Abdullah Öcalan’ın hazırladığı müzakere ve çözüm taslağının ayrıntılarını görmeye henüz fırsat bulamadık. Ancak şimdilik okuduklarımızdan ve İmralı heyeti açıklamalarından oldukça yol açıcı ve heyecan verici bir metin olduğu anlaşılıyor. KCK’nin de onay verdiği metnin Kürt Özgürlük Hareketinin taleplerini karşıladığını, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak bir yol ve yöntem belirlediğini tahmin ediyoruz.
Öte yandan gene çeşitli beyanatlardan, HDP’nin seçime parti olarak girmeye eğilim gösterdiğini ve yüzde 10 barajını aşmayı hedeflediğini de çıkarsıyoruz.
Geçen hafta Rojava’da geniş ve uluslararası akademik bir heyetle yaptığımız gözlemler- ki yakın zamanda bu gözlemleri daha geniş bir çerçevede ele almayı umuyorum- devrimin de önemli bir aşamadan geçtiğini, merkezileşme, modernistleşme, ulusallaşma, sermayeleşme ile toplumsallaşma, halklaşma, evrenselleşme, komünleşme gibi karşıt dinamiklerin daha örgütlü biçimlerde bir mücadeleye girdiğini düşündürttürüyor.
Bunlar reel politika ile tarihselleşme dinamikleri arasındaki dengenin yeniden düşünülmesini gerektiren birbiriyle bağlantılı ve önemli gelişmeler.
Süreçle başlayalım.
AKP’nin sözü geçen haritayı hele hele seçimden önce kabul etme ihtimali olduğunu sanmıyorum. Ancak bu talidir. Çözüm ve müzakere haritası öncelikle örgütlenmenin bir vesilesi olmalıdır.
Bugüne kadar çözüm ve müzakere şartları kapalı kapılar ardında ve siyasi muhattaplar tarafından tartışıldı. Yine de böyle yapılmaya devam ediliyor ve böylelikle AKP hem otorite (karar verici) hem de bir çeşit arabulucu (halkın nabzını tutan ve neye hazır olup olmadığını değerlendiren) kimliğini ve iktidarını koruyor. Müzakere toplumsallaşamıyor. Şimdi ortada Kürt tarafının tüm bileşenlerinin kabul ettiği bir harita olduğuna göre, Bese Hozat’ın yazısında belirttiği gibi bu haritayı her kesimle tartışmak, anlatmak ve haritanın tanınmasını sağlamak Kürt tarafının hem hakkıdır hem de tarihselliğinin kanıtı olacaktır. Sendikalar, odalar, kadın örgütleri, hatta köyler, mahalleler, hatta hatta uluslararası örgütler bunun muhattabıdır ve kanımca AKP ile sürdürülen reel politik çıkmaz böyle bir geniş hitapla ortadan kaldırılabilecektir. Seçenek AKP ile barış ya da savaş değil, barışın muhattabını oluşturma meselesine evriltilebilecektir.
HDP ile devam edelim.
HDP elbette öncelikle yüzde 10 barajını aşmasını sağlayacak tabansal genişleme peşinden gitmelidir. Ancak kanımca bunu yüzde 10 barajını aşmadığı halde ortaya çıkacak siyasi seçeneklerin genişliğine güvenerek yapmalıdır. Bu seçenekler ulusal, bölgesel, küresel meclislere kadar yolu olan ve mutlak demokratik olması gereken bir yelpaze içinde yer alıyor. Yani pozitivizmi aşmak, hesap kitabı hem görerek hem de bir yana bırakmak gibi bir fırsat doğuyor parti olarak, üstelik de meclis de bulunmanın deneyimiyle ve riskli bir biçimde parti olarak girince seçimlere.
HDP büyük sözlerin, heyecan verici öngörülerin, yeni bir halklar ilahiyatının, bölgesel bir kurtuluş ümidinin, aşkın, kadınlığın, isyanın sürekliliğinin, mitolojik ilhamın, sakınmayan faili olmalı şimdi. Reel politikaya takılmadan. Evlerin, ilişkilerin, samimiyetlerin tam içinden. Oy kaygısı değil tarihselleşme kaygısıyla.
Rojava Devrimi de buna ihtiyaç duyuyor. Tek başına üstlendiği büyük misyonu çoğaltmaya ihtiyaç duyuyor.
(Özgür Gündem – 12 Aralık 2014 – Nazan Üstündağ)