GÜLFER AKKAYA yazdı: “Dinci, kinci iktidar her adımda öç alıyordu bileğini bükemediklerinden. Mezar hakkının gaspı yanında, cenazeyi aşağılamak, acılı eylemci, direngen, onurlu bir kişi ile dalga geçmek, onu daha da incitmek peşindeydiler. Rezil oldular ya, ne gam! Milyonlar kötülük yapmakta nasıl sınırsız ve nobran olduklarına şahitlik etti.”
GÜLFER AKKAYA
Oğlunun yok edilen bedeninden kalan, en büyüğü bir kaç santimetre uzunluğunda kemikleri almak için Dersim’de Seyit Rıza Meydanı’nda 90 gün açlığa yattı Kemal Gün.
Sonunda doğal hakkı olan cenazesini aldı.
Ama ne alma!
Dinci, kinci iktidarın bitmek bilmeyen oyunlarına rağmen…
Ama Kemal Gün, dinci, kinci iktidarın oyunlarıyla baş etmesini bildi. Kemikler gelmeden açlık grevini bırakmayacaktı.
Bu, resmi ağızlardan yapılan açıklamalara güvenmiyorum demekti. Haklı çıktı.
Resmi ağızlar kemiklerin iadesi için ne dedilerse hep bir hilesi oldu. Kemal Gün’ün hayatı pahasına direnişi sonucunda oğlunun kemikleri yollanmıştı. Kargo ile!
Dinci, kinci iktidar her adımda öç alıyordu bileğini bükemediklerinden. Mezar hakkının gaspı yanında, cenazeyi aşağılamak, acılı eylemci, direngen, onurlu bir kişi ile dalga geçmek, onu daha da incitmek peşindeydiler.
Rezil oldular ya, ne gam!
Milyonlar dehşet ve hayret içinde kötülük yapmakta nasıl sınırsız ve nobran olduklarına şahitlik etti.
Bir cenazeyi kargo ile yakınlarına yollama -cenazeyi tabut ile insani koşullarda getirmek kinci ve dincilerden beklenmezdi- kibrinden sonra cenazenin nereye defnedeceğine de onlar karar verecekti. Tek amaçları kıramadıkları iradeyi bir yerden kırmaktı. Bu kez bir insanın doğduğu, yaşadığı topraklarda gömülmesine izin vermeyeceklerdi.
Kargocular cenaze için Tunceli’ye defnedilmeyecek diye buyurdu.
Cenaze zaten Tunceli’ye değil, Dersim’e defnedilecekti. Kargocuların bu oyunu ile de baş edildi. Koskoca bir insan bedenini kargo paketine sığdırılabilecek hale getirenlerin marifetine inat insana yakışır şekilde Dersim topraklarına kavuştu Dersim’in evladı.
Şimdi sıra Kemal Gün’ün açlık grevi ile küçülen bedenini güçlendirip büyütmeye geldi.
Tüm yaşananları saygı, dayanışma ve onur ile takip edenler olarak usulca sorduk kendi kendimize “Kemal Gün’ün yaptığını ben olsam yapabilir miydim?” diye.
Çünkü gerek Kemal Gün’ün, gerek Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yaptıkları kendi talepleri ile sınırlı açlık grevleri olmaktan çıkmış, bambaşka bir hale bürünmüştü. Her ne kadar haklı talepleri için yola çıktıklarında bu işin varacağı noktayı, eylemlerinin kitlelerde yaratacağı etkiyi akıllarından dahi geçirmemiş olsalar da iki kişinin işlerine geri dönmek için sürdürdükleri eylem ülkedeki emek hareketinin üzerindeki ölü toprağını silkeleme potansiyeli barındırıyordu. Bu, toplumun çeşitli katmanlarında biriken sessiz öfkenin fitili gibiydi ve eğer kendini tamamlarsa Kargocular açısından korkutucuydu.
Bu nedenle ölüleri kargo ile yollayan kafa, dirileri gecenin bir yarısı açlık grevi eylemcilerinin evlerini basarak tutukladı.
Mahkeme örgüt üyesi dedi.
İçişleri bakanı “Akşam yemek yiyorlar, gündüz eylem yapıyorlar” dedi.
Kargocu kibri, nobranlığı, kinciliği yalan dolanla bir kez daha karşımızdaydı.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça artık başkentin meydanında değil, başkentin cezaevindeler. Bizzat devletin ve iktidarın elindeler. Başlarına gelebilecek her şeyden onlar sorumlu.
Bakan bey akşamları uğrayı versin, sonra kameralar karşısına geçsin, bizlere ne yediklerini söylesin.
Ama yok, iki tutsağın açlıktan başlarına bir şey gelirse o zaman bakan bey ne diyecek göreceğiz.
Hoş, belki çare olarak kargo ile cezaevine yemek yollarlar. Talepleri kabul edecek değiller ya!
Nasılsa alışkınlar insan onuruyla dalga geçen kargolu çözümlere.