Geçtiğimiz günlerde AKP-MHP işbirliğiyle Meclis’ten geçirilen ve AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a her türlü kamu görevlisini, üyelerini kendi atadığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) eliyle istediği anda görevden alma yetkisini veren yasa kamuoyunda tartışılırken, başkanlık rejimine geçişten bu yana AKP’nin ‘tek adam’ sistemi kurma yönünde attığı adımlar yeniden dikkati çekiyor. Uzun süredir “Tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet” sloganını topluma empoze ederek kendisini de ‘tek’leştiren ve zemin oluşturan Erdoğan’ın kurmak istediği rejimin, her şeyi Hitler’in iki dudağının arasından çıkan kararlara bağlayan Nazi dönemini andıran yanları bir kez daha gündemde.
Yazılı yasaların üstünde
“Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, sizin nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır.”
Nazi döneminin Halk Mahkemeleri yargıcı (sonradan Adalet Bakanı) Roland Freisler’in, Hitler’e yazdığı bir mektupta kurduğu bu cümle, sanırım despotik rejimlerin toplamının en iyi ifadesidir. Kimileri açıkça söylemeyip ‘seçim’, ‘demokrasi’ gibi dolambaçlı laflarla üstünü örtmeye çalışsa da aslında her diktatörün rüyası da tam olarak budur: Yargıcın, polisin, müdürün amirin herkesin karar verirken ‘yukarıya’ bakması, attığı her adımı ‘yukarıdakine’ göre ayarlaması.
Daha sonraki faşist şef versiyonları da az değildir ama bu bakımdan şüphesiz dünya tarihinin en ‘müstesna’ figürü hem uygulama açısından, hem de teorize etme bakımından Adolf Hitler’dir. Formül de çok basit, çok sadedir: Führerprinzip, yani Führer İlkesi! İlkenin kendisi de hiç karmaşık bir şey değil, öğrenmesi çok kolay: Führer’in sözü bütün yasaların üstündedir! Hermann Göring’in sözleriyle ifade edilirse, “Bir karar alınması gerektiğinde, hiçbirimiz üzerinde durduğumuz taşlardan daha önemli değiliz. Karar verecek olan yalnızca Führer’dir.”
Yasaların üstünde
Führerprinzip, aslında Naziler tarafından icat edilmemişti. Estonyalı bir Baltık Alman filozofu olan Hermann von Keyserling, terimi ilk kullanan kişiydi. Keyserling’in iddiası, bazı “yetenekli bireylerin” Sosyal Darwinizm temelinde “yönetmek için doğdukları” idi. “Yalnızca Alman ulusuna (İtalyan ulusuna, Türk ulusuna, vb.) hesap vermek” gibi bir şeyden söz edilse de aslında bu kadar belirsizleştirilmiş bir ‘hesap verme’ aslında demagojiden ibaretti ve kimseye hesap vermemek anlamına geliyordu; çünkü bu tür despotik yönetimlerde bir süre sonra zaten ‘yukarıdakini’ yargılayabilecek bir mekanizma da kalmıyordu. “Uzun Bıçaklar Gecesi”nde Hitler, kendisini “Alman halkının en yüksek yargıcı” ilan etmişti.
Yargının teslim alınışı
Nazi yükselişinin belli bir noktasında en ağır darbe yargıya geldi. Önce bütün mekanizma ırksal olarak düzenlenirken, Ari olmayanlar ve “siyasi açıdan güvenilmez” olanlar tasfiye edildi. 1933 tarihli Yetki Yasası, Alman Anayasası’nı değiştirerek Hitler’in Reichstag’dan geçmeden yasa (hatta anayasayı ihlal eden yasalar) çıkarmasına izin verdi. Hukukun Korunması İçin Nasyonal Sosyalist Birlik’e katılmayan yargıçlar görevden alındı. Anayasa’yı fiilen ortadan kaldırarak geleneksel hukukun bütün kurallarını yok eden sistem, “millilik” kriterini bütün bunların yerine geçirmiş, 1936’da ceza kanunundaki bir değişiklikle yalnızca mevcut suçların değil, “sağlıklı milli şuur” uyarınca cezalandırılmayı hak eden eylemlerin de cezalandırılacağı karara bağlanmıştı. “Alman Kanını ve Onurunu Koruma Yasası” gibi şeyler bu dönemin eseriydi.

Tek adam tek gazete
“Büyük kitlelerin algıları çok sınırlıdır, zekâları küçüktür, ancak unutma güçleri çok büyüktür” diyen Hitler’in Goebbels eliyle giriştiği en büyük operasyon, mevcut bütün gazetelerin tek tek düşürülmesiydi. Gücünün zirvesindeyken Goebbels 3 bin 600’den fazla gazete ve yüzlerce dergiyi denetledi. 1934’te yürürlüğe giren ‘editör’ yasası, Alman gazetecilerinin işini kökten değiştirdi. Yasaya göre “editörlerin” bir “Aryan sertifikası” sunması gerekirken, “Ari olmayan” bir kişiyle evli olanların bile mesleğe girmesi yasaklandı. Reich Basın Odası’na üyelik zorunluydu ve editörlerin görevi “Alman İmparatorluğu’nun gücünü dışarıdan veya içerden zayıflatacak, Alman halkının toplum iradesini, Alman savunmasını, kültürünü veya ekonomisini zayıflatacak veya başkalarının dini duygularını rencide edecek” haberleri engellemekti, ki bu kadarı da yetmemiş, rejim bir de doğrudan Goebbels’e bağlı ‘baş editörlük’ makamı da icat etmişti.
Eğitim: Führer’e itaat
Rejim, bütün eğitim sistemini de Führerprinzip’e göre düzenledi. Nazi rejimi, çocukların hiçbir yaş kategorisini de atlamamıştı. “Hiçbir kız veya oğlan çocuk, saf kanın gerekliliği ve önemini tam olarak anlamadan okuldan ayrılmamalıdır” diyordu Hitler. Pimpf (6-10 yaşındaki erkek çocukları), Alman Gençliği (10-14 yaşındaki erkek çocukları), Hitler Gençliği (14-18 yaşındaki erkek çocukları), Alman Kızları Cephesi (10-14 yaşındaki kızlar), Alman Genç Kızları Cephesi (14-18 yaşındaki kızlar) gibi örgütlere üyelik zorunluydu. Öğretmenlerin ise yüzde 97’si Nazi Öğretmen Birliği’ne üyeydi ve çoğu okula parti üniformasıyla geliyordu. Militarizmin gereği olarak kız öğrencilerin önüne konulan hedef ise, iyi birer eş ve anne olmaktı. 1934’te çıkarılan ve üniversitedeki kız öğrenci sayısını yüzde 10 ile sınırlayan yasadan sonra kız öğrenciler, okumak yerine evlenmeleri ve çocuk doğurmaları için teşvik edildi. Üniversitelerde öğrenim gören kadın sayısı 1932-1933 yıllarında 17.000’den biraz fazlayken, 1939’da bu sayı 6.000’nin altına inmişti. Eğitim gören kadınların oranı ise, yüzde 16’dan, yüzde 11’e düşmüştü. Alman kadınları büyük ölçüde iş ve eğitim hayatından çıkarıldılar.
Wenn der Führer das wüsste…
Adına ister Führer denilsin, isterse Reis, bütün despotların hayatının en zevkli yanı, her şeye burunlarını soktukları halde kötü olaylarla aralarında hep bir mesafe olmasıdır. Alt düzey bürokratların ve herkesin en büyük görevi, Führer’i bütün olaylardan uzakta bir mit olarak tutmaktır. Nazi döneminde yaygın olan “Wenn der Führer das wüsste…” (Hitler bunu bilseydi…) kalıbı tam da bunu özetler. Örneğin bir otel yangınında çocuklarınızı kaybettiğinizde, evinizi sel bastığında, bir devlet dairesinde horlandığınızda tepkiniz en alt düzeydeki memura, en fazlasından müdüre yönelir ve ulusun babası olan Reis’in bunlardan haberi olmadığı fikrine kapılırsınız. O yüzden Führerprinzip koşullarında istifa geleneği yoktur; en kötü durumda bile olacak olan o görevlinin ‘yukarısı’ tarafından azledilmesi, nadiren cezalandırılmasıdır.
Ama ben görevimi yaptım!
Führerprinzip, savaş sonrasında başlayan Nürnberg Duruşmaları sırasında da Nazi suçlularının çok işine yaradı. Tüm savaş suçluları ve daha sonra İsrail’de yargılanan Adolf Eichmann “sadece emirlere uyduklarını”, suçlu olmadıklarını iddia etmek için Führerprinzip kavramını kullandılar. Bu kavrama göre, sanıklar Adolf Hitler tarafından verilen emirleri yerine getiriyorlardı ve bu emirleri yerine getirmemenin cezası ölümdü. Hitler’in kendisi artık bu iddiaları geçersiz kılmak için hayatta olmadığından, bu savunmanın etkili olacağı umuluyordu ama pek de işe yaramadı.

Seyreltilmiş Führerprinzip: Yetki yasası
AKP rejiminin daha önce iki kez denediği ‘süper yetki’ yasasını geçtiğimiz günlerde Meclis’ten geçirmesi, başından beri tek adam yetkilerini artıran AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir düzen kurmak istediği tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Düzenlemeye göre bütün üyeleri Erdoğan tarafından atanan Devlet Denetleme Kurulu, her rütbedeki kamu görevlisini görevden alabilecek. Ayrıca, yasada bulunan ‘diğer kamu görevlileri’ şeklindeki ibare ise muğlak bir alanı kapsıyor ve belediyelere, barolara, sendikalara, meslek kuruluşlarına kadar uzanabilen bir sınırsız yetkiye yol açıyor.
Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Başkan ve üyelerini Cumhurbaşkanı atıyor. Kurul, Cumhurbaşkanı’nın isteği üzerine, tüm kamu kuruluş ve kurumlarında, her türlü inceleme, araştırma ve denetleme yapabiliyor. Muhalefetin ‘Yetkinin bu kadarı sultanlarda bile olmaz’ diye eleştirdiği düzenleme için AKP daha önce iki kez adım atmış, ilkinde Anayasa Mahkemesi iptaliyle karşılaşırken, ikincisinde tepkiler üzerine teklifi geri çekmişti. Önceki günlerde Devlet Denetleme Kurulu’nun 12 Eylül ürünü olan bir yapı olduğunu hatırlatan DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli de DDK’nin kendisini hem denetçilik hem disiplin soruşturması yapan, hem de karar veren bir yere taşıdığını belirterek, “Kullanılacak tasarrufla kurumların, vakıflar, dernekler ve birliklerin çalışmasını kendi istedikleri şekilde yönlendirmeleri mümkün. Belediyelere kayyum atıyorlar. Şimdi sıra vakıflar, dernekler ve birliklere geldi, öyle gözüküyor. Dolayısıyla bu bir yönetim anlayışı. Bir zihniyetin aslında tezahüründen başka bir şey değil” demişti.
Zincirin son halkası
Aslında Türkiye’nin siyasi rejiminin ‘tek adam’ düzenine geçişi açısından söz konusu yasa son bir adım olarak görülüyor. İktidarının başından beri partisini tek adam mantığıyla yöneten Erdoğan, Türkiye’de 16 Nisan 2017 Referandumu’yla birlikte kurulan ‘Başkanlık’ rejimi çerçevesinde, ‘tekçi’ rejimin inşasını parça parça gerçekleştiriyor. 15 Temmuz sonrasında eski ortaklarını da tasfiye ederek MHP ile resmi olmayan bir koalisyon kuran Erdoğan, bu tarihten sonra OHAL şartlarını da kullanarak ekonomiden yargıya, eğitimden kültüre kadar her alanda her kurumu doğrudan ya da dolaylı olarak kendisine bağlayan bir rejim inşa etti. Cumhurbaşkanına geniş bir sorumsuzluk alanı bırakan ve kuvvetler ayrılığını tümüyle ortadan kaldıran sistem, giderek AİHS gibi uluslararası yasaları da fiiliyatta uygulamayarak bir baskı sistemi yarattı.
Bir yandan Propaganda Bakanlığı gibi çalışan İletişim Başkanlığı’ndan vize alamayan gazetecileri gazeteci saymayan, sık sık tutuklayan ‘tek adam’ rejimi, diğer yandan da yargıyı muhalefete karşı bir sopa gibi kullanırken, başından beri hiç eksik olmayan Kürt düşmanlığıyla bütün bunları harmanlıyor ve baştan başa bütün ülkeyi itiraz edenlerden temizlemek istiyor. Yargıyı -tıpkı Hitler gibi- ‘milli’ hale getirerek hukuk geleneğinin en temel kaidelerini yok sayan, bu konuda AİHM gibi uluslararası kurumların denetimini yok sayan iktidarın ısrarla çıkarmak istediği ‘etki ajanlığı’ yasası, ‘siber güvenlik’ adı altında istihbarat örgütüne geniş yetkiler tanıması, RTÜK ve bütün diğer sansür sistemleri de aynı amaca hizmet ediyor.
Kararlarla yönetmek
MHP ile ittifakı sayesinde Meclis’in denetimini etkisiz hale getirerek istediği yasaları çok zorlanmadan çıkarabilen ve hiçbir alanda hesap vermeyen, sorgulanamayan AKP, Başkanlık Rejimi’ni oturttukça yasaların dışındaki karar ve uygulama biçimlerine daha çok yöneldi. 2018’den bu yana yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinin sayısı 177’yi bulurken, bunların çoğunun “Sulama Sistemleri”, “Sigortacılık ve Özel Emeklilik”, “Nüfus Politikaları”, “Türkiye Okul Sporları” gibi detaylara ait olması, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin nasıl kullanıldığını anlatıyor. Başka bir kategori olan “Cumhurbaşkanlığı Kararları”nın sayısı ise 2018’den bu yana 9516’ya çıkmış durumda ve onlarda da “Denizli İlinde Kurulacak Sandalcık Regülatörü”nden “Çerkezköy Endüstri Bölgesinin Sınırlarının Değiştirilmesi”ne ve “Hububat ve Bakliyat Alım Satımı”na kadar yüzlerce detayın var olması, kurulan sistemin ne kadar tek adam rejimine bağlanmış olduğunu gösteriyor.
Böylece adeta bir tür ‘Reisprinzip’e dönüştürülen siyasal sistem, özellikle son 6-7 yıl boyunca, kimsenin bırakın icraatı, herhangi bir durumda (yangın, deprem, vb.) Erdoğan’dan önce konuşamadığı bir düzene kavuşurken, bir süre sonra ‘ulusun babası’ modunu da yüklenen Erdoğan, kaç çocuk yapılacağından, kürtaj hakkına ve tütün kullanımına kadar her konuda konuşma hakkını da elde etti.
Sonuç, fabrikadan fazla cezaevi yapılan ülkede, yargı ve yasama denetiminin ortadan kalkması, her alanda bütün kararların tek kişi tarafından verilmesi ve o kişinin de ‘yalnızca millete’ (yani hiç kimseye!) karşı sorumlu olması noktasına varıldı. Bütün bunlar düşünüldüğünde, en son ‘yetki yasası’ demokrasinin tabutuna çakılmış en son çivi, yeni ‘Führerprinzip’in de son tuğlası gibi duruyor.