Eğitim ve okullar, ciddi bir krizin içinde. Bu durum başta öğrenciler olmak üzere velileri, öğretmenleri ve okul yöneticilerini de derinden etkiliyor. Diğer bir deyişle Türkiye’de 20 milyonun üzerinde bir kitle, eğitimin içine girdiği krizden etkileniyor. Dönem sona ererken, veliler, çocuklarını gönderebilecekleri yeni okulları endişeli bir biçimde gözden geçiriyorlar.
Ebeveynler, çocuklarının eğitimi ve geleceği arasında bir ilişki olduğunu kendi tarihsel deneyimleri ve gözlemleri yoluyla seziyorlar. Gelecek ile okul arasında bir bağ kuruyorlar kurmasına da ve “eğitim iyidir” diyorlar demesine de bu ilişkinin niteliği bugün bir hayli değişmiş durumda. Eğitim-meslek-gelir ve eğitim-iyi insan olma arasında 1960’lar ve 1970’lerde kurulan ilişkinin bugün ve gelecekte de devam ettiğine ve edeceğine inanılıyor. O yıllarda yani, sosyal devlet modelinin Türkiye’yi de etkisine aldığı o dönemde eğitim ve meslek arasında güçlü bir ilişki var idi. Bu yıllar, özellikle kamu hizmetlerinde istihdamın genişlediği bir dönemdi.
Bugün ise, resmi istatistiklere göre işsizlik oranı % 11’lerde eğitimlilerin işsizliği ise % 20’ler düzeyinde. Gerçekte ise, işsizlik oranlarının en az iki kat daha yüksek olduğu varsayılıyor; çünkü resmi istatistiklerin varsayımları işsizlik oranlarını olduğundan daha küçük gösteriyor. Bu şu anlama geliyor; resmi istatistiklere göre liselerde her 10 öğrenciden en az biri; üniversite eğitimi alan her beş çocuktan en az biri işsiz kalacak! Resmi olmayan tahminlere göre ise her 10 lise mezunu, her beş üniversite mezunundan ikisi işsiz kalacaktır.
Bu ne velilerin ne de çocuğun/gencin suçu! Bu “kapitalizmin istihdam yaratmayan büyüme ya da sermaye birikim tarzının suçu” diyeceğim ama “amma da yaptın, tüm günahı sisteme yıktın, kolaya kaçtın!” demenizden ürküyorum. Peki, “genç işsizliğinin tüm suçu, rasyonel tercihte bulunmayan öğrencilerin ve siz velilerindir” desem bu sizi rahatlatır mı? Tabi ki rahatlatmayacak! Ne var ki içinde bulunduğumuz sistem de size bunu söylüyor. Örneğin, “Eğitim Fakültesi’ne gittin işsiz kaldın. Bu fakülteyi tercih etmek tamamen senin sorumluluğunda!” İşsizsen bu durum senin yanlış kararının bedeli!” deniliyor öğretmenlere. Gerçekten suçlu olan öğretmenler mi? İşte bizler bu sorumluluklar altında eğitim kararları almak zorunda kalıyoruz. Bu yüzden çocuklarımızın okullarını seçerken adeta kıvranıyoruz, çok derin çelişkiler yaşıyoruz.
Bu seçim süreci, sağlıkla ilgili kararlarımızda daha da büyük çelişkiler yaratıyor. Çünkü çocuklarımızdan biri veya anne ya da babamız ciddi denilebilecek bir rahatsızlık geçiriyor diyelim, olmamasını dileyerek. Devlet hastaneleri, döner sermaye ödemeleri de olmamış olsa, sizi mali yönden hiç zorlamayacak, nitelikli bir sağlık hizmeti alacağınızdan da eminseniz, doktorlara güvenerek büyük bir gerilim yaşamadan tedavi sürecine başlarsınız. Tedavinin sonunda şükranlarınız doktorunuza ettiğiniz yürekten bir teşekkürle sonuçlanır. Peki şimdi öyle mi? Devlet hastanelerinin sunduğu sağlık hizmetinin niteliği giderek düşüyor; doktorlar hasta şikayetlerini dinleme ve tedaviye başlama için size en çok 10 dakika zaman ayırıyor; hastane koşulları ise bizi bir hayli düşündürüyor. Ne yaparız? Aklımıza derhal her işlemin fiyatlandırıldığı özel hastaneler gelir; parayı borç, harç bulur, ciddi rakamlarla tedavinin olanaklarını ararız; sonra “gerekli her şeyi yaptım” diyerek içimizi rahatlatırız. Bu arada ciddi bir borç da, ödenmek üzere yanı başımızda bize eşlik eder. Nitelikli bir sağlık hizmeti aldık mı yoksa sadece gösterişli bir hizmet mi aldık? Bunu bilemiyoruz. Ama bu sorunu savmış olabiliriz. Sonrası ise, sağlığın giderek özelleşmesi, bizim de yaşlanmayla birlikte sağlık sorunlarımızın daha artması. Sağlık hizmetine ilişkin kamu/özel hastanelere, doktor tercihine ilişkin kararlarımız, yüksek bir gerilimle alınır. Oysa çözüm ise kolektif bir mal ya da kamu hizmeti olarak sağlığı ve hastanelerimizi yeniden düşünmekte.
Dikkatinizi çekmek isterim, eğitim alanında da yapılan bu? Duyarlı bir velinin yaşadığı çelişkiyi inceleyelim, bakın ne diyor? “Ortaokullar ve liseler tamamen bir sonraki aşama sınavına hazırlayan kurumlara dönüştü. Şimdi açılan özel ortaokulların çoğu TEOG’a hazırlayan hazırlık dershanesi niteliğinde. Devletin ortaokulları da dini eğitim veriyor. Ayşe, ilkokulu devlette bitiriyor. Bu durumu gören bir yerden kızım için ortaokul arayışında çaresiz kaldım ve seçkin özel ortaokullara bakıyorum. Bunların parası da 30-35 bin TL. arası. Demokrat ve örgütlü biri olarak çelişkiler yaşıyorum. Eğer 35 bin liraya ayrıcalıklı özel okullardan birine yazdırırsam Ayşe’yi kaybeder miyim? Kendim büyük bir çelişki ile ne yaparım?”. Bu duygu ve düşünceleri, emekçi sınıfın farklı katmanlarından veliler farklı düzeylerde de olsa bir biçimde yaşıyorlar.
Eğer okullarımız ile meslek ve gelir arasındaki bağ “doğrudan kurulmamış” olsaydı, yani mezun her kişi bir biçimde üretime katılabilmiş olsaydı; gençler az sayıda iş için birbirleriyle yarışmamış, acımasız bir rekabete girmemiş olacaklardı. Bu arada üniversiteler ve okullar arasındaki rekabet de, denk bir eğitim verilmesi durumunda olmayacaktı. Yani eğitim, sınav odaklı olmazdı.
Eğitim sürecinde çocuklar ve gençlerin özgürleşimi ve kendilerini çok yönlü olarak geliştirebilmesi, temel mesele olarak ele alınsa idi; bu türden okul seçimi kararlarına yönelmek söz konusu olmayacaktır. İlkokul ve ortaokullar için en iyi okul, diğer okullarla denk bir eğitim veren eve en yakın okuldur. Yani mahalle mektebidir. Okul ve ev arasında kamu ve özel alan ikiliği yoktur varsa da aşılmıştır. Çocuk, ev ya da sokaktaki her sorununu okulun, öğretmenlerin ve arkadaşlarının meselesi haline getirilebilir. Bu mesele pratik ve teorik yönleriyle okulda iyi yetişmiş öğretmenlerin desteğiyle tartışılır. Okullarda bilim, sanat ve kültür faaliyetlerine, spor faaliyetleri de eşlik eder. Okullar özgür eğitim olanakları sunarlar; öğrencileri tek tipleştirmeye çalışmazlar; bu okullar öğrencilerin severek gittiği özgürleştirici mekânlardır. Kuşkusuz bu okullar öyle durup dururken ortaya çıkmazlar! Demokratik okullar, sosyal ve demokratik toplumlarda ortaya çıkarlar. Bu nedenle veliler, öğrenciler ve öğretmenler olarak böyle okullar için, böylesi kentler için ve böyle bir toplum için mücadele edilmelidir.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, çocuğunu devlet okulundan alarak özel okula göndermek isteyen velilere ne demeli! Bir kez okullar ne MEB’in, ne okul müdürünün, ne sadece öğretmenlerin! Okullar çok bileşenli, çoğulcu olması gereken, finansmanını vergilerle sağladığımız müşterek, ortak, kamusal alanlarımız! Okulların demokratikleştirilmesi ve nitelikli bir eğitim verir hale getirilmesi bizim toplumsal mücadelemizin bir parçası! Bu nedenle velilere önerim, başta eğitim ve sağlık olmak üzere, kamusal alanları terketmemek! Bu sadece kendi çocuklarımız için değil, geride kalan “öteki” çocuklar için de bir şeyler yapmak anlamına geliyor. Çünkü “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz!”
Çok iyi yetiştirilen çocuklar, işyerlerinde, seçim sandıklarında, sokaklarda, kafelerde, ıssız bir gecede ‘öteki çocuklar’la hep karşılaşacak! Çocuğumuz, görece iyi okullarda yetişip özgürleşse de, başka özneler arayacak konuşmak için ve tatlı sohbetler için… Bulamazsa mutsuz olacak; gazetelerde güzel haberler okumak hepimizin daha çok insanlaşması ile mümkün! Ayrıca işyerlerinde iş cinayetlerine kurban edilmemek, bir erkek tarafından öldürülmemek, taciz edilmeden kadından kentlerde dolaşmak için de kamu okulları, özgür ve demokratik bir eğitim kavgası yürütecek kentli ve eğitimli velilere ihtiyaç duymaktadır. Öte yandan, özel okullara ayıracağınız para yerine çocuklarınızla en güzel filmleri izleyerek birlikte öğrenin! Her yıl Türkiye’nin ve dünyanın kültürlerinden birisi ile buluşun! Tiyatroya gidin! Kitaplar okuyun okutun! Okulun kütüphanesine ve öğretmenlerin anlamlı işler yapmasına destek verin!
Okullar, hastaneler, sokaklar, meydanlar kent hakkı mücadelesinin bir parçası! Sosyal ve demokratik bir Cumhuriyet için emek vermek gerek, dayanışma içinde olmak gerek, örgütlü olmak gerek!