SEÇTİKLERİMİZ-Fehim Taştekin’in Al Monitor’daki yazısı: Menbic taktiği Rakka için de geçerli
Başbakan Binali Yıldırım bir süre önce Suriye’de Rakka operasyonuyla ilgili Türkiye’nin şartını şöyle ortaya koymuştu: “YPG varsa biz orada yokuz.”
Rakka’yı İslam Devleti’nden (İD) kurtarmak için başlatılan Fırat’ın Gazabı Operasyonu’nda fiili liderliği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısı altında Kürtler üstlenirken Türkiye bir kez daha saha kenarında kaldı. ABD’nin Musul operasyonundan farklı olarak Rakka’da oyuna bir şekilde dahil etmek istediği Türkiye’ye biçtiği rol kente hükmedecek doğru güç bileşeninin bulunmasına yardımcı olmak.
Geçen yaz Halk Savunma Birlikleri (YPG) liderliğindeki SDG’yi dışlamak için ABD’ye ortak operasyon teklif eden Türkiye’nin şimdi Fırat’ın Gazabı’na yönelik belirlediği kırmızı çizgi Menbic için tayin edilenle aynı: “YPG, Rakka’ya girmeyecek.”
Ancak ABD’nin Türkiye ile ortaklık kurma çabasına rağmen YPG her hâlükârda uluslararası koalisyonun parçası hatta omurgası olmaya devam ediyor. Zaten YPG ile yapılan planlamada da Kürtlerin kenti kontrol etmesi gibi bir seçenek üzerinde durulmuyor. YPG Genel Komutanı Sipan Hemo’nun Al-Monitor’la paylaştığı bilgiler de bu yönde: İlk aşamada SDG kenti kuzey, batı ve doğudan kuşatacak. İkinci aşamada kente girmeye sıra gelince yeni bir plan yapılacak. Rakka Askeri Meclisi tamamen Rakkalılardan oluşuyor. Kürtlerin Rakka’da kalmak gibi bir hedefi ya da perspektifi yok.
ABD Genelkurmay Başkanı Joe Dunford da 6 Kasım’da Ankara’da yürüttüğü temaslarda Hemo’nun sözünü ettiği ikinci aşamada yeni bir güç bileşeni oluşturulacağını kaydetti.
Tabii burada ‘güçlerin doğru karışımı’ adı altında Araplardan oluşan bir ordu teşekkülünden bahsederken izlenen yol esasen ABD’nin Suriye yönetimine karşı giriştiği vekâlet savaşı sırasında başvurduğu eğit-donat yöntemine çıkıyor.
Türk hükümeti sanki Kürtler Rakka için can atıyormuş gibi yanlış çerçevelenen bir hassasiyet geliştiriyor. Başından beri Kürt tarafı, Rakka’da İD yenilgiye uğratılsa da YPG’nin kentte düzen kurucu olarak kalmasının risk olduğunu, kendilerinin de kenti kontrol etmek gibi bir maceraya girmek istemediklerini söylüyor. Hatta Rakka’nın demografik karakterine bakarak bir Arap-Kürt savaşının kışkırtılabileceğine dair korkular da paylaşılıyor. Kürtlerin SDG ile kurduğu ortaklığın biçimi bu kaygıları aşağı çekse de Rakkalıların başlarında bir ‘Kürt efendi’ görmek istemeyeceğine dair bahse girmeye bile gerek yok.
Yani Dunford’un “SDG’nin Rakka’nın kontrol edilmesi ve yönetilmesi konusunda çözüm olmadığını hep biliyorduk. Şu anda üzerinde durduğumuz şey operasyon için güçlerin doğru karışımını bulmaktır” diyerek Türkiye’ye sunduğu garanti, Kürtlerin ortaklık için ortaya koyduğu perspektifin çok da karşısında değil. Sonuçta, SDG’nin Rakka ilintili bileşenleri operasyonun yükünü çekebilecek güçte değil. Başarı için operasyonel gücün yerel unsurlarının genişletilmesi şart.
Burada temel sorun YPG sayesinde SDG’nin organize ve mobilize bir güç olarak rüştünü ispatlamasına rağmen bu çatı örgüt içindeki Arap bileşenlerin ABD’nin arzuladığı düzeye ulaşamamış olması. Suriye’nin kuzeydoğusunda Şedadi ve Hol gibi küçük Arap yerleşimlerinin aksine Rakka daha büyük ve Arap karakteri daha baskın bir orduyu gerektiriyor.
Anladığımız kararıyla vakti zamanında ABD, Irak’ta El Kaide’ye karşı organize ettiği Sehva Konseyleri’nden kazandığı tecrübeyle Suriyeli Arap aşiretleri sürece katma konusunda sahanın nabzını yokladı. Peki sonuç? Henüz ortada kayda değer bir şey yok.
Arzulanan alternatif gücü büyütme potansiyeline sahip örgütler mevcut ama onlarla ilgili de başka sorunlar söz konusu. Bu gruplar hedef tanımı, kendi özel ajandaları ve ortaya koydukları bazı çekinceler nedeniyle potaya dahil edilemiyor. İslamcı karakteri baskın olan bu örgütler İD’e düşman olsa da ABD ile ortaklığın Suriye yönetimine karşı savaşı birincil hedef olarak içermesini şart koşuyor. İkincisi bu gruplar, El Kaide ile ilişkili ya da El Kaide’nin periferisinde yer alıyor. Yine bu gruplar ‘Marksist’ kökenli diye YPG ile ortaklığı kategorik olarak reddediyor.
Haliyle ABD yönetimi ya YPG’nin ana ekseninde olduğu SDG’ye katılacak birkaç yeni grupla yetinecek ya da Türkiye ile birlikte eğit-donat diye bilinen şu meşhur temcit pilavını ısıtarak başarısız yolu tekrarlayacak.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ifade ettiği gibi ABD’den YPG’nin Rakka’ya girmeyeceğine dair bir taahhüt geldiyse burada Menbic taktiğini hatırlatmakta fayda var. Gayet anlaşılır ve kullanışlı bazı ara formüller, ekim 2014’ten bu yana Türkiye’yi teskin etme taktikleri olarak denendi ve bir yere kadar işe yaradı.
“YPG’ye silah veremezsiniz” diye yapılan uyarı SDG kamuflajıyla aşılmıştı. “YPG Fırat’ın batısına geçemez” diye ortaya konulan kırmızı çizgi de YPG’nin kuzeyden değil güneyden SDG üniformasıyla geçmesiyle ve “YPG, Menbic’i kurtaracak ama içeri girmeyecek” taahhüdüyle sulandırılmıştı. ABD’nin Rakka için Fırat’ın kıyılarında silahlarını parlatan bir Arap ordusu kurması mucizelere bağlı. Haliyle Menbic’teki angajman kuralları Rakka’da da geçerli olacak demektir.
Bu da Türkiye’nin kırmızı çizgilerinin bir kez daha aşılması anlamına geliyor. Halbuki Türkiye operasyonun SDG ile başlatılmasını önlemeye çalışırken bazı beklentiler içindeydi: Ankara, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yedeğindeki grupları Cerablus ve El Rai’den sonra El Bab’a da sokarak Kobani’den Afrin’e Kürt koridoru planını tamamen bitirmek istiyordu. Ancak El Bab yolunda Rusya’nın kırmızı ışığı yandı: “Türkiye El Bab’a giremez.” Reuters’a konuşan bir Amerikalı yetkiliye göre Rusya, Türkiye’yi Suriye’de 25 kilometreden daha fazla ilerlememesi konusunda uyardı. Bunun üzerine sınırdan 30 kilometre kadar içeri girmiş olan Türkiye destekli gruplar durmak zorunda kaldı.
Rakka operasyonunda olası bir ortaklık El Bab üzerindeki Rus vetosunun kalkmasını sağlayabilirdi. Türkiye operasyona girseydi El Bab ve ardından Rakka’ya giderken esasen Rojava’yı çevrelemiş olacaktı. Bu tür bir plandan murat, Kürtlerin fiilen geliştirdiği özerklik modelini çökertmek için uygun koşulların oluşması. Dillendirilmeyen ama bir ihtimal hesabı olarak akla gelen başka bir şey de Rakka’ya Fırat’ın doğusunda Tel Ebyad’dan gitme yolunun zorlanmasıydı. Bu senaryodaki amaç da Kobani ile Cezire kantonlarını birbirinden koparmaktı.
Musul’da kartları elinde kalan ve bu yüzden Silopi’de sınıra asker yığarak uyarının dozunu artıran Türkiye, Rakka sürecinde de en azından ilk aşamada dışarıda kaldı. Bu noktadan sonra ABD’nin yürüttüğü ya da yürüteceği çabalarının da birkaç amaca hizmet edeceği anlaşılıyor: NATO’daki müttefikini teksin etme, Türkiye’yi yanında tutarak Suriye’de işleri zora sokacak pozisyonlardan kaçınmasını yani sorumlu ortak gibi davranmasını sağlama ve İncirlik üssünü operasyona açık tutma.
Gürültülü itirazlara rağmen TSK’nin atış menzilinde yer alan Menbic’i sineye çekmek durumunda kalan Türkiye’nin Rakka’daki gelişmelere ilişkin geliştirdiği hassasiyetleri koruması daha zor olacaktır.