Junge Welt gazetesinin SiyasiHaber muhabiri Duygu Yıldız’la yaptığı, 10 Mart 2016’da bu gazetede yayımlanan röportajın çevirisini sunuyoruz.
Ölüm, yıkım ve polisin keyfi uygulamaları: Ankara’nın Türkiye’nin doğusundaki Kürtlere karşı savaşı
Junge Welt gazetesinin SiyasiHaber muhabiri Duygu Yıldız’la yaptığı, 10 Mart 2016’da bu gazetede yayımlanan röportajın çevirisini sunuyoruz.
Üç aydır Kürdistan’dasınız. Nasıl tecrübeler edindiniz bir kadın gazeteci olarak?
Batıdayken de burada savaşın olduğunu biliyorduk, ama insanın bunu kendi gözleri ile görmesi farklı bir şey. Bombaları duyuyorsun burada, keskin nişancı ateşini.. Her gün, her gece, patlamanın sesiyle uyanıyorsun. Şartlar kolay olmadığı halde, burada kalmaya karar verdim. Özellikle gazeteciler için şartlar gerçekten kolay değil. Zaten anaakım medyadan buraya ilgi yok, ancak Kürt basını ve SiyasiHaber gibi sermayeden bağımsız özgür basın çalışıyor burada. Bu da bizi hedef haline getiriyor.
Mesela bir defasında, Nusaybin’deydim ve birden bire polisler geldiler. Zırhlı araçlarla etrafımızı sardılar, özellikle gazetecileri. Kürt basınından JİNHA ve DİHA’lı arkadaşlar vardı yanımızda. Etrafımızı sarıp yüzümüze silah dayadılar. O anda öleceğimi düşündüm. Eğer isteselerdi bizi orada öldürüp, ardından da "teröristtiler" diyebilirlerdi. İnsanları öldürüp kolayca kriminalize edebiliyorlar. Korkmuyorlar, çünkü polis şimdi Kürdistan’da istediği keyfi uygulamayı yapabiliyor.
Birkaç gün önce gazeteci arkadaşımla Sur’daydık. Sokaklarda çocukların ve kadınların fotoğraflarını çektim. Çok mutluydum çünkü uzun süredir Suriçinde sokakta hiç kimseyi görmemiştim. Birden bire silahlı özel harekat polisleri çıktı karşımıza, yasaksız bölgede olmamıza rağmen bizi duvara dayayıp tepeden tırnağa aradılar. Bizi terör örgütüne üyelikle suçladılar. Gazeteci arkadaşım Kürt olduğundan “O mutlaka PKK’lidir” dediler. Ben de Türk olduğum için DHKP-C ya da MLKP’li olabileceğimi söylediler. İki saat bizi tuttular, bütün fotoğraflarımızı kontrol edip bazılarını sildirdiler ve kimlik kontrolü yaptılar. Ondan sonra birilerini tutuklamak için bir yere gitmek zorundaydılar ve bize şöyle söylediler: ‘Şanslısınız. Başka bir işimiz var, yoksa bu kadar ucuz atlatamayacaktınız.”
Aynı gün çocukların sokakta polis tarafından tartaklanmasını gördük ama hiç bir şey yapamadık. Çok moral bozucuydu.
Sizi yakaladılar ve sonra size çıplak arama mı yaptılar?
O Nusaybin’de oldu. Vardıktan bir saat sonra. Yabancı gazeteci olan dostumla birlikte yoldaydım. Röportaj yapmak ve fotoğraf çekmek istedik, Mitanni Kültür Merkezi’ne gittik ve oraya giderken polisler bizi gördü. Arkadaşım çok uzun boylu ve yabancı olduğu kolay anlaşılıyor. Bizi fark ettiler ve götürmek istediler. Şüpheli göründüğümüzü iddia ettiler. ‘Niye şüpheli görünüyoruz?’ diye sordum. Onlar ise bana ‘Arkadaşın çok uzun, o keskin nişancı mı? Siz burada kesin teröristlere yardım ediyorsunuz’ dediler. Bizi karakola götürdüler, orada bizi iyice aradılar. Bir odaya götürdüler bizi, orada sürekli sorgu için farklı polisler gidip geldi. Her zaman aynı soru sordular: ‘Kim için çalışıyorsunuz? Ajan mısınız? Kim size maaş veriyor?’
Bu yedi saat sürdü, bir amir gelene kadar. O benim arkadaşıma hiçbir zaman ülkesine dönemeyeceğini, Diyarbakır’da öleceğini söyledi. Aynı amir sorgunun başlangıcında da oradaydı ve İngilizce bilmiyormuş gibi davrandı. İki saat sonra ise o tehditleri çok iyi bir İngilizceyle söyledi. Sonunda beni bodrumdaki bir odaya götürdüler, bana ince arama yapmak istediler. Kanunlara uygun olmadığını söyledim. Ancak ellerinde bir savcılık talimatı varsa yapabileceklerini belirttim. Ancak onların cevabı şu oldu: “Burada savcı da biziz, hükümet de mahkeme de. İstediğimizi yaparız. Sen bize boyun eğeceksin…”
Karşı koyamadım o yüzden soyundum. İki kadın polis beni aradılar ve beni orada yarım saat giysisiz beklettiler. Ondan sonra tekrar giyindim ve sorguma devam edildi. Sabah 11’de bizi gözaltına aldılar ve saat akşam 19:00 civarında bizi bıraktılar. Bizi son olarak bir hastaneye götürdüler. İşkence edilmediğimizi belgelemek için. Sonra da serbest bıraktılar.
Geçtiğimiz günlerde yasağın kalktığı Cizre’ye gittiniz. Nasıl görünüyor Cizre şimdi?
Cizre’de 80 gündür sokağa çıkma yasağı vardı. Cudi mahallesindeki bütün binalar tahrip edildi. Orada artık yaşanması mümkün değil. Evlere atılan bombalarla evlerdeki her şey yanmış. Eşyaları yakmak için vurmuşlar. Bazı evleri de kendileri yakmışlar. Enkaza dönmüş bazı sokaklar ceset kokuyor.
Çürüyen ölülerin kokusu yanık kokusuyla karışıyor. Polisin yaktığı eve de girdim. Benzin döküp yakmışlar. İnsanlar harabelere şaşkın şaşkın bakıyor. Onlara ait olan şeylerin artıklarını arıyorlar. Bardaklar, çatal, bıçak. Tahrip edilmiş bir evde yıkıntıların içinde oturan ve çay içen bir kadına rastladım. Şöyle söyledi: “Ben hiç bir yere gitmeyeceğim. Ben korkmuyorum. Burada bekleyeceğim çünkü bu tahrip edilen ev benim evim ve onu hiç kimseye vermem.” Birçok insanın böyle konuştuğunu duydum.
Sivillerin öldürüldüğü bodrumlara da gittim. Bir bodrumda 33 kişiyi öldürmüşlerdi. Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Mehmet Tunç vardı, o da orada öldürüldü. Yanmış vücut parçalarını gördüm. Öyle görünüyor ki ölüler yanmadan önce parçalandı ve yakıldı. Çünkü büyük parçaları bulamadılar. Baş ya da gövde yoktu. Küçük parçalar, parmaklar, kemikler vesaire vardı.
İnsanlar nasıl tepki gösteriyor? Onlar korkuyor mu, geleceğe dair umutları var mı? Halk direnmeye devam etmeyi istiyor mu?
Cizre’de halk, hükümete ve Erdoğan'a karşı öfkeli ve o öfke de direnci büyütüyor. Onlar umutsuz değil, her şeylerini kaybettikleri halde. Onlar bir gün kazanacaklarına ikna olmuşlar. Özgürlüklerinden vazgeçmek istemiyorlar. Her şeyden önce akrabalarını, çocuklarını kaybedenler üzgün. Özellikle çocuklar için durum oldukça kötü. Onlar savaşın psikolojik yükünü taşıyamıyorlar. Sokaklarda onları görüyoruz, enkazlardan sokaklardan bomba artıkları şarapnel parçalarını toplarken. Bulduklarını hurdacıya satmayı deniyorlar. 5 yaşında çocuklar bunu yapıyor, ailesine destek olabilmek için. Bazen henüz patlamamış havan topu mermisine rastlıyorlar ama boş veriyorlar, bütün korkularını kaybetmişler, polisten, ölümden…
İnsanlar PKK’den büyük bir harekata başlamasını bekliyor mu?
Evet, çok net. ‘Bahar gelecek’ diyorlar. Bu doğruysa, Gerilla şehirlere gelecek demektir. Ya da en azından şehirlerde savaş başlayacak. Şimdiye kadar 'cephe savaşı' veriliyordu, bir cephede Sur'da Nusaybin'de vs sürüyordu savaş. Önümüzdeki süreçte, savaş şehirlere taşınacak gibi görünüyor.
Barış görüşmelerinin olacağını düşünür müsünüz – ya da size göre savaş daha çok mu tırmanacak?
Bütün bu katliamlardan, bunca kayıptan sonra Kürdistan’daki insanlar bu devletle barış istemiyor. Demokratik bir biçimde kendi kendilerini yönetmek istiyorlar. Tahmin ettiğim kadarıyla, istediklerine sahip olana kadar savaşacaklar. Özyönetim yani demokratik konfederalizm şu anda onların tek dileği. Devletle anlaşma olmazsa ve gerilla şehre gelecekse savaş daha da yayılacak. Daha fazla yıkım olacak. Mesela, Diyarbakır’da sadece Sur’da değil Yenişehir’de, Bağlar'da ve Diclekent'te de savaş olacak. Sadece Nusaybin’de değil Mardin’de çatışmalar olacak. Bunun ötesinde unutmamalıyız ki bir sürü Kürt Türkiye’nin batısında yaşıyor, İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da. Eğer barış olmazsa, çatışmalar oralara genişleyebilir. Savaşın genişlemesini önlemek için tek şans hükümetin Abdullah Öcalan’la ve PKK ile anlaşmayı denemesi. Ancak şu süreçte hükümet ve Kandil arasında herhangi bir görüşme yapılmıyor. AKP hükümetinin gündeminde barış yok. Ülkedeki rejim faşizme doğru gidiyor. Erdoğan diktatörlüğünü kurmaya uğraşıyor, şimdiki son engeli ise Kürtlerin direnişi. O yüzden bu kadar sert uygulamalarda bulunuyor.
Peki siz Kürt Sorununun çözümü ile ilgili AB’den ne bekliyorsunuz?
Kürdistan’daki insanlar AB’ye tepkili. Avrupa'nın onları yalnız bıraktığını düşünüyorlar. Katliamı bitirmek için AKP hükümetine basınç yapmıyorlar. Ben de aynı şekilde düşünüyorum. AB hükümetleri, Türkiye ile mülteci anlaşması çerçevesinde Kürdistan’daki katliama sessiz kaldılar. En kritik anlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılan tedbir başvuruları reddedildi. Avrupa'da Kürdistan için sokaklara çıkan devrimci demokrat güçler baskılandı.
Yine de Avrupa basınından buraya ilgi gösteren gazeteciler ve demokratlar bölgeye geliyor. Buranın sesini Batı'ya taşımaya çalışıyor. Maalesef, bütün bu çaba Ankara'ya basınç yapmak için yeterli değil. Kürdistan'da yaşanan Kürdistan'da kalıyor, çünkü Avrupa gerçekten burada olanları görmek istemiyor.
Çeviri: Svenja Spunck, İsa Artar