Bu makalede Başkanlık Cumhuriyet Arşivi’nde yer alan [1] bir belgeye yer verilecektir. Belgenin hem Osmanlıcası ve hem de transkribi Devlet Arşivlerinde bulunmaktadır. Belge, 29. 3. 341 (29. 3. 1925) tarihli bir Kararnameyi içermektedir. Kararname Mustafa Kemal tarafından ve dönemin Bakanlar Kurulu tarafından imzalanmıştır.
Kararnamede yer alan bilgiye göre, “Hacıbektaş sülalesinden olduğu iddiasıyla Antalya’da Bektaşi köylerinde dolaşarak Türkler aleyhinde Hacıbektaş Ordusu teşkili lüzumuna dair tahrikat ve ifsadatta bulunan Isparta’da mütemekkin Mustafa Çavuş ile, Hacıbektaş Çelebiliği’nin emriyle kura halkından 700 küsur madeni lira cezayı nakdi tahsil ettiği anlaşılan Zeytin Köyünden Veli Dede adlı şahsın Hükümet-i Cumhuriyye aleyhine propaganda icra ve bu suretle halkın huzur ve sükununu ihlal etmeleri Takrir-i Şükün Kanunu’na muhalif olduğundan haklarında karar ittihazı Dahiliye Vekalet-i Celilesince teklif edilmiş ve keyfiyet İcra Vekilleri Hey’etinin 29.3.341 tarihli içtimaında lede-t-tezekkür merkumûnun Takrir-i Şükün Kanununa tevfikan İstiklal Mahkemesine tevdi’leri karargir olmuştur.”
Kararnamede bahsi geçen husus, “Hatıralar Vesikalar Resimlerle Yakın Tarihimiz” adlı Dergide [2] ve Bedri Noyan’ın “Bütün Yönleriyle Bektaşilik Ve Alevilik” başlıklı çalışmasının 7. cildinde [3] yayımlanmıştır.
Dergi makaleyi aktarmadan önce Kırşehirli ve Mehmet Çelebi’nin oğlu olduğunu söyleyen Mustafa Çelebi’nin halkı hükümet aleyhine isyana teşvik etmek üzere gittiği yerlerde propaganda yaptığına, “Bektaşi Ordusu” kurma teşebbüsünde bulunduğu iddiası ile Ali Çetinkaya tarafından İstiklal Mahkemesinde yargılanmasına ve dolandırıcılık suçu ile iki yıl hapse mahkum edilmesine değinmiş ve konuya ilişkin herhangi bir dipnot bilgisi aktarmamıştır.
Noyan ise makaleyi aktarmadan önce makalenin Aleviliğe içtenlikle bağlanan duru Anadolu insanının nasıl sömürüldüğünü somut olarak anlatmakta olduğunu ve Şakir Keçeli’nin yazdığı iki dipnot bilgisini aktarmıştır.
Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ndan önce
Dikkat edilir ise eğer belgenin tarihi 29.3. 1925 tarihidir. Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile birlikte Tekke ve Zaviyeler kapatılmamıştır daha. Tekke ve Zaviyeler kapatılmadan önce yapılan bu yargılama aslında Tekke ve Zaviyelerin kapatılacağının da habercisidir.
Esasen her iki çalışmada yer alan makale karşılaştırılarak okunduğu zaman İstiklal Mahkemesi’nin Bektaşilere bakışı ziyadesi ile görülmektedir. Neden?
Çünkü Ali Çetinkaya’nın İstiklal Mahkemesi’nin bütün milleti temsil eden bir mahkeme olduğunu, hakikat yeri olduğunu ve burada Bektaşi sırrı olmayacağını söylemesi şaşırtıcı değildir.
Mustafa Çelebi’nin dolandırıcılık yüzünden hapse mahkum edilmesi ve Veli Dede’nin beraat edilmesi anlaşılır bir durumdur.
Fakat yalnız vergi toplamanın, nikaha vesair hususlara hükmetmek işinin, doğrudan doğruya devletin mevcut ve müdevven kanunlarına uygun olarak yapılmasının lazım olduğu halde Hacı Bektaş Çelebisi Veliyüddin Çelebi Efendinin devletin kanunlarını itibar nazarına almayarak, asri bir tarzda idare olunan memlekette ortaçağa yakışır bir fikirle hüküm ve hükümet icra edecek derecede bir fiil ve harekette bulunduğu sabit olduğundan kendisi hakkında ayrıca takibat icrası için karar verilmesi düşündürücü bir durumdur.
Mustafa Kemal ve Bektaşiler
Burada Haşim Erdoğan’ın “Hacı Bektaş Veli Dergahının Birinci Dünya Savaşı ile Milli Mücadele Dönemindeki Tutumu ve Mustafa Kemal Paşa ile İlişkileri” başlıklı çalışmasına [4] değinmekte yarar var.
Erdoğan bu çalışmasında Hacı Bektaş Veli Dergahının 1. Dünya savaşı ile Milli Mücadele dönemindeki tutumuna ve Mustafa Kemal ile olan ilişkilerine değinerek şunları yazar:
“1921 yılında vefat eden Cemalettin Çelebi’nin halefi durumunda olan kardeşi Veliyeddin Çelebi (Ulusoy) de Milli Mücadele’yi hararetle destekleyenlerin başında gelir. 1923 yılında Mustafa Kemal Paşa milletvekilliği seçiminde kendi listesinin kazandırılmasında Salih Niyazi Baba ve Veliyeddin Efendi’den yardım talep etmiş ve onların desteğini de alarak kendi listesinin kazanmasını sağlamıştır (Çelik, 2017: 40-41).”
Erdoğan ve R. Çelik, Çelebi’nin vefat tarihini 1921 yılı olarak aktarmaktadırlar. Fakat Erdoğan ve Çelik’in aktardıkları bu tarih yanlıştır. Esasen Çelebi’nin vefat tarihinin 1921 olarak yanlış aktarılması sadece Erdoğan ve Çelik’e özgü bir durum değildir.
Hülya Küçük, “Kurtuluş Savaşında Bektaşiler” başlıklı çalışmasında [5] Çelebi’nin Milli Mücadelede ilk devre Milletvekili olduğunu ve 1338 tarihinde de bu vazifede iken vefat ettiği bilgisini aktarır.
Erdoğan’ın çalışmasında da belirttiği gibi Veliyeddin Çelebi Milli Mücadele’yi desteklemiş ve 1923 yılında Mustafa Kemal milletvekilliği seçiminde kendi listesinin kazandırılmasında Salih Niyazi Baba ve Veliyeddin Efendi’den yardım talep etmiş ve onların desteğini de alarak kendi listesinin kazanmasını sağlamıştır.
Aradan 2 yıl geçtikten sonra ise 1925 yılında İstiklal Mahkemesi Veliyeddin Çelebi Efendinin hakkında takibat icrası için karar verilir. Noyan çalışmasında bu hususa değinmemektedir.
Acaba İstiklal Mahkemesi’nin Veliyeddin Çelebi Efendi için aldığı bu karar uygulanmış mıdır?
Hacı Bektaş Dergahının talipleri için de böyle bir ceza uygulanmış mıdır?
Başka Alevi Dergahları için de böyle bir ceza uygulanmış mıdır?
İstiklal Mahkemesinde yargılanan başka Bektaşiler, Aleviler var mıdır?
İstiklal Mahkemesinde yargılanarak sürgüne gönderilen veya idam edilen başka Bektaşiler, Aleviler var mıdır?
Bu ve bu tarz soruları çoğaltmak olasıdır.
Baskılardan Atatürk’ün bilgisi yok muydu?
Burada Posta Gazetesi’nin Veliyettin Ulusoy ile yaptığı röportaja da [6] değinmekte yarar var.
Kendisi ile yapılan röportajda Veliyettin Ulusoy, Osmanlı’nın Hacı Bektaş’a yaptığı baskıları anlatırken Cumhuriyet dönemine de değinerek şu bilgileri aktarır:
“Cumhuriyete geçişle bunların hepsi bir anda bitmedi. Özellikle ailemize yapılan baskılardan şüphesiz Atatürk’ün bilgisi yoktu. Atatürk ve Latife Hanım ayrıldığında, Latife hanımı da takip eden bir hafiye gurubu vardı. Bundan çok bunalan Latife Hanım, durumu Atatürk’e bildirmek zorunda kalıyor. Bunun üzerine Atatürk çok sinirleniyor ve takip kalkıyor.
Aynı durum Veliyeddin Çelebi dönemi için de geçerlidir diye düşünüyorum. Veliyeddin Çelebi sakin, içine kapanık birisi olduğu için durumu Mustafa Kemal’e bildirmemiş olabilir. Ya da yöneticiler tarafından gadre uğrayacağı için bildirmemiş de olabilir. Durum hiçbir zaman merkeze şikâyet edilmemiş bunu biliyoruz.”
Ulusoy’un “Özellikle ailemize yapılan baskılardan şüphesiz Atatürk’ün bilgisi yoktu” sözleri ile Dersim soykırımına ilişkin olarak günümüzde söylenen “Atatürk’ün bilgisi yoktu” sözleri arasında fark yoktur.
Burada Kazım Karabekir’in “Bir Düello Bir Suikast” çalışmasına da [7] kısaca değinmekte yarar var.
Çalışmanın sonunda yer alan “Yayıncının Notu” başlıklı bölümde bazı okurların isim ve adreslerini vermeden yayınevine Karabekir ile ilgili bazı belgeler gönderdiklerini ve bu belgelerin ise Karabekir’in ve muhaliflerin gizli polis tarafından takip edilmelerinin belgeleri olduğu belirtilir. Bu belgelerin içinde 10. 10. 1926 tarihli bir belge özeti de bulunmaktadır.
Belge özeti eski Bektaşi çelebi Veliyeddin’e adamları tarafından gönderilen paralar hakkındadır. Ne yazık ki bu belgeye ulaşmak mümkün olmamıştır.
Görüldüğü gibi Hacı Bektaş Dergahındaki Çelebiler sadece 1925 yılında takibe uğramamışlar Dergah kapatıldıktan sonra bile takibe uğramışlardır.
Olayı “Hatıralar Vesikalar Resimlerle Yakın Tarihimiz” adlı Dergiden olduğu gibi aktarmakta yarar var:
“Halkı Hükümet aleyhine isyana teşvik etmek üzere, gittiği yerlerde propaganda yaptığı ve “Bektaşi Ordusu” kurma teşebbüsünde bulunduğu iddiası ile İstiklal Mahkemesinde yargılanan bir Bektaşi neticede dolandırıcılık suçu ile iki yıl hapse mahkum edilmişti.
“Bektaşi Ordusu” meselesi
Ankara İstiklal Mahkemesi huzuruna, 1924 Mayısının ikinci günü, ellibeş yaşlarında, sakallı, sarıklı ve kılığı kıyafeti acayip birini çıkardılar.
Kırşehirli ve Hacı Bektaş’ın sülalesinden Mehmet Çelebi’nin oğlu olduğunu söyleyen Mustafa Çelebi, hükümeti devirmek için bir Bektaşi Ordusu’nun kurmağa kalkmış olmaktan sanık olarak mahkeme huzuruna getirilmişti. Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya) bey Mustafa Çelebi’yi şu şekilde sorguya çekti:
– Bak senin için neler söylüyorlar, köylere gidip “Ben Mustafa Çelebi’yim, bana kurban kesin, Bektaşi ordusu teşkil edeceğim.” filan gibi laflar ediyormuşsun, ne dersin şimdi bunlara?
-Ne diyeyim yalan…
-Peki ne istiyorlar senden, neden sana iftira etsinler, onlar da senin tarikatından değil mi?
-Öyle dediler, tarikattenmişler.
-O halde?
-Ne bileyim ben, onlara sorun…
-Tabiî sen, ustalıkla söyleyeceksin… Başka türlü konuşamazsın değil mi?
-Ustalıklasını bilmem… Ben adamakıllı bir insan olmuş olsaydım, zeki biri olsaydım, elbette işimi de doğru dürüst yapardım…
-Şu vesikalara bir diyeceğin yok ya… Bak, hep sahte… Sen ne dervişsin ne şeyhsin… Sonra da kalkmış harbden, mücadeleden, mücahededen bahsetmişsin.
-Hayır, hayır. Ben muhabbet eyledim, muharebeden hiç bahsetmedim.
-Öteki yaptıkların yeter zaten. Dur bak, hepsini anlatacaklar…
-Öyle ya… anlatsınlar bakalım.
Mahkeme reisi, Mustafa Çelebiyi bir kenara çektirerek, Veli Dede imindeki öteki sanığı huzuruna getirtti. Onu da şöyle sorguya çekti:
-Sen de Bektaşi misin? Hangi köydensin?
-Evet Bektaşiyim. Zeytin köyündenim. 1305 tevellüdüyüm.
-Ne vakitten beri?
-Kadimden beri. Amma tekkemiz yoktur.
-Nereden icazet aldın?
-Hacı Bektaş’tan aldım… Sonra 1335’de sarayına gittim.
-Köyünde ne iş yaparsın?
-Rençberim.
-Köyünüz kaç hanedir? Kaç hanesi Bektaşi’dir?
-Otuz beş, kırk hane… Hepsi baştan aşağı Bektaşi’dir.
-Bu kiptiler nedir?
-Onlar da Bektaşi’dir. Biz aklımız ereli, dünya kurulalı hep Bektaşi’yiz.
-Bak, şu köşedeki adam, Mustafa Çelebi., size misafir geldi mi?
-Geldi.
-Ne konuştunuz?
-Saat onbir buçukta geldi. Çocuklar: «Baba, Çelebi geldi» dediler. Bir gece bizim Murtaza’nın evinde yatmış. Buyur ettik, geldi. Nereden geldiğini sordum.
-Büyük müdür sizce bu?
-Evet efendim büyük Mehmet Çelebinin oğlu Mustafa Çelebidir. Biz öyle biliriz… Orada büyük bir zattır o… Ondan sonra kahve içtik, akşam oldu. Kuru katı ekmeğimizi hazırladık: mısır ekmeği yeriz biz. Sonra oturduk, bu dedi ki: «Hacı Bektaş Kol Taburu teşkil ediliyor. Ben Adana’ya gidiyorum. Adana’dan gelince sizden cevap isterim.»
Ben de dedim ki: «Efendi, ne yapıyorsun? Tabur kurup da ne yapacaksın? On, oniki düvele elhamdülillah karşı koyduk. Oniki yıldır askerliğim var, Oniki yıl düşmana göğüs germişim, dedim. Kürt nedir, Alevî nedir?» dedim.
O, lâfa kulak asmadı, sabahleyin erken ben çifte gittim. Çocuklar kahve pişirmişler. Bu geziyormuş.
Haydar derler, birisi vardır. Haydar’la yan köye gitmiş, orada muhtarın evinde yatmış. Sonra tutulmuş, Bizi de çağırdılar. İşte geldik.
-Sana ne münasebetle Bektaşi Taburu teşkil edeceğiz, dedi? Yani ne demek istedi?
-Bilmem ki ne diyeyim efendim.
-Yani Türklere karşı çıkacağız mı demek istedi?
-Tabii efendim, başka ne demek isteyecek? Türklere karşı çıkalım diyor zaten.
-Peki sen bu adamın elindeki vesikayı gördün mü?
-Gördüm ya. Ben de geçen sene Hacı Bektaş’tan böyle mühürlü kâğıt almıştım. Geçen sene Temmuz ayında buradan hareket ettik; Hacı Bektaş’ı ziyarete gittik. Buyurun bakın! (Veli Dedenin uzattığı icazetnamede şu satırlar vardı: «Yağmur evlâdından Hasan Dede oğlu Veli Dede bu kere Hasreti Pir Dergâhını ziyaretle şerefyap olmuş ve tarafımızdan dahi kendisine usulü veçhile bir kıta ziyaretnâme okunmuş olduğundan bundan böyle müritlere tarikatı telkin ile âyin yapmak ve defteri gereğince toplayacağı pir ve mürşit hakları (paraları) tarafımıza göndermek ve ileride ehliyeti tahakkuk ettiğinde tekrar izin ve icazet almak üzere işbu ziyaretname kendisine verildi.»
-Hacı Bektaş nerede?
-Burada, Kırşehir’in beri yanındadır. Hep ziyarete gideriz. Ziyaret parası götürürüz. Üç arkadaşla gittik. Yüz kırk sekiz banknotumuz vardı. Gurbet elinde bu paraları soyarlar diye, kendi elimizle postahaneye, bankaya yatırdık ki, Aksaray’da alalım diye. Aksaray’a vardık. Makbuzu gösterip paraları almak istedik. Dediler ki: «Babalar, postanın gelmesine dört gün var.» Nasıl bekleyelim? Arabacı da dedi ki: «Bekleyemeyiz. Bu makbuzu hazrete gösterirsiniz. Ziyaret parasıdır, dersiniz.» öyle yaptık. Dedik ki: «Bu kadar ziyaret parası getiriyorduk, bekleyemedik, postaya verdik. Postanın gelmesine dört gün varmış.” Hacı Bektaş da oğlu da peki dediler. Kağıdı aldılar, parayı da alırlar elbet.
-Peki amma, Hacı Bektaş size ceza kesmiş?
-Evet efendim. Kesti. Keser tabii. Hacı Bektaş bu! Kim ne diyebilir?
-Tarikata aykırı hali görüldüğünden diye, iki yüz kırk bir lira madeni para ceza kesmiş.
-Tabii. Tarikattan ya, keser.
Mahkeme reisi burada, Hacı Bektaş Çelebisi Veliyüddin Çelebi imzalı bir ceza zaptı gösterip okuttu. Bunda ayrı ayrı beş Bektaşi’ye (Tarikata mugayir hareketlerinden) dolayı kesilmiş olan ceza miktarları ile şu satırlar yazılı idi:
“Bilcümle muhibler taraf-ı halisanelerine;
Yukarıda isimleri yazılı kimselerin tarikata mugayir hareket ve suiistimallerinden dolayı isimleri hizasında kaydedilmiş olan borçlarını tamamen ve kamilen götürüp bizzat teslim etmedikçe, hepsi tarikattan tard ve teb’id edileceği ve diledikleri takdirde Yağmur Oğulları’ndan, Hasan Dede Veli Dede ve rehber bulunan Manavgatlı Hüseyin Dede, köy başından Cafer Dede ve Fethiye’den Süleyman Dedelerin tarikattan uzak ve kat’iyen kendilerine kulak asılmaması süret-i kat’iyyede beyan ve ihtar olunur.”
Reis sanığa sordu:
-Ne dersin bu işe?
-Tabii efendim, bu cezadır, bunlar paramız yok dediler, veremediler. Toplayıp götürürlerse, yine olur.
Burada Müddeiumumi reise hitapla:
-Bu mahkeme, bütün milleti temsil eden bir mahkemedir. Hakikat yeridir. Burada Bektaşi sırrı olmaz. Hakikatin millet ve mahkeme huzurunda açıkça söylenmesini istirham eylerim dedi. Mahkeme reisi de:
-Peki efendim, sorarız, diye tekrar Veli Dede’ye döndü:
-Anlat bakalım, şu cezayı, neymiş, dinleyelim?
-Murtaza kızını, dayısının oğluna vermiş. Halbuki süt emmişliği varmış, düşmezmiş… Onun için ceza veriyor.
-Amma neden kimine az, kimine çok? Sırasıyla söyle:
-Murtaza’nın cezası öyle… Öteki Cemil’in cezası… Beş oğlunun kızı ile süt emmişler… Ondan dolayı… Öteki şeyh Hüseyin dedikleri, yalancılık yapmış…
-Bu paraları vermezlerse ne yapar?
-Ne yapacak… Allah etmesin, tarikatten düşürür.
-Cezaları niçin hep altın para üzerinden kesiyor?
-Ne bileyim ben beyim?
-Cezadan başka, para verilir mi Hacı Bektaş’a?
-Verilir ya… Ceza başka… Cezayı o keser. Bir de adaklar vardır. Mesela çocuk için, ya da hasta için tekkeye adarız yani para yatırırız.
-Hacı Bektaş Çelebi’nin para toplayan adamları var mıdır?
-Evet beyim… Hacı Bektaş Çelebisi Veliyyüddin Çelebi’nin birçok çelebileri vardır. Onların eline kağıt verir, mührünü basar, o çelebiler köyleri gezerler, herkesin gönlünden ne koparsa verirler. Toplanır gider. Bu Mustafa da bize öyle çelebiyim diye geldi.
Reis Müddeiumumiye sordu:
-Başka izah edilecek bir şey var mı?
Müddeiumumi şöyle konuştu:
-Dava aydınlanmıştır. Mustafa Çelebi denilen adam hiyanet-i vataniyeden dolayı atıf ve isnad olunan cürüm her ne kadar şahitlerin ifadeleri ile sabit olmakta ve bizzat kendisi de bu tarzda bir söz söylendiğini ikrar etmekte ise de, Mustafa Çelebinin esas itibariyle kendi dolaşmış olduğu yerlerde böyle bir Bektaşi Taburu teşkilatı edilmediği ve edilmesi de mümkün olmadığı cihetle, Mustafa Çelebinin bu hareket tarzı hükümet aleyhine tahrik ve isyan edici bir vaziyet almaktan ziyade, kendi kesesini doldurmak için yaptığı kat’i surette anlaşılmaktadır. Bu sebeple fiil ve hareketi Umumi Ceza Kanununun 233’üncü maddesine tevafuk eden ahvalden görülmüştür.
Veli Dede’ye atfolunan cürme gelince: Veli Dedenin Hacı Bektaş Veli Çelebileri adına para topladığı her ne kadar meydana çıkmış ise de Bektaşi Çelebileri tarafından bu yolda para toplanıldığı ve hatta para cezaları kesildiği Veli Dedenin ifadesinden ve bu baptaki tahkikat evrakı arasında mevcut bulunan vesikalardan anlaşılmaktadır. Bu sebeple bu meselede Veli Dedenin sun-u taksiri görülmediğinden kendisinin beraatine, yalnız vergi toplamak, nikaha vesair hususlara hükmetmek işi, doğrudan doğruya devletin mevcut ve müdevven kanunlarına uygun olarak yapılması lazım olduğu halde, Bektaşi Çelebisi ve Postneşini Efendinin, devletin kanunlarını itibar nazarına almayarak, asri bir tarzda idare olunan memlekette ortaçağa yakışır bir fikirle hüküm ve hükümet icra edecek derecede bir fiil ve harekette bulunduğu sabit olduğundan, kendisi hakkında ayrıca takibat icrası için karar verilmesini istirham ederim.”
Müddeiumuminin bu isteği üzerine müzakereye çekilen mahkeme heyeti birkaç dakika sonra, ittifakla verdiği kararı şu şekilde açıkladı:
“Mustafa Çelebinin hareketinin dolandırıcılık ve hile ve desise kullanarak para toplamak mahiyetinde olduğu kabul edilmiştir ki, cezası üç aydan üç seneye kadar hapistir. Mahkeme heyeti tabur toplamak cihetinden değil, dolandırıcılık cihetinden Mustafa Çelebinin iki sene hapsine karar vermiştir. Sonra Bektaşi tarikatı ve diğer tarikatlere karşı Cumhuriyetin Teşkilât-ı Esasiye Kanununda himaye ve serbesti verilmiş olduğundan dolayı da Veli Dedenin hareketini doğrudan doğruya Şeyhi kendisine tevdi ettiği bir hareket olarak görmüş, onu da cezayı mucip görmemiş ve böylece Veli Dedenin beraatine karar vermiştir.”
[1] Başkanlık Cumhuriyet Arşivi 30, 18, 1, 1, 1 13 20 7.
[2] Hatıralar Vesikalar Resimlerle Yakın Tarihimiz Dergisi Cilt 2, Sayı 18, 28 Haziran 1962, Sayfa 133, 134.
[3] Bedri Noyan Bütün Yönleriyle Bektaşilik Ve Alevilik 7 Ardıç Yayınları Mayıs 2006, Sayfa 186, 187, 188, 189.
80. Haftalık Tarih Dergisi, Yakın Tarihimiz, 28 Haziran 1962, Sayı 18, s. 133 – 134. Noyan’ın çalışmasında yer alan ilgili sayfaları paylaştıkları için Sercan Aydoğan’a müteşekkiriz.
[4] Haşim Erdoğan Hacı Bektaş Veli Dergahının Birinci Dünya Savaşı İle Milli Mücadele Dönemindeki Tutumu Ve Mustafa Kemal Paşa İle İlişkileri Erişim Tarihi 30. 11. 2025.
[5] Hülya Küçük Kurtuluş Savaşı’nda Bektaşiler Kitap Yayınevi Haziran 2003, İstanbul, Sayfa 285.
[6] https://www.kizildelisultan.com/posta-gazetesinde-yayinlanan-veliyettin-ulusoy-soylesisi/.
[7] Kazım Karabekir Bir Düello Bir Suikast Emre Yayınları Ekim 1995 İstanbul, Sayfa 241.
EKLER:





