Büyük bir cesaret. Tarihte örneği oldukça az. Geri dönüşü imkansız. Geri dönüşü boğulmak. İleriye adım atmak ise özgürlükle tanışmak. Özgürlüğe yol almak. Özgürlüğü tatmak. Ucunda ölüm olasılığı yüksek olsa da artık gam yenmez. Bir kez tadına vardın mı özgürlüğün, artık ölümüne bırakamazsın bir daha asla. Erkeğin devleti, ailesi, evi, barkı, okulu, işi, kurumu, bürokrasisi. Onlar da kimdi ki, onlar da neydi ki özgürlüğün doyumsuz tadı karşısında.
Kürdistan’da kadın ilk defa erkeğin egemenliğini açıktan red ediyordu. Erkeğin iktidarını üzerine yükselttiği bütün kurumlarını terk ediyordu. Baş kaldırıyordu. Ölümüne baş kaldırıyordu. Silah kaldırıyordu. Savaşın içine içine yürüme cesaretini gösteriyordu. Korkularının üstüne üstüne gidiyordu. “Kadın işi değil”, “kadına yakışmaz”, “kadın yapamaz edemez” denen bütün işleri yapmaya kalkışıyordu. Ölümün buz kestiği silahı ilk sıktığında, yüreğinde büyüttüğü sıcacık ütopyalarına sarılıyordu. Sıktığı her mermiyi önce korkularına sıkıyordu. Savaşmayı öğreniyordu. Ensesinde her an ölümle yaşamayı öğreniyordu. Aslında kendi gücüyle yaşamayı öğreniyordu. Ayakta kalmayı, yürek bilemeyi, göğüs germeyi öğreniyordu.
Ona öğretilen tüm ‘olmaz’ların koca yalanlardan ibaret olduğunu görüyordu. Kendini tüm zorluklar karşısında ayakta tutmaya, güçlü durmaya alışıyordu. Sıcacık yüreğindeki kocaman “acabalara” kendi cevaplarını arayarak, yaşayarak buluyordu. Kendi olmayı öğreniyordu. Birilerinin olmaktan çıkıp ‘kendisinin’ olmaya başlıyordu. Müthiş bir ‘kendileşme’ yaşıyordu. Dünya bunun ne kadar farkındaydı bilinmez ama kendi içinde büyük ve derin bir ruhsal, duygusal, düşünsel devrim yaşıyordu.
İlk defa ‘kendileşmek’ oldukça zordu. Kendi olmanın zorluğu oldukça ilginçti. Doğa ve evrenin içinde, onun dışında her varlık ‘kendisi’ oluyordu. Tüm varlıklar öz benliği, öz gücü, öz iradesi ile yaşıyordu. Canlı mı cansız mı olduğu hala tartışmada olan atom bile dışsal müdahaleyle parçalanmaya kalkışıldığında, kentleri yok edecek denli güçlü bir direniş ve karşı koyuş, karşı irade ortaya çıkarabiliyordu. Ancak kadın bir varlık olarak kendine, benliğine, zekasına, aklına, yeteneğine, gücüne iradesine oldukça yabancılaştırılmıştı. Toplumu doğuran, besleyen, büyüten, var eden ve sürdüren gerçeğine oldukça yabancılaştırılmıştı. Öz güvenini yitirmiş, iradeleşemiyordu. Derinleşerek çözüm geliştirmeye çok ciddi kafa yormak gerekiyordu. Psikoanaliz ve klinik terapilerin çözemeyeceği kadar derin bir durum söz konusuydu.
Kürt kadını evini, ailesini, devletin toplumunu hatta bütün sevdiklerini terk edip PKK’nin mücadele saflarına akın akın geliyordu. Tanımladığı katılım gerekçesi ilkin Kürt sorunuydu. Halkının yaşadığı kimlik sorunuydu. Ancak kendini tanıdıkça, kendini anladıkça kadınlığın evrensel bir olgu olduğunun da farkına vardı. Kadınlığın evrenselliği kadar, kadın sorununun evrenselliğinin bilincine de kendi deneyimleri sonucunda vardı.
Kadının, Kürdistan özgürlük mücadelesi saflarında karşılaştığı her “ilk” büyük bir iradeleşme ve güven etkisi yaratıyordu. Büyük bir cesaretle bazen dizleri titreyerek, bazen terler atarak, bazen yüreği heyecandan duracak gibi olarak, yaşadığı tüm “ilklerden” derya gibi tecrübe ve birikimler oluşturdu. Kazandığı tecrübe ve birikim onda güçlü bir öz güven ve irade ortaya çıkardı. Giderek, binlerce yıl öncesinde bu topraklarda yaşamış olan Tanrıçalık ruhu, soyut bir söylem olmaktan çıktı ve yeniden canlanmaya başladı. Toprağa gömülü olan kadın modernitesi, Kürt kadını şahsında yeniden hayatı solumaya başladı.
Kürdistan’da kadına mücadele alanı açan, Kürt Halk Önderi oldu. Soruna, sorunun sahiplerinden daha duyarlı yaklaştı. Bu yan onda bir önderlik özelliğidir. Kadını kadından daha fazla sahiplendi ve ilgilendi. Çünkü kadının getirildiği durumu, içinde olduğu verili gerçeği iyi biliyordu ve bu gerçeği ile yüzleşmekte zorluklar yaşayacağının da öngörüsü içinde oldu. Kadının karşısına büyük bir ayna koyarak, kendi gerçeği ile yüzleşmesini sağladı. Kendi savaşını vermesinin kaçınılmazlığına ikna etmenin çabasında oldu. Bu çabaları, ciltler dolusu kadın ve toplum çözümlemelerinde ve diyaloglarında önemli sosyolojik birikimler olarak toplandı. Özgürlüğü solumak isteyen kadınların, bunları mutlaka incelemesi önerilir.
Kürt özgürlük mücadelesinin feminal yanı hep eksik, yetersiz okundu. Fazla görülmedi. Şimdi yeni yeni fark ediliyor. Kürt Halk Önderi’nin özgürlük tezleri ve PKK’nin 36 yıllık mücadelesi, erkeğin beşbin yıllık şiddetini parçalamaya başladı. Bunun temel göstergesi; Kürdistan dağlarında yükselen özgür kadın sesinin, Şengal ve Kobanê mevzilerinde, İran idam sehpalarında ve Bakur’un sokaklarında yankı yapmasıdır. Erkek eksenli devletçi, iktidarcı, şiddetçi siyasetin kadın özgürlük mücadelesi karşısında giderek küçülmesi ve kadın eksenli demokratik siyasetin yükselişe geçmesidir.
(Yeni Özgür Politika – 24 Kasım 2014 – Zilar Sterk)