Antik Yunan filozofu Platon, felsefenin giriş kapısı değerindeki başyapıtı Politeia’da ideal devletin temel koşulunu şöyle açıklar: Ya filozoflar devleti yönetmeli ya da devleti yönetenler gerçekten filozof olmalıdırlar. Bilgi dostu filozofların yöneteceği devletin başlıca değerleri bilgelik, yiğitlik, ölçülülük ve doğruluk (adalet) olacaktır. (427 e, 433 c)
Hakikatin sırrına ermiş filozofların yönetiminde bir devlet tarihte hiç olmadı. Tarihte en sık rastlanan devlet tipi, Platon’un en çok yakındığı tiranlık oldu. Yani tek kişinin iktidarı ele geçirdiği, halkın yönetimde söz sahibi olmadığı, yasalarla sınırlanmamış bir devlet.
Platon tiranlık derken sanki günümüz Türkiye’sini tanımlamış. Doğru, devletin anayasası var. Anayasada kuvvetler ayrılığı düzenlenmiş. Parlamento kanun çıkarıyor. Yürütme organı kanunları uyguluyor. Hatta yargı organları bile var. Görünüşte bunlar var ama gerçekte iktidar tek kişide toplanmış. O tek kişinin iradesine göre sadece yasalar değil anayasa bile askıya alınabiliyor. Bilgelik, yiğitlik, ölçülülük, adalet hak getire!
***
TBMM’deki bütçe görüşmeleri Platon’un tiranlık tezini doğruluyor. Parlamentolu bir devlette parlamentonun en önemli işidir bütçeyi görüşmek. Rejim tiranlık değilse, devleti yönetenler, geçen yıl kamu bütçesini nasıl harcadıklarının hesabını verirler ve gelecek yıl için bütçe isterler. Son söz ve karar yetkisi, halk adına parlamentonundur. En azından 1215 tarihli Magna Carta Libertatumu’ndan beri böyle kabul edilir. İngiltere’de Magna Carta ile kralın kafasına göre vergi salması ve ahaliden asker toplaması sınırlanmıştı.
Türkiye parlamentolu yönetimde 150 yılı geride bıraktı. Bu tarih kesitinde TBMM zaman zaman parlamento tanımını hak eden duruşlar gösterebildi. Örneğin Birinci Meclis, üstelik savaş sırasında, Mustafa Kemal’e kök söktürdü. Adnan Menderes, kendisini kurtarabilmek için bütün bakanlarını feda etti. Süleyman Demirel, bütçesi onaylanmayınca istifa etti. Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz, gensoru oylamalarında güvenoyu alamayınca istifa ettiler… Ya bugün? Yani Recep Erdoğan yönetimindeki Türkiye? Bütçeyi harcama yetkisini üstlenen kişi parlamentoya gelmeye bile tenezzül etmiyor. TBMM gerçekten parlamento olsa, Cumhurbaşkanı da olsa, bütçeyi harcayacak kişiyi ayağına getirtir, hesap sorar. Çünkü, bütçe görüşmeleri iktidar ile halk arasında hesaplaşma zeminidir.
***
TBMM gerçekten parlamento olsa bütçede nelerin hesabını sorar?
2026 yılı bütçesi, 19 trilyon TL harcama öngörüyor. Bunun 2.7 trilyon TL’si borç faizi olarak ödenecek. 16 milyon emekli için SGK’ye aktarılacak para ise 1,8 trilyon TL. Yani bütçe emekçinin, emeklinin bütçesi değil, devlete borç veren faizcilerin bütçesi. Peki faizini emekçilerin ödeyeceği borçların işçiye, köylüye, memura, esnafa ne faydası var? Bu arada, devletin kendisi yapsa çok daha ehven fiyata mal edeceği otoyollar, köprüler, havaalanları vs. için üç beş müteahhide 2026 yılında 238 milyar TL daha aktaracak.
Gelecek yıl Cumhurbaşkanlığının harcayacağı bütçenin 14 trilyon TL’si vergiyle karşılanacak. Bu verginin üçte ikisi, alışverişlerde vatandaşa “hissettirmeden” kesilen Katma Değer Vergisi (KDV) ve Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gibi dolaylı vergilerden oluşacak. Dolaylı vergi demek, emeklinin, asgari ücretlinin süper zenginle aynı miktarda ödediği, patronların tüketirken ödedikleri KDV’yi gider gösterip kurumlar vergisinden düşebildikleri, emekçinin bu şansının hiç olmadığı adaletsiz bir vergi demek!
Dolaylı vergiler dışında gelir vergisinin üçte ikisi de ücretli emekçilerden alınacak. Emekçinin sofrasını, barınmasını, elektriğini, suyunu, ulaşımını kısıtlayan vergilerle devletin kasası dolarken; bütçe uzmanlarının ifadesiyle, sermaye gruplarına 3 trilyon 597 milyar liralık muafiyeti tanınacak. Bir bütçe toplumsal sınıflar arasında ancak bu denli adaletsiz olabilir.
***
Sınıflı toplum düzeninde devlet egemen sınıfın devletidir; toplumsal servetin sınıflar arasında taksimi bütçeler aracılığıyla düzenlenir. Genel Bütçe başlığı altında sıralanan bakanlık bütçeleri, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) bütçesi de bu bilinçle değerlendirilmelidir.
MSB’nin 2026 yılı bütçesi 822 milyar 930 milyon 177 bin TL. MSB Yaşar Güler’in açıkladığına göre bu tutar, toplam ulusal gelirin yüzde 2,13’ü; NATO’nun hedef olarak belirlediği yüzde 5 oranına 2035 yılında ulaşılacak.
Gerek MSB Yaşar Güler gerekse iktidar ve muhalefet sözcüleri dünyanın en büyük 100 silah üreticisi şirket arasında beş Türk şirketinin (ASELSAN, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii TUSAŞ, ROKETSAN, ASFAT ve MKE) bulunduğunu övünerek anlatıyorlar. Cumhurbaşkanının damadının şirketi BAYKAR ise milli gurur kaynağı. Millî muharip uçağı KAAN değerli bir proje; Endonezya’ya 48 adet KAAN satışı için sözleşme imzalanması gurur verici; KAAN’ın uçabilmesi için ABD’nin izni gerekiyor; o mesele de hallolur inşallah! İngiltere’den 8 milyar sterlin bedel ile 20 adet Eurofighter Typhoon savaş uçağı alınması iyi ama Kuveyt 28 Eurofighter için 7,96 milyar euroluk bir anlaşma yapmış. Sayın Bakan’ın bu konuya açıklık getirmesi gerekir. Şanlı ordumuz, Birleşmiş Milletler, NATO, AGİT ve ikili anlaşmalar kapsamında, Suriye, Libya, Kosova, Afganistan, Bosna Hersek, Katar, Somali ve Sudan’a kadar birçok coğrafyada, bölgesel istikrara ve dünya barışına katkı sunmaktadır. KAAN, HÜRJET, GÖKBEY, ATAK, AKINCI, AKSUNGUR, TCG ANADOLU, ALTAY gibi ürünlerimiz milletimizin göğsünü kabartmaktadır…
Bunca hamaset arasında cılız eleştirilere kulaklar kapalı: İmam hatip liseleri varken askeri liseler neden kapalı? Asker hastaneleri neden kapatıldı, ordunun askeri tıp hafızası neden siliniyor? Son on yılda kışlada intihar eden asker sayısının 934’e ulaşması nedendir? Emperyalizmin “En iyi ihraç malınız ordunuzdur” direktifine sadakat nereye kadar?..
Eleştiriler en uç noktada, sınıflar mücadelesinin en ileri barikatlarında sıralansa ne fayda? TBMM gerçekten parlamento mu? Parlamentoların en önemli işidir bütçeyi görüşüp kabul ya da reddetmek. Olmaz ya, varsayalım ki TBMM parlamento olmaya niyetlendi, Cumhurbaşkanlığının bütçe teklifini reddetti. Bir şey değişmeyecek. Yürürlükteki Anayasa’nın 161’inci maddesine göre, önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranı ile arttırılıp uygulanır. Yani TBMM’nin bütçeyi görüşmesinin, kabul ya da reddetmesinin bir önemi ve yaptırımı yok. Haksızlık olmasın. Anayasanın bu hükmünü RTE getirmedi. Bu hüküm 12 Eylül darbecileri tarafından anayasaya yerleştirildi.
***
Antik Yunan düşünürü Platon, üzerine filozofların gölgesinin düştüğü bir devlet tahayyül etmişti. Emekçiler ve ezilenler kendileri için kendi ayakları üzerinde doğrulup kalkmadıkça, hakikatin sırrına ermiş filozofların yönetimindeki devlet düzeni hayalden ibarettir.
