Hükümet programında ekonomiye dair mevcut durum ve teminatlar “Yeni Türkiye’nin Güçlü Ekonomisi” başlığıyla sunuldu. “Pembe tablo” çizen AKP’ye göre; kendi dönemlerinde Türkiye ekonomisi canlılık kazanmakla da kalmadı; dünyayla yarışır seviyeye geldi. Peki, hükümetin bu özgüveni gerçeği yansıtıyor mu? Kürsüden mütemadiyen dillendirilen resmi rakamlara inanıp şükretmeli miyiz? Ekonomi Profesörü İzzettin Önder Fırat Haber’den Ali Barış Kurt’un sorularını yanıtladı…
-Hükümet, kalkınmanın önünde engel teşkil eden enflasyon ve kamu açıkları gibi temel makroekonomik istikrarsızlık unsurlarını geçtiğimiz dönemde büyük oranda sorun olmaktan çıkardığını savunuyor. AKP, borç ödemede başarılı bir hükümet mi?
12 yıllık AKP dönemi ekonomi politikası, 2000 yılında IMF – Derviş programı çerçevesinde yürütülmektedir. IMF’ye olan borçların bitmiş olması da AKP marifeti olmayıp, IMF’nin dayattığı “faiz dışı fazla” politikasının bir sonucudur. Yani, toplanan vergilerden önce borç faiz ödemesi yapılacak, geri kalan miktar ile kamu harcamaları yürütülecektir. Kaldı ki, yine IMF – Derviş dayatmaları ve AKP’nin de çıkarı doğrultusunda TÜPRAŞ, PETKİM, TELEKOM vs gibi çok değerli kuruluşlarımız yerli ve özellikle de yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş ve özelleştirmelerden -halkın birikimlerinin yağmalanmasından- önemli gelir elde edilmiş ve bu gelirlerle borçların da bir kısmı kapatılmıştır. Kısacası, borçlar bizzat borç yapan verimsiz sermaye sahiplerine değil, halk kesimine ödettirilmiştir. Bu süreçlerle enflasyon baskılanmıştır. O nedenle, her zam döneminde günde bir simitlik mi yoksa iki simitlik mi zam vermeli diye karşılıklı sürtüşme yaşanmaktadır. Nitekim, bu yıl artık enflasyon % 9,5 dolaylarına yanaşmış, sıkı önlemler -yani dar ve orta gelirli halk baskılanarak- alınarak % 10 sınırını aşması önlenmeye çalışılacaktır. Makro denge enflasyon, işsizlik ve cari açık sorunlarına bağlı olarak sağlanır. Enflasyon yükselme eğiliminde, cari açık tüm denetleme kurumlarının daima dikkatini çeken bir sorun olarak durmakta ve Türkiye üzerinde Demokles’in kılıcı olarak sallanmaktadır. Dolayısıyla, hiçbir temel sorun çözülmemiş olduğu gibi, ileriye yönelik ciddi ekonomik plan da gözükmemektedir. Başta Erdoğan olmak üzere, hiçbir AKP’li sorumlu ekonomiden değil, siyasetten, hükümete darbe ihtimalinden, paralel yapıdan -sanki AKP de paralelin ikinci hattı değilmiş gibi-, vakit bulundukça da muhalefet cephesine saldırı ve aşağılamadan başka bir şey yapılmamaktadır.
-Dünya ekonomilerinde Türkiye’nin örnek gösterildiği söyleniyor. Siz duydunuz mu?
Benim bilebildiğim dünyanın hiçbir ekonomisi Türkiye’yi örnek göstermiyor. Ne var ki, 2008 Krizi Batı ekonomilerini çökertirken, doğal olarak, Türkiye bundan sadece dolaylı etkilendi. Bunun nedeni de AKP ve düzgün ekonomi yönetimi olmayıp, krizin Marksist kriz olarak ileri ekonomi krizi olmasındandır. Ancak Türkiye ihracatın kısılması ve bir miktar para çıkışı nedeniyle sarsıldı, fakat yine dış faktörlerle zamanla toparlandı. Avrupa’da Yunanistan çökmüş olduğu halde, şu anda fert başına geliri Türkiye’den yüksek ve İnsani Değerler ölçütünde 23. sırada iken, Türkiye 69. sırada yer almış bulunmaktadır. Kadın cinayetleri ve imam hatipleşme ile gelecek yıllarda daha da gerilere gitmeye adaydır.
-Yeni dönemde yurtiçi tasarrufları artırmayı da düşünen hükümetin bu hedefini nasıl okumalıyız?
Yurt içi tasarrufların milli gelire oranı en az % 20 dolaylarında olmalıdır. AKP’nin ilk dönemlerinde % 17 ‘ler dolayındaki tasarruf oranı şimdilerde % 12’lere gerilemiş bulunmaktadır. Bu oran kesinlikle gerekli büyümeyi sağlamaya yeterli değildir. Yurt dışından gelen tasarruflar ise anlamlı yatırımlara yönelmediğinden, hatta bir bölümü yatırıma gitmeden faiz alıp ülkeden çıktığından, büyüme oranı gereği kadar yüksek olamamaktadır ve olamayacaktır da.
-Hükümet cenahı, 2014 yılında da ekonominin istikrarlı şekilde büyüme hızının devam ettiğini; ilk çeyrek itibarıyla yüzde 4,3’lük bir büyüme oranı yakalandığı belirtiyor…
Hal böyle olunca, büyüme oranları da öngörülen % 5 oranının altında kalmaktadır. Bu yıl için yaklaşık % 4 veya daha düşük olabilir. % 5 tahminden % 4 orana düşmek, tahminde % 20 yanılma anlamına gelir, ki bu çok büyük bir yanılma payıdır. Kaldı ki, büyüme gereği kadar da istihdam yaratamamaktadır. Çünkü büyüme reel ekonomiden çok, finansal ve hizmet sektöründe gerçekleştirilmektedir. Yani, büyüme mal olarak bizlere yansımamakta, hizmet olarak sanal değerlerle sağlanmaktadır.
-Aralık 2002 döneminde brüt 251 TL olan asgari ücret, bugün itibarıyla brüt 1.134 TL’ye yükseldi. Bu, hükümet için övünç kaynağı olamaz mı?
Asgari ücret meselesi basit oranlarla anlaşılamaz. Son 12 yılda ulusal gelir 3,7 kat artmış, asgari ücret ise 4,5 kat artmıştır. Ancak, bu değerler ortalamalardır. Bir defa, bir tarafta yaygın işsizlik, diğer tarafta da yabancı şirketler ve bazı finans kuruluşlarındaki ücretlerde belirli bir artış sağlanmıştır. İkincisi, zaten çok düşük olan asgari ücret düzeyi bu denli artışla dahi fazla bir yere, insan gibi yaşama düzeyine gelememiştir. Bu nedenle, emekçi kesimim ortalama durumu düşük olduğu gibi, işsizlerin de umudu kalmamıştır.
-Türkiye ile AB arasındaki refah farkı ne seviyede? Azalmadı mı?
Aynı durum AB gelir ortalaması ilke Türkiye gelir arasındaki karşılaştırmada da söz konusudur. AB’ye katılan Doğu Avrupa ekonomileri ve son kriz AB ortalama gelirinin artış hızını düşürmüştür. Türkiye’de gelir artışı sağlanmış olmakla beraber, gelir dağılımı bozuk olduğundan milyarder sayısı artmış, buna karşın halkın genel düzeyinde fark edilir düzelme görülmemektedir. Hal böyle olunca 2023 yılında ilk 10 ekonomiye girebilme şansı zor gözüküyor. Büyük ekonomi olabiliriz. Şöyle ki, nüfusumuz 100 milyon olursa, üretimimiz ona göre artabilir, fert başına anlamlı bir artış sağlayamasak da bütün olarak ekonomi büyük olabilir. Hindistan da böyledir. Önemli olan İsviçre, İsveç vb gibi teknolojiye dayalı ekonomi yaratmaktır. Aksi halde obez ekonomi ortaya çıkar. Zaten, olan da odur!
-AKP, 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeyi hedefliyor. Bu hedefine ulaşmak istemesi, emekçilere nasıl yansıyacak?
Ekonomi siyasetin oluşumunda önemlidir. Fakat yoksul olan ve buna alışan ekonomilerde ufak bir gelir kıpırdanışı önemli olduğu gibi, gelir gerilemeleri de fazla etkili olamamaktadır. Nitekim böyle toplumlarda siyasetçilerin şahsi servetlerine para aktarmaları da fazla ilgi görmediği gibi, mükafatlandırılabilmektedir dahi. Zira, yoksulluk derinleştikçe, genel ahlak anlayışı da beraberce çöker. Son siyasi pisliklerin siyaset oylamasına yansımamış olması AKP desteğinden çok, genel yoksulluğun etik anlayışının göstergesidir.
-Anlaşılan, önümüzdeki dönem için ekonomide olumsuz bir seyir öngörüyorsunuz. Bunun emek mücadelesine olumlu katkısı fark edilir mi?
Yoksulluğun yükselmesi, genellikle düşünüldüğü gibi, sosyal kalkışı ve mücadeleyi değil, tam tersine pasifliği ve çaresizliği destekler. Bu durum özellikle Türkiye gibi itaatkar kul davranışına yatkın toplumlarda daha belirgindir. O nedenle gerek TEKEL direnişi, gerek, biraz farklı olmakla beraber, Gezi direnişi, maalesef, söndürülebilmiştir.
-AKP’nin, dışişlerinde başarısız bir hükümet olduğu söyleniyor. Ekonomi alanındaki hedefleri hangi ülkelerle ilişkisini iyi ya da kötü yönüyle değiştirir?
Türkiye komşularla ilişkisini ekonomiden çok, Sünni mezhebini yayma politikalarına dayalı olarak din siyaseti üzerinden tasarladığından, başı dertten kurtulmamaktadır, daha da kurtulmayacaktır. Bu politikanın Musul petrollerine ulaşma ya da böyle bir kanal açma hedefi olduğu da açıktır. Ekonomi dışı politikalar devre dışı olsa, salt ticaret aslında ulusları birbirine bağlamada önemlidir. Dış satışta rakip ekonomiler arasında ihtilaf olsa da dünya pazarı geniş olduğundan, talep sonsuz olarak düşünülebilir ve herkes ürününe müşteri bulabilir. Bunun yanında sınır ticareti de tüm ülkelerin lehinedir. Örneğin Ermenistan’la yapılabilecek sınır ticareti her iki ülkenin de lehine olur. İlişkilerin düzeltildiği durumda, Türkiye’nin güney komşuları ile ticareti ekonomi için yararlı olabilir. Ne var ki, dış ticaret iç ticaretten daha fazla ahlak ve itina istemektedir. İade edilen ürünler ülke ihracatını bir seferlik değil, devamlı olarak sarsar ve olumsuz etkiler.
-Yeni dönemde sınıf mücadelesinin, demokratik siyasetlerin güncel görevleri nasıl şekillenmeli?
Ekonomi kısa sürede rayına oturtulamaz. Hatta, önümüzdeki dönemlerde sıkışma daha da şiddetli olacağından, bu durumun demokrasi ve hak mücadelelerine yansıması kaçınılmazdır. Tabii ki, örgütlenme önemlidir. Ancak, örgütlenme, yeşil ya da tarikat sendikalarında olduğu gibi emekçileri köleleştirmek için de olabilir. Genellikle, sendika sistem içi bir örgüt olduğundan, sendika demokrasisi sağlanmadıkça -o da çok zor- sendika iyidir, fakat işte o kadar! TEKEL direnişinde gördüğümüz gibi! Önemli olan bilinç düzeyinin yükseltilip, siyasi kararlarda güçlü olmaktır. Böylesi bir medya ve sistem içinde bunun nasıl gerçekleştirilebileceği de başlı başına inceleme konusudur.