Ferda Koç yazdı: Kürt siyaseti, islamcılık ve laiklik (Seçtiklerimiz)
Devlet iktidarını ABD desteğiyle ele geçiren iki İslamcı faşist grup arasındaki boğazlaşmada üste çıkanı alkışlamamız istenen günlerden geçiyoruz.
Olay bir bakıma Godzilla filmini andırıyor. Mutant canavarlar milyonlarca insanın yaşadığı şehirlerin üzerinde tepinerek birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar. İnsan seyirciler önce bu canavarlardan birinin “iyi” diğerinin “kötü” olduğuna ikna ediliyor. Godzilla “iyi canavar”, MUTO (Massive Unidentified Terrestrial Organism-Kimliği Bilinmeyen Dünya Dışı Dev Organizma) “kötü canavar” oluyor. Sonrası kolay; canavarlar döğüşürken şehirler yıkılıyor, yüzbinlerce insan ölüyor ama seyircinin aklı fikri iyi canavarın boğazlaşmayı kazanmasına odaklanıyor. Sonunda “iyi” canavar kötü canavarların en kötüsünü şehrin ayakta kalanını da yıkan bir son hamleyle öldürüyor ve okyanusun dibindeki yuvasına dönüyor. İnsanların bütün bu boğazlaşma içindeki tek aktif rolü, kötü canavarın iyi canavara yenilmesine minik bir katkı yapmak için kendilerini feda etmeleri. Seyirci, “iyi canavar”ın, insanlar için herhangi bir “iyilik duygusu” taşımadığını, tek derdinin “canavarlar evrenindeki güvenli yaşam alanını muhafaza etmek” olduğunu bildiği halde, ona minnet duyuyor.
Siyasi gericiliğin aktörleri, ırkçı ve gerici partiler, cemaatler, tarikatlar, hareketler, çeteler ile Türkiye toplumundaki demokratik siyasi unsurlar arasında, “mutant canavarlar” ile “insanlar” arasındaki kadar bir fark var. Türkiye’nin siyasi gericiliği, Amerikancılığın en gerici, en terörist, en emperyalist siyasetini, oligarşinin en kirli, en sömürgen çıkarlarının büyüttüğü “mutant canavarlardan” oluşan bir dünya. Siyasi İslam bu mutant canavarlar dünyasının en eski ve en köklü bileşeni. Bu bakımdan Erdoğan’ın, Gülen’in, IŞİD’in birbirlerinden bir farkı yok. Türkiye Siyasi İslamı’nın hiçbir aktörü, bu “canavarlarla” dolaylı veya dolaysız bir biçimde aynı evreni paylaşmaktan kaçınamıyor.
Demokratik Kürt siyaseti, çok uzun bir süre, Türkiye Siyasi İslamı’nın bu “mutant canavarlar dünyasına ait” özünü ihmal etti; Kürt hareketinin dindar Sünni tabanı ile karşı karşıya gelmemek için Sünni dindarlığının en etkili siyasallaşma motifleri olan “Şeriatçılığın” ve “Cihatçılığın” üzerinden atladı. Şeriatçılığın ve Cihatçılığın Türkiye faşizminin ve bölge gericiliğinin kitlesel hareket temelini oluşturmaktaki stratejik rolünü görmek istemedi.
Gelişmeler, Türkiye Siyasi İslamı’nın yalnızca Türkiye’nin “ilerici” siyaset zeminin değil, Kürt demokratik siyasetinin zemininin de düşmanı olduğunu kanıtladı. Buna karşılık, Demokratik Kürt hareketini Türkiye ve Ortadoğu’da meşru bir siyaset öznesi haline getiren en güçlü özelliği onun seküler (çağdaş) ve laik (halkçı) yanı oldu. Demokratik Kürt hareketinin çağdaş ve halkçı karakterinin, hareketin dindar Sünni tabanını uzaklaştırmak bir yana bu tabanın dindarlık kavramını bir tür “Kürt laikliği” ile uyumlulaşmaya sevk ettiği görülüyor. Hayat, demokratik Kürt hareketinin İslamın siyasallaştırılmasına karşı çıkmakta, laikliği açıkça “Siyasal İslam karşıtlığı” olarak tanımlamakta gösterdiği tereddüdü yanlışlıyor.
Türkiye faşizminin “İslam Bayrağı” altında bütünleştiği, faşizmin siyasi seçeneklerinin bir “İslamcı” alternatif ile diğer “İslamcı” alternatif arasında yer değiştirdiği, Suriye’de IŞİD’in ÖSO ile “nöbet değiştirdiği” bugünkü ortamda Demokratik Kürt Siyasetinin laik karakterinin ön plana çıkarılması artık geciktirilemez bir ödevdir. Bu adım, sadece Demokratik Kürt Siyasetinin Türkiye’deki stratejik hareket alanındaki sıkışmayı aşması için değil, aynı zamanda Erdoğan-MHP koalisyonunun Rojava devrimini boğma girişimini püskürtebilmesi için de zorunludur.
(bu yazı Yeni Özgür Politika'da yayınlanmıştır.)