Öcalan “müjdeledi:”
“30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır.”
Bu heyacanlandırıcı tarihi haber, Kürt halkının da 30 yıllık beklentisinin karşılığıydı. Ancak Lice provokasyonu bu tarihi haberi gölgeledi. Lice’de Mahsum Korkmaz heykeli açıldı. Sürece pek uygun olmayan ve askeri figürleri önplana çıkaran bu zamansız yapıt, son derece saldırgan ve provokatif seramonilerle yıkıldı. Yıkıcılar heykele basarak fotoğraf çekince, özel savaş yıllarını yaşayan halk, cesetlerine basılarak çekilen gerilla görüntülerini anımsadı ve karşılık verdi. Bazı yerlerde karşı provokasyonlar gelişti. Sosyal medyada, kimi gençlerin, yıkılmış Atatürk büstüne basarak çektirdikleri resimler yer aldı.
Oysa 30 yıllık zorlu ve onurlu mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkan ve somut görüntüler vermeye başlayan müzakere ve çözüm olasılığı, anıtların en güzeli, en büyüğü ve en anlamlısıydı. Lice provokasyonu, bu şahane esere, yani çözüm olasılığına, savaş ağalarının tepkisiydi. Bu tepki, bilindiği gibi çözüm olanağının ortaya çıktığı her aşamada kendini gösterdi ve çözüme karşı savaşı, şiddeti kamçıladı.
***
Görülüyor ki Kürt sorununda bir provokasyon aralığı var!
Çözüm olasılığının arttığı, tarafların birbirlerine yakınlaştığı, görüşme, müzakere ve çözüme ikna olduğu, somut adımlar attığı ya da planladığı süreçler bu “aralığı”oluşturuyor.
Barış karşıtları da en çok bu aralığa odaklanır. Bu aralıkta ortaya çıkar, saldırılar gerçekleştirir. Savaşı, şiddeti kışkırtır.
Öyle de oldu!
Öcalan’ın, “30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır” dediği, ardından “çözüm” trafiğinin yoğunlaştığı; Süreci yürütmekle sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın da “yol haritası eylül ayına kadar netleşecek” dediği, ardından da, “İmralı’ya yeni heyetler gidecek, Kandil ve Avrupa ile görüşmelerin yapılmasında fayda var.” “Bundan sonrası sınırları iyi çizilmiş bir yol haritası. Oluşacak yeni heyetimizin Kandil’le de direkt görüşmesini arzu ediyorum.” diye eklediği bir süreçte “anıt provokasyonu ve ardısıra gelişen olaylar dizisi nasıl “spontane” olabilir?
Nasıl “tesadüf” sayılabilir?
Bu senaryo dediğim gibi, her çözüm olasılığı belirdiğinde sahneye kondu…
Süreç baltalandı.
Kör döğüş gelişti.
Öcalan’ın büyük ustalık ve özveriyle yakınlaştırdığı taraflar ve halklar karşı kutuplar olarak birbirini itti, uzaklaştı.
Yoksullar öldü, yaralandı, içeri alındı.
***
Gerilla heykelinin yıkılması onur kırıcı, aşağılayıcıdır. Karşı tepkiler meşrudur. Ancak kısasa kısas yanlıştır. Gerillaya karşı Atatürk büstünün sökülmesi de bir o kadar provokatiftir. “Anlık tepkiler” deyip geçilmeyecek kadar baltalayıcıdır.
Duygular, anlık refleksler siyasal duruş ve önceliklerle yer değiştirdiği, hatta meşru görüldüğü anda her şey biter. Emek, mücadele anlamsızlaşır. Süreç, provokasyonlara yenik düşer. Provokasyon aralığı uzar, süreç kaybolur.
Bundandır ki herkes, Öcalan’ın, “30 yıllık savaş büyük bir demokratik müzakereyle sonuçlanma aşamasındadır.” müjdesinin arkasında olmalıdır.
Bu sıradan bir söz, gelişigüzel kurulmuş bir cümle değildir.
30 yıllık mücadelenin, acının, yokluğun, emeğin, değerlerin özeti; halkın umudu, isteği, beklentisidir.
Bilinmeli ki klasik karşıtlık üzerine kurulmuş dışavurumların, tepkilenmelerin siyasal karşılığı artık yoktur.
Tutum, provokasyon aralığında duran Türk ya da Kürt çözüm karşıtlarına karşı olmalıdır.
“Müzakere, yol haritası, kandille doğrudan görüşme, Öcalan’ın sivil toplum örgütleriyle görüşmesi” gibi girişimler, Kürt tarafının da somut taleplerinin olduğu ve bunda yol alındığı görülüyor.
İktidar da, siyasal dile getirişinin gereğini yapmalı, bir an önce çözümün alt yapısını oluşturmalıdır.
(Delil Karakoçan – 23 Ağustos 2014 – Özgür Gündem)