Abdullah Öcalan’ın 6 Aralık 2025 tarihli açıklaması[1], yalnızca Kürt hareketinin yönelimi değil, Türkiye sosyalist hareketi açısından da kritik bir siyasal momenti işaret ediyor. Devlet, sınıf, komün, Marksizm, devrim, barış ve ekoloji gibi tartışma başlıkları uzun zamandır iki farklı siyasal gelenek arasında kopuk ilerliyordu. Bu metin, söz konusu başlıkları aynı teorik düzlemde buluşturan yeni bir dil kuruyor. Üstelik bu dil, önceki paradigma metninin keskin kopuşlarından farklı olarak hem teorik bir açıklık hem de tarihsel bir nezaket taşıyor. Tam da bu nedenle, Türkiye solunun paradigmayla kurduğu çatışmayı yeniden düşünmesine imkân veriyor.
“Marx’ı suçlamıyorum”
Açıklamanın en dikkat çekici yönlerinden biri, Marksizme dönük yaklaşımın dönüşmüş olması. Öcalan’ın “Marx’ı suçlamıyorum; onun döneminde tarih bugünkü gibi aydınlatılmış değildi” cümlesi, eleştiriyi bir dışlama değil, tarihsel bir tamamlama bağlamına yerleştiriyor. Kadın özgürlüğüne dair “yüzeysel okuduğu” yönündeki değerlendirmesi bir hesaplaşma tonu taşımaktan ziyade, Marksist mirası güncelleme gerekliliğine işaret ediyor. “Marksizmi Marx’tan ayrı gördüğümü de eklemek isterim” ifadesi, paradigmanın geçmişteki üstenci “Marksizmi aşma” tonunun geride kaldığını gösteriyor. Böylece yıllardır süren psikolojik ve ideolojik kopuşun zemini çözülmeye başlıyor.
“Tarih sınıf mücadelesinden ibaret değil”
Bu dönüşüm sınıf anlayışında da kendini gösteriyor. Öcalan’ın metninde proletarya artık diğer ezilenlerin üzerinde konumlanan bir sınıf olarak tanımlanmıyor. Daha önce proletaryayı “diğer ezilenleri ezen bir sınıf” olarak yorumlayan yaklaşımın yerini, kapsayıcı ve tarihsel bağlamı genişleten bir çerçeve alıyor. Sınıf mücadelesi reddedilmiyor; ancak tek belirleyici eksen olmaktan çıkarılarak daha geniş bir antagonizmanın içine yerleştiriliyor: “Tarih sınıf mücadelesinden ibaret değildir; bunu da içermekle birlikte komünal gelişme ile anti-komünal gelişme arasındaki çatışma olarak okunmalıdır.” Böylece sınıf mücadelesi daha geniş bir tarihsel bağlama bağlanırken, Marksizm ile gerilim yaratan önceki ifadeler ortadan kalkmış oluyor.
Devlet ve komün ilişkisi
Metnin devlet ve komün ilişkisine dair söyledikleri, paradigma içinde uzun yıllardır süren en temel muğlaklığı gideriyor. Komünlerin ulus-devletin “yanı başında” büyüyerek ikili bir iktidar oluşturacağı yönündeki belirsizlik, günümüz kapitalist devlet biçimlerinin zor aygıtları düşünüldüğünde pratik olarak karşılığı olmayan bir modeldi. Öcalan bu kez açık bir siyasal çerçeve çiziyor: “Devletle ilişkimi bir demokratikleşme ilişkisi olarak tanımlıyorum. Demokratik cumhuriyet anlayışı, devletin toplum üstünde tanrısal bir güç değil, toplumla yaptığı demokratik sözleşme çerçevesinde işleyen bir yapı olmasını gerektirir.” Burada anarşist bir anlayışla devletin hemen şimdi ortadan kaldırılması değil, dönüştürülmesi söz konusu. Devamındaki “Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşüm yaratmak mümkündür” cümlesi, dönüşümün yönünü daha da netleştiriyor. Böylece komün, devletin dışında ikinci bir iktidar olarak değil; devletin demokratik yeniden kuruluşunda rol oynayan toplumsal özne olarak konumlanıyor. Bu yaklaşım, Marksizmin devletin sönümlenmesi için bir geçiş süreci öngören düşüncesiyle yeniden uyum yakalayan bir ortak zemin yaratıyor.
Demokratik siyaset
Açıklamanın bir diğer kurucu yönü, barışın ve demokratik siyasetin sosyalizmle ilişkisinin yeniden tanımlanması. Öcalan, “Anlamlı bir sosyalizmin şiddet dolu bir devrim anlayışından ziyade pozitif bir inşa ve demokratik diyalog biçiminde örgütlenmesi” gerektiğini ifade ederek, devrimci şiddet tartışmalarını aşan bir kurucu siyaset çağrısı yapıyor. Hukuka dair “Hukuk, devlet ile toplum arasındaki demokratik ilişkinin güvencesi ve şiddeti engelleyen bir çözüm aracıdır” cümlesi ise barışın sıradan bir müzakere değil, demokratik toplumun kurucu hukuku olduğunu vurguluyor.
Bu çerçeve, yalnızca Kürt hareketiyle değil, Türkiye ve dünya sosyalist hareketleriyle de güçlü bir rezonans yaratıyor. Poulantzas’ın “sosyalizm ya demokratik olacak, ya da hiç olmayacak” sözünde kristalleşen demokratik sosyalizm yorumuyla uyum içinde. Buradan Marksistlerin tümüyle değil ama önemli bir kesimiyle ortak bir politik hat çıkıyor. Toplumu “demokratik temelde yeniden inşa etmek” vurgusu da demokratik sosyalizm perspektifiyle örtüşüyor. Ekolojik mücadeleler, kadın özgürlüğü hareketi, kent hakkı ve emek mücadelesi gibi aşağıdan toplumsal dinamiklerle ortak bir siyasal mantık kurulmasının yolu açılıyor.
Ekolojik yıkım
Öcalan’ın kapitalizmin gezegeni yok oluşa sürükleyen krizlerini tarif ettiği bölüm bu siyasal hattı derinleştiriyor: “Bu sistem gezegeni kimyasal ve nükleer silahlarla, iklimi kirleterek, yer altı-üstü zenginliklerini talan ederek insan türünün sonunu getirmektedir. Bu gerçekliğe bağlı kalarak yeni bir kapitalist çözümlemeyi insanlığa sunmak, enternasyonalin de temel görevleri arasındadır.” Burada da güçlü bir ortak gündem ve ortak bir tarihsel sorunsal tanımlanıyor: ekolojik yıkım, kapitalist savaş makinesi, uygarlık krizinin çoklu boyutları. Bütün bunlar hem Türkiye’deki sosyalist hareket ile Kürt özgürlük hareketi arasında stratejik bir buluşma zemini oluşturuyor, hem de dünya sosyalist hareketleriyle eş zamanlılık yakalıyor.
Bütün bu yönleriyle Öcalan’ın 6 Aralık metni, iki büyük siyasal geleneğin yeni bir kavşakta buluşmasına imkân sunuyor. Dil, artık kopuşa değil bağ kurmaya; dışlamaya değil ortak kuruluşa; karşıtlık üretmeye değil tartışma alanı açmaya yöneliyor. Paradigmanın geçmişteki üstenci, yer yer Marksizme karşı konumlanan tonu bu açıklamada kaybolmuş durumda. Bunun yerine, ortak bir siyasal akla, ortak bir gündeme ve ortak bir mücadele zeminine doğru atılmış güçlü bir adım var. Bu imkânı büyütmek ise şimdi bize düşüyor.
[1] https://www.demparti.org.tr/tr/baris-ve-demokratik-toplum-insasiyla-sosyalizmi-yeniden-kazanalim/22385/
