Erdoğan iktidarının İslamcı politik çizgide ısrar etmesi halinde, Trump’ın Ortadoğu ve Türkiye politikalarıyla ciddi bir uyumsuzluk yaşayacak ve Ankara bölgesel politikaların çok daha fazla dışında kalacaktır. Trump için Kürtler, Irak ve Suriye’de ittifak yapacaklar bir güç olarak çok daha fazla ön plana çıkacaklardır
ABD seçimlerini birçok kişinin beklentisinin aksine Donald Trump’ın kazanması sürpriz olarak değerlendirildi. ABD’deki kamuoyu yoklamalarına bakıldığında bir sürprizden bahsetmek mümkün. Ama ABD’nin iç politik dengeleri dikkatli okunduğunda bunun bir sürpriz olmadığını söylemek gerekir.
Mayıs 2016 tarihinde Dicle Haber Ajansı’nın benimle yapmış olduğu röportajda “Ortadoğu’daki politik değişimlere ilişkin Demokrat Parti adayı Clinton’un kazanması üzerinden bir beklentiye girilmesi yanıltıcı politik sonuçlara yol açar. Bunun temel nedeni; ABD’nin Ortadoğu politikası uzun bir dönemi kapsayan temel değişimleri içermektedir, ayrıca Trump’ın kazanma şansının olduğunu hesaba katmak gerek ve Trump’ın durumunun küçümsenmemesi gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum.”
ABD seçimlerinde geleneksel olarak dış politika stratejisi belirleyici olur. Belki de ilk kez iç politik gelişmeler etkisini hissettirdi. ABD’nin geçmişte yaşadığı krizin toplumun ekonomik ve sosyal yapısında meydana getirdiği tahribat, yoksullaşan Amerika halkının Trump’ın iç politikadaki taleplerine yönelme eğilimini açığa çıkardı. Diğer önemli bir nokta, Trump’ın ‘anti-İslam’ politikasına özel bir vurgu yapmış olmasıdır. Amerika’nın Ortadoğu siyasetinde belki çok önemli bir etkisi olmayacaktır ama Radikal İslamcı Hareketlerin hızla güçlenmesi ve uluslararası alanda yaygınlaşan saldırılarının Amerika iç kamuoyunu beklenilenin çok ötesinde etkilediği görüldü. Bu iki temel nokta Amerika halkının Trump’a yönelmesini sağlayan önemli bir faktör oldu. Ayrıca FBI’ın Obama’nın engelleme çabalarına rağmen özellikle son zamanlarda Clinton’a yönelik yapmış olduğu açıklamalar, ABD’nin iç politik dengelerinin ve küresel ilişkilerdeki nispi değişimi savunan güç ilişkilerinin sanıldığı gibi Clinton’dan yana olmadığını gösterdi.
ABD dış politikasının temel belirleyeni başkan değildir
Trump ile ABD’nin politik stratejisinde nasıl bir değişim olacaktır. Bunun birkaç yönden analiz edilmesinde yarar var. Dicle Haber Ajansı’nın benimle yapmış olduğu röportajda şunları belirtmiştim: “ABD’nin dış politikası partilerin pozisyonuna göre belirlenmez. ABD’nin küresel varlığının özü dış politika stratejisidir. Bu bakımdan ABD’de ister demokratlar isterse Cumhuriyetçiler gelsin, belirli bir dış politika uygulanır. Bunlar başkan adaylarının politik söylem ve yönelimlerine göre belirlenmez. ABD’nin küresel çapta belirlediği strateji esastır ve adaylara özgü küçük farklılıklar çerçevesinde uygulanır. Bu da ABD’nin dünya küresel kapitalist sistemi içerisinde kendisine biçtiği rolle ilişkidir. 6 Kasım 2016’da gerçekleştirilecek ABD seçimlerinden sonra da, Obama yönetimi tarafından uygulanmaya konulan Ortadoğu stratejisi esasen korunacaktır. Bu stratejinin birkaç temel ayağı bulunuyor. Birincisi, İran ile ilişkilerin geliştirilmesi ve Ortadoğu denkleminde İran’ın aşamalı olarak ön plana çıkartılmasıdır. İkincisi, özellikle Körfez ülkelerin yeniden dizayn edilmesine yönelik politikaya nispeten daha fazla ağırlık verilmesidir. Üçüncüsü, Ortadoğu denkleminde Kürtlerin artan rolünü çok daha önemsemeleridir. Dördüncüsü Türkiye gibi jeopolitik konum kaybı yaşayan ülkelerle ilişkilerin yeniden belirlenmesidir. Beşincisi ise Radikal İslamcı Hareketlere yönelik operasyonları artırmalarıdır… Bütün bunların politik arka planında ise ABD’nin Ortadoğu stratejisinde öncelikli olarak enerji politikasının çok daha belirgin hale gelmesi yatmaktadır. Orta Asya-İran-Güney Kürdistan-Rojava hattı bu bakımdan önemseniyor. Bugün nispeten muğlak kalan bazı noktalar çok daha belirginleşir. Örneğin Esad rejimiyle olan ilişkilerin, Kürt politikasının çok daha netleştirilmesi, Radikal İslamcı Hareketlere yönelik saldırıların arttırılması ve Filistin sorununa ilişkin çözümler gibi birçok noktada politikaların çok daha fazla somutlaşması sağlanabilir.” Bu genel eğilimler aynı zamanda Trump’ın bölgesel politikalarına da yön verecektir.
Yüce Amerika?
Peki, Trump’ın uluslararası ve bölgesel stratejisiyle, nasıl bir değişim gündeme gelebilir. Trump’ın “Yüce Amerika” söylemi, tanrılaştırılan bir Amerika gücü oluşturma eğilimine yönelmesine yol açabilir mi? “Özgürlükçü ABD’den Güvenlikçi ABD’ye” yönelmek çok daha fazla ön plana çıkacaktır. Bunun bir başka anlamı da çok belirgin olmamakla birlikte dinsel merkezli bir politik stratejiye yönelme olasılığını ön plana çıkartabilir. Bu, yeni tipte neocon ekibin yeni bir stratejiyle iktidar gücü olması anlamına gelir mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek oldukça zordur. Söylem benzeşmesi görünse de Trump’ın bölgesel statükoculuğun devamına dayalı bir politik hatta ilerlemeyi esas aldığı söylenebilir. Örneğin, Amerika’nın Irak’ı işgal etmesine karşı çıkan, Mısır’da Mübarek’in devrilmesini yanlış gören, Esad’ın tasfiyesine karşı çıkan bir Trump var. Bu bakımdan ABD’nin tanrılaştırılmasına özel bir vurgu yaparken, tersine ABD’nin tek başına dünya hâkimiyetine yöneleceğine dair bir işaret görünmüyor. Yüce’lik daha çok ABD’deki toplumsal ilişkiler üzerinde şekillenecektir. Örneğin, ırkçı ve milliyetçi söylemler artabilir, İslam toplumuna karşı negatif söylemlerde artış gündeme gelebilir. Güvenlik politikası çok daha fazla ön plana çıkabilir. Göçmenlik stratejisinde değişim ön plana çıkabilir.
ABD’nin bölgesel stratejisinde esasta bir değişiklik olmayacağına göre, içte dinsel vurguları öne çıkan bir politika benimsemesi mümkün. Bununla birlikte Ortadoğu’da Radikal İslamcı örgütlere karşı çok daha saldırgan bir politika izleyebilir. Bunu da tek başına yapmak yerine, bölgedeki dengeleri belirleyen bir güç olarak Rusya ile birlikte çalışması çok daha fazla ön plana çıkacaktır. Obama’dan nispeten farklı olarak Rusya politikasında nispi bir değişimin olması mümkündür. Özellikle Suriye merkezli Ortadoğu politikasında Rusya ile daha yakın çalışması gündeme gelecektir. Bunun bir başka ifadesi, Trump’ın özellikle Türkiye’nin desteklediği IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlere karşı çok daha aktif bir tutum alırken, Esad rejimiyle de çok daha fazla çalışması gündeme gelebilir.
Musul ve Rakka operasyonlarının geleceği
Mayıs 2016 tarihli röportajda şöyle demiştim: “Musul ve Rakka’ya yönelik izlenen politika adayların değil ABD’nin önümüzdeki 15 yılın stratejilerini belirleyecek ilk halkadır. IŞİD’in bölgede güç haline getirilmesi ve şimdi de tasfiye edilmesi, bölgesel stratejilerin uygulanmasının politik arka planının önemli bir parçasıdır. Bu bakımdan Rakka ve Musul’a yönelik askeri operasyonların giderek somutlaştırılmış olması, özellikle ABD’nin iç politikası veya seçimlerle doğrudan bir ilişkisi bulunduğunu sanmıyorum. Belirttiğim gibi esas sorun ABD’nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nasıl bir Ortadoğu yaratmak istemesiyle ilişkilidir. Bu bakımdan Ortadoğu’daki değişimin ana halkası sadece Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasına göre şekillenmeyecektir. Ayrıca Cumhuriyetçilerin adayı Trump’in kazanma olasılığını da küçümsememek gerek. Örneğin Trump’ın seçim çalışmaları içerisinde zaman zaman anti-İslam söylemlere vurgu yapması, ABD’nin Ortadoğu stratejisi üzerinde önemli bir etki yaratmaz.”
Trump, ABD’nin belirlediği bugünkü Ortadoğu siyasetini esastan devam ettirecektir. Buna paralel olarak anti-İslamcılık vurgusunun özellikle İran’da ve S. Arabistan merkezli Körfez devletlerinde nasıl bir etki yaratacağı önem kazanmaktadır. İran ile yapılan nükleer anlaşmadan ve İran’ın artan bölgesel gücünde nispeten rahatsız olan yeni bir ABD Başkanı var. Bu nedenle İran siyasetinde bir değişime yönelebilir mi? İran’ın özellikle Irak’ta artan etkinliğine karşı önlem alabilir mi? S. Arabistan politikasında ciddi bir farklılık olmamakla birlikte, Körfez’de belirli değişimlerin gündeme gelmesi de kaçınılmazdır. ABD’nin bugüne kadar izlediği İran ve S. Arabistan politikasında bir kısım değişimler gündeme gelse de, esasa ilişkin bir değişim olmayacağı, İran ile çatışan bir ABD stratejisinin uygulanma şansının pek bulunmadığını da belirtmekte yarar var.
ABD’nin bugün uygulamaya koyduğu Rakka ve Musul’a yönelik askeri operasyonlara hız verilmesi, bir bakıma IŞİD’in kuşatmaya alınması, Ortadoğu’daki politik ve askeri gelişmeler bakımından yeni sonuçlar doğuracaktır. ABD’nin başlattığı bu sürecin, başkanlık seçimleri ile doğrudan bir ilgisi yoktu. Pentagon tarafından uygulanmaya konulan Musul-Rakka savaş politikası Trump tarafından kesintisizce devam edecektir. Ancak savaşın ittifak ilişkilerinde nispi bir değişim gündeme gelebilir. Örneğin, Rusya ve Esad güçleriyle yakın bir ilişkinin kurulması olasılığı çok daha fazla artabilir. Trump terörist olarak tanımladığı Radikal İslamcı örgütlerin tasfiyesini öncelikli olarak ön plana çıkartacaktır.
Suriye’deki cihatçılara kötü haber
ABD’nin yeni başkanı şöyle diyor: “Muhaliflerin kim olduğunu bilmiyoruz. Onlara çokça para veriyoruz, başka şeyler veriyoruz, ama kim olduklarını bilmiyoruz. Gün gelir de eğer başarılı olurlarsa ki, bu olmayacak çünkü, Rusya ve İran var, ama olur da Esad’ı devirirlerse ki, kötü adam olduğu bir gerçek, en az onun iktidarı kadar kötü bir tabloyla karşılaşabiliriz.”
Bu bakış açısı, Ortadoğu’daki bölgesel savaşta Radikal İslamcı güçlere karşı ABD’nin gelecekteki tutumunu belirlemede bize bir fikir veriyor. Ayrıca “Rusya IŞİD’den kurtulmak istiyor. Biz de IŞİD’den kurtulmak istiyoruz. O zaman belki de bırakmalıyız ki, Rusya bu işin icabına baksın. Yani, bırakalım onlar IŞİD’den kurtulsun” söylemi Trump’ın IŞİD politikasındaki bakış açısını ortaya koyduğu gibi Rusya’ya biçilen bölgesel rol bakımından da bize bir fikir veriyor.
Trump’ın bir başka vurgusu da, Kürtlerle olan ilişkilerin boyutudur. Özellikle bölgesel ittifaklar bakımından önemli mesajlar içermektedir. ABD’nin Rakka’ya yönelik operasyonda Türkiye’nin birlikte operasyon yapma önerisini geri çevirip özellikle YPG güçleriyle hareket etmeye karar vermiş olması, önümüzdeki döneme ilişkin bir fikir veriyor. Rakka ve Musul operasyonlarının ABD bakımından taktik bir kazanım yaratmanın çok ötesinde bölgesel stratejik yönelim ve çıkarlarını, ittifak ve güç dengelerini belirlemede önemli bir veri olarak görülebilir. Örneğin, Rojava’da bulunan ABD askerlerinin YPG armasını takmış olmaları, askerlerin kişisel tercihi olmayıp, bilinçli bir politika olarak uygulanmıştır. Basit bir armanın takılmasının çok ötesinde, bölgesel ilişkiler dizayn edilirken kimlerle hangi düzeyde ittifak kuracaklarınınım mesajını içeriyor. Bu politik strateji Clinton ve Trump’ın tercihlerinden bağımsız olarak devam izlenmeye devam edilecektir.
Kürt güçlerinin büyük hayranı
Yeni ABD Başkanı diyor ki: “Kürt güçlerinin büyük hayranıyım. Diğer yandan, Türkiye ile son derece başarılı bir ilişki içinde olma potansiyelimiz var. Eğer, her ikisini bir şekilde bir araya getirebilirsek gerçekten harika olur.” Bu politika Obama yönetimi tarafından da izlenmişti. Ancak Türkiye’nin PYD’ye yönelik ortaya koyduğu tutum, ABD’nin PYD’yi tercih etmesine yol açtı. Bu politik yönelim aynı şekilde devam edecektir. Özellikle Erdoğan iktidarının İslamcı politik çizgide ısrar etmesi halinde, Trump’ın Ortadoğu ve Türkiye politikalarıyla ciddi bir uyumsuzluk yaşayacak ve Ankara bölgesel politikaların çok daha fazla dışında kalacaktır. Trump için Kürtler, Irak ve Suriye’de ittifak yapacaklar bir güç olarak çok daha fazla ön plana çıkacaklardır. Türkiye, özellikle PYD’ye yönelik olumsuz politikasını devam ettirirse, Trump için de kaybeden güç olmaya devam edecektir.
Trump’ın başkan olmasıyla ABD’nin küresel ve bölgesel ölçekte politik stratejilerinde esasa ilişkin bir değişim olmayacaktır. Ancak taktiksel değişimlerin de beklenenden çok daha fazla sarsıcı etkisi olacaktır. Bu sarsıcı etki Radikal İslamcı örgütlerle ilişkilerini kesintisizce devam ettiren Türkiye’yi çok daha fazla ilgilendirmektedir.
(Bu yazı Sendika.Org'dan alınmıştır.)