Kapı açıldı, Ümit Özdağ tahliye edildi.
Bu ülkede ne zaman bir kapı açılsa, başka bir kapı kapanıyor gibi. Özdağ’ın cezaevinden çıktığı gün, hâlâ içeride olan yüzlerce insanın gözlerinin önünde çelik bir perde iniyor. Adalet bir kez daha güçlü olanın lehine çalışıyor.
Oysa hafızamız taze. Kayseri’de başlayan sığınmacı karşıtı linç dalgası, “bir tweet, bir slogan, bir siyasetçinin nutkuyla” çorap söküğü gibi çözüldü. O isim kimdi? Ümit Özdağ. O eylemler sırasında Zafer Partisi pankartları sarkıyordu balkonlardan. Gençler, eline taş aldığı an önünde kimseyi görmüyordu artık. Ne çocuk vardı, ne kadın, ne yaşlı. Yalnızca düşman vardı. Düşman ilan edilen sığınmacı.
Ve bu ateşi kim yaktı? “Vatan elden gidiyor” diyen bir adam. Sınır çizgilerini haritalarda değil, tenlerde arayan bir ‘siyasetçi’.
Ama hikâye bununla da bitmiyor.
Bir seçim gezisinde, üniversite çağındaki bir genç kadın, elini uzatıyor. “Oyunuzu Zafer Partisi’ne mi vereceksiniz?” diye soruyor Özdağ. Genç kadın başını sallıyor, “Hayır, HDP’ye” diyor. Özdağ’ın cevabı, “Hiç teröriste benzemiyorsun halbuki.”
İşte burada duralım. Çünkü bu cümle, bir mahkeme tutanağında yer almıyor belki ama yasal bir siyasi parti seçmeninin belleğine kazınmış durumda. Bir siyasetçi, sokakta karşılaştığı bir yurttaşa sadece siyasi tercihi nedeniyle “terörist” diyor. Üstelik bunu kameralara baka baka yapıyor. Bu, sadece bir hakaret değil. Bu, milyonlarca insanın yaşamına yöneltilmiş bir tehdittir.
Şunu da açıkça ifade edeyim; Kimsenin haksız yere içeride tutulmasını savunacak değilim. Özdağ’ın da bir nefret suçu işlediği açık. Ama bu ülkede bu suçu sadece bir veya birkaç kez işleyenler değil, her gün ağızlarını açtıklarında sistemli olarak işleyenler iş başında. Onları destekleyen ‘yetkisiz’ yedek güçler de fiilen iş başında. Aydınlara, solculara, kadınlara, LGBTİ+’lara nefret kusuyor, devlet eliyle işlenmiş cinayetleri zaman aşımına uğratıyor, mafya liderlerini, uyuşturucu kaçakçılarını serbest bıraktırıyor, çeteleri görmezden geliyorlar. Bu ortamda Özdağ gibi isimler bile içeri atılınca mağdur pozisyonuna düşerek taraftar toplayabiliyor.
Peki bugün cezaevinde kim var?
Selahattin Demirtaş hâlâ içeride. Figen Yüksekdağ içeride. Can Atalay, Ercüment Akdeniz, Ekrem İmamoğlu içeride. Onlarla birlikte onlarca Kürt ve sosyalist siyasetçi, gazeteci, öğrenci, akademisyen, barış isteyen, eşitlik diyen yüzlerce insan. Onlara yöneltilen suçların çoğu söylem temelli. Tweet attıkları için, konuşma yaptıkları için, bir basın açıklamasında bulundukları için içerideler. Ve elbette Öcalan… tecrit altında yıllardır. Halbuki sadece ‘Barış’ diyor kendisi.
Ama Özdağ dışarıda.
Atatürkçülük kisvesi altında, ırkçılığı genç kitlelere pazarlayan biri. Üniversitelerde, sosyal medyada, forumlarda “cesur adam” diye parlatılan bir isim. Oysa onun “cesareti” denen şey, en zayıfa, en savunmasız olana, en az sesi ve sözü duyulana yöneltilmiş örgütlü bir nefrettir.
Bugün Özdağ serbest. Çünkü bu ülkede ırkçılık bir suç değil, bir strateji. Bugün Özdağ serbest, çünkü adalet güçlüye göre eğilip bükülebilen bir zemin artık. Bugün Özdağ serbest çünkü barışı savunmak hala en büyük tehdit, hala en büyük “suç”.
Ve belki de asıl neden burada yatıyor; Özdağ bugün dışarıda çünkü iktidarla aynı ideolojik zeminde durup, ona siyaseten muhalefet eden bir figür. Yeni bir ‘çözüm süreci’ ufukta belirirken, Özdağ’ın eski söylemlerle buna karşı çıkması, belli ki iktidar cephesinde rahatsızlık yaratıyordu. Şimdi ikna mı edildi, yoksa hizaya mı çekildi? Bu, ancak zamanla açığa çıkar.
Aynı gün serbest bırakıldı Ümit Özdağ. Ve aynı gün tutuklandı Ozan Cırık, Eylem Yılmaz ve Dicle Baştürk. Irkçı söylemler ödüllendirilirken, hakikatin peşindeki gazeteciler demir kapılar ardına gönderildi. Bu ülkede artık adaletin terazisi yok! Sadece kimin sesi daha tehlikeli sayılıyor, ona bakılıyor.