyordu.
Savaş koşulları içerisinde “iç savaş” perspektifinin varlığını devrimci politik bir strateji olarak anlamlandıran Lenin [Sosyalizm ve Savaş] bir anda “kavramsaldan” çıkıp politikanın nesnesine dokunmaya başlıyordu. Konjonktür içerisinde konuşan Lenin, o anda verili durumun varlığını ezilenler lehine çevirebilecek bir pratik içerisindeydi. Ezilenlerin iktidar perspektifinin öncelliğinin, yapısal belirlenimler ve “an dışı” tanımlamalar olmadığını [gayet pratiği ile!] gösteren “aynı” Lenin, bir başka konjonktürde ise İngilizlerle masa başına oturabiliyordu!
Lenin’in konum alışı ve ifadelendirmelerinin günümüz politik dengeleri üzerinden anlaşılması özel önemde olmakla birlikte, cümlen içerisinde geçen “anlaşılması” kurgusu Lenin’i değil Leninizmi işaret etmektedir. Bu minval içerisinde Leninizm bize, kendinden menkul saf bir ezilenler perspektifi değil tam aksine çatışıklı bir politik doğa içerisinde tutum almayı işaret etmektedir. Esad’ın lideri olduğu Suriye devletinin o konjonktürde emperyalizm ve çetelerine karşı savaşması “o anın” politik tutumunu tayin eder ancak ifade edilen politik tutum yapısal bir analizin konusu olamaz! Marksistlerin bir konjonktür içerisinde alan tanımlama çaba ve verileri tarihin değil, politik konjonktürün konusudur. Bir dönem “ezilen devlet” bir dönem içerisinde “ezen devlet” konsensüsünde ezilen bölüklerle karşı karşıya gelebilir ve ifade edilen ilişki biçimi “amasız, fakatsız” bir kurulum ile savaşan ezilen bölüğünün yanında saf tutulmasını “şart koşar.”
Kürt özgürlük hareketinin Rojava devrimi içerisinde, yakaladığı politik yarığın içerisine girmesi ve devrimci durum anını oluşturması yukarıda ifade edilen veriler dahiliyetinde okunmalı, oluşan ve oluşacak olan müttefiklik stratejileri de bu minval içerisinde konumlandırılmalıdır.
PYD’nin, Suriye’nin yerel örgütleriyle ittifak yapması politikada tutum belirleyen bir başlık altında tartışılmaya başlandı. Bu başlığın yöresi kısaca şu: “ABD IŞİD’i bahane ederek aslında Suriye’ye müdahalenin yolunu açmakta. Bundaki tek amaç Esad Rejimi’ni devirmek. Bu nedenle başat sorun anti-emperyalist olmaktan geçmektedir. Bu durumda PYD Esad’la ittifak yapmalıdır yapmazsa ABD’ye uşaklık edecektir.” Bu, baş düşman tezini temel alan politik bir tutumdur. Ancak bu politik tutumun pratik uzantısı iç-savaş koşullarında cephe içinde ve cephe gerisinde nereye denk düşmektedir.
[cephe-içi…]
Bu politik tutum alış cephe içini görmemektedir. Suriye’de iç savaş’ın başından bugüne kadar, Esad rejimi Rojava’nın özerkliğini tanımamaktadır. Koşullar belki Esad rejimi için elverişli değildir diyebiliriz. Ancak IŞİD ve çetelere karşı PYD’yi desteklediğine dair Esad rejimi tarafından atılan kayda değer bir adım olmadı; silah desteği, lojistik destek vb… Diğer taraftan PYD Esad rejimiyle bir müzakere içinde olmak istediği açıktan dile getirdi, ancak bu rejim tarafından görmemezlikten gelindi. O zaman bu politik tutum alışın cephe içiyle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur çünkü somut duruma dokunmamaktadır. İç-savaş koşulunu Esad lehine düzlemek ve rejimi Kürt karşında kendine miğfer edinmektedir. Politik tutum alış iç-savaş koşulların verili haliyle cephe-içinin gerçekleri dışındadır. Hükümsüzdür!
[cephe-gerisi…]
Bu politik-tutum alışın, yani anti-emperyalizm ve baş düşman ABD tezinin cephe-gerisindeki pratik ucu, bu tezi ileri sürenlerin ideo-politik yöresinde anlam kazanmaktadır. “ABD müdahalesinin amacı aslında Esad rejimini devirmektedir, öyleyse PYD dâhil tüm örgütler ABD planına hizmet etmektedir.” Bu tutum alış, pratik olarak PYD karşıtlığı doğurmaktadır. Ancak aynı tutum içerisinde olan, yani PYD karşıtı olan daha güçlü bir özne vardır TC devleti. Bu durumda bu politik tutumu cephe-gerisinde dile getiren politik özneler için;
–bir, kendi ulus-devletiyle PYD karşıtlığında pratikte aynı yere düşmektedir.
–iki, ideolojik alanda PYD düşmanlığı özelinde Kürt düşmanlığını körükleyen bir şoven söylemle el ele gitmektedir.
Bu tutuma sahip politik öznelerin PYD ile mazlum Kürt halkı arasında ayrım yaptıklarını dile getirmesinin yalnızca politik bir karşılığı olmamak bir yana toplumsal bir karşılığı da yoktur.
Bunun iddiasında olmak geleceğe aittir şimdiye dokunmaz, nesnesizdir. Çünkü Rojavalı Kürtlerin iradesi PYD’dir. PYD düşmanlığı bu bağlamda cephe-gerisinde Kürt düşmanlığını körükler ve şovenizme hizmet eder. Bu bağlamda baş düşman tezine cephe-gerisinde sıkı sıkıya sarılan politik öznelerin düzeneği sol-içi şovenizme hizmet eder/etmektedir.
[Marksist Devrimcilik için uygun politik tutum alış…]
Cephe-içinde, Esad karşısında, Rojava devriminin yanında olmaktan ve elbette cephe-gerisinde, Esad rejimine karşı ve Rojava devrimine karşı emperyalist müdahalenin karşısında yer almaktan geçer.
Bunu yaparsak kendi ulus-devletimizi kendimize miğfer etmekten kurtulur ve başta üç-dünya teorisinin şovenist politik tutumu olmak üzere, her türlü şoven ideolojinin sol içerisine sızmasına set oluşturabiliriz. Eğer bunu başaramayacak isek, Marksist devrimciliğimizden şüphe etmeye başlayabiliriz!