Erkan BAŞ yazdı: Ekim Devrimi’nin öğrettiği bir şey varsa, tüm tartışmaların en yüksek yerine şunu yazmalıyız, yeni Ekim’ler yaşanmalıdır.
Bu nedenle, aradan 100 yıldan fazla zaman geçtikten sonra, Ekim Devrimi’ni kutlamanın yanında onu yeniden yaratmanın yollarını aramak zorundayız.
Tüm dünyada sosyalistler 7 Kasım’ı, yani Büyük Ekim Devrimi’ni kutlar. Tarihimizdeki bu denli önemli bir zaferin kutlanması elbette doğaldır. Fakat Ekim Devrimi, sadece tarihteki yeri açısından değil de dünya işçilerinin mücadelesine tuttuğu ışık açısından değerlendirilirse onun kutlamadan daha fazlasını gerektirdiği görülebilir.
Lafı uzatmadan şöyle özetleyelim: Burjuvaziye en büyük korkuyu veren örnek olan Ekim Devrimi, sadece bir kutlama günü olarak kalırsa burjuvazi derin bir nefes almış olur. Ekim Devrimi’nin öğrettiği bir şey varsa, tüm tartışmaların en yüksek yerine şunu yazmalıyız, yeni Ekim’ler yaşanmalıdır.
Bu nedenle, aradan 100 yıldan fazla zaman geçtikten sonra, Ekim Devrimi’ni kutlamanın yanında onu yeniden yaratmanın yollarını aramak zorundayız.
Büyük Ekim Devrimi, hem hazırlanış biçimiyle hem de gerçekleşme tarzıyla sayısız ders içeriyor. Her biri birbirinden kıymetli olan bu dersleri toparlamak ve günümüze yansıtmak istesek, sanırım şu üç başlıkta yoğunlaşabiliriz: Parti, iktidar ve öncülük.
Devrimin aygıtı
Sınıf mücadeleleri tarihi bu mücadelede kullanılacak çok sayıda aygıt geliştirmiştir. Parti, tüm bu aygıtlar arasında hem en merkezi hem de en işlevli aygıt olmayı sürdürüyor. Bu saptama, diğer aygıtların önemsiz olduğu anlamına gelmemekle beraber bir vurguyu taşıdığı açık: Sınıf mücadelesinin aygıtları, işçi sınıfının öncü partisinin merkez durduğu ve tüm devrimci faaliyeti koordine ettiği bir modelde başarılı sonuçlara erişiyor.
Rusya’da devrimci mücadelenin ilk adımı da bu yüzden partinin inşası ile birlikte atılmıştır. Lenin ve yoldaşları, sosyalizm mücadelesinin varlık koşulunun partinin inşasına bağlı olduğunu görmüşler ve tüm enerjilerini bu aygıtın yaratılmasına ve sağlamlaştırılmasına vakfetmişlerdir.
Devrimcilerin gönüllü birlikteliği, militan çalışmanın yuvası, kitle hareketinin yönlendiricisi olan parti, sosyalizm mücadelesinin zorlu koşullarında ayakta kalmanın da garantisidir. Mücadele içinde yenilgiye uğramak, atılan adımlardan istenen sonuçları alamamak, hatta başarısızlıkla sonuçlanan tercihlerin sonunda her şeye baştan başlamak gerekebilir; ancak her koşulda korunacak, her şeyden çok sahip çıkılacak olan şey parti ve onun sürekliliğidir. Deyim yerindeyse, sosyalizm mücadelesinde gerisine düşülemeyecek çizgi işçi sınıfının devrimci partisinin varlığıdır.
Bir adım daha ileri gidelim, çağımızda bir devrimci için hedef işçi sınıfının iktidarı fethidir. Ancak bunun salt öznel çabalarla gerçekleşmesinin mümkün olmadığını biliyoruz. Ancak Parti’nin inşaası, işçi sınıfının devrimci partisinin yaratılması öznel bir konudur ve bunun başarılamamış olmasını nesnel zorluklarla vb. açıklamak kabul edilemez.
İşte bu önem fark edildiğinde, Lenin’in emek harcadığı konular arasında parti fikrinin ve pratiğinin neden bu kadar büyük yer kapladığı anlaşılır. Fakat bu parti, Lenin’in partisi -ve bugün Türkiye işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu parti- şematik bir modelin hayata geçirilmesi biçimindeki statik bir “aygıt” değildir.
Lenin, partinin, ilişkili bulunduğu gerçeklikle birlikte devindiğini, bu nedenle sürecin tüm kırılma noktalarında yeni baştan inşa edilmesi gerektiğini, mücadelenin her yeni evresinin ihtiyaçlarını karşılamak için yeniden biçimlendirilmesinin kaçınılmaz olduğunu, eğer işçi sınıfıyla bağ kurma becerisini yitirmişse parti yapısının ve işlevlerinin dönüştürülmesinin şart olduğunu söylemiştir.
Bu anlamda, Ekim Devrimi’nin mirası arasında süreklilik taşıyan ilk unsur (iktidar hedefine kilitlenmiş ve öncülük misyonu üstlenmiş) parti fikridir. Bu partinin zamandan ve mekandan bağımsız şemaları yoktur. Parti, içinden geçtiği uğraktaki sınıf mücadelesine uyum sağlayabildiği, devrimci yanıtlar üretebildiği oranda parti kimliği kazanmaktadır.
Devrimin Hedefi
İşçi sınıfının partisi ise iktidarı ele geçirmek için mücadele eder. Ekim Devrimi de işçi sınıfının partisinin normal yollarla iktidara gelmesinin imkansız olduğunu, onun iktidarı işçi sınıfının gücüne dayanarak ele geçirebileceğini göstermiştir. Adına “iktidar perspektifi” dediğimiz yaklaşım, iktidarı egemen sınıf olarak örgütlenmiş işçi devleti biçiminde kavrar.
Dolayısıyla, işçi sınıfının öz-örgütlülüklerinin büyük önem taşıdığının altını çizer.
Rusya’da o dönemde siyaset yapan farklı sol akımlar da iktidara gelmeye uğraşıyorlardı tabii. Ancak onların iktidardan anladığı, basitçe hükümet edebilmekti. Oysa, Lenin’in “iktidar perspektifi” sadece hükümet makamını değil, siyasal ve toplumsal açıdan sermaye egemenliğini kendi bünyesinde toplayan tüm devlet aygıtını hedefliyordu.
İhtiyaç duyulan devrimci eylem, sermaye egemenliğini kendisinde toplamış devlet aygıtını parçalamak ve yeni devlet aygıtını, yani “egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya”yı inşa etmekti. yoksa, hükümet olup burjuva devletinin mekanizmalarını işçiler lehine kullanmakla varılabilecek menzil sınırlıydı.
Konuya bu çerçevede bakıldığında görüleceklerden biri de şu olur: “İktidar perspektifi” yalnızca devrim öncesini değil, devrimden sonrasını da kapsayan bir yaklaşımdır. Çünkü sosyalizmin inşası kendiliğinden biçimde değil, işçi sınıfının örgütlü iradesi sayesinde gerçekleşebilir. İktidarın ele geçirilmesi savaşın sonu olmaktan çok, en önemli cephenin ele geçirilmesidir aslında. Şimdi bu cephenin kuvvetiyle savaşa devam etmek gerekir.
Devrimin garantisi
Devrimin aygıtı ve hedefi konusunda öğrettikleri bir yana, Ekim Devrimi, en çok da bir devrimin, o devrime götüren mücadelenin başarısının nasıl garanti altına alınacağını öğretir. Bu öğretinin özü öncülük kavramındadır ve öncülük devrimden sonrasına da uzanan sürekli bir görevdir.
Nitekim Ekim Devrimi’ne baktığımızda da öncülüğün tüm mücadele sürecine yayılmış asal görev olduğunu görebiliriz. Ekim Devrimi’ndeki öncülük pratiği iki yönden özel ve önemlidir.
Birincisi, sınıf mücadelesini işçi sınıfının mevcut bilinç durumuna indirgeyen yaklaşıma karşı emek-sermaye çelişkisinin evrenselliğinin vurgulanması.
İkinci özellik ise, öncülüğün pedagojik bir kültürleme olarak değil, siyasal ve örgütsel temsil olarak kavranması.
Lenin de Bolşevikler de uzun mücadele süresince parti ile sınıfın bağların kopabileceğini kabul ederler. Ancak bu ihtimal her zaman olsa da partinin hiç aksatamayacağı uğraş sınıfın partisiyle ilişkisini yeniden ve yeniden kurmaktır. Zaten, Ekim Devrimi’ni başarıya götüren sürecin bir özelliği de öncülüğün sınıfı ikame edecek ya da onu gereksizleştirecek bir komploculuk biçiminde düşünülmemesiydi.
“İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” sözleri ne denli yüksek düzeyde bir kuralsa, partinin sınıfın çıkarlarının tavizsiz ve süreklileşmiş temsilcisi olarak siyaset alanındaki mücadelesi de o denli yüksek bir kuraldır.
Sonuç: Miras ve görev
Sonuca varmak için bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor:
Ekim Devrimi’nin tarihte açtığı sayfa bir benzeri daha olmayan bir başarıdır. Ancak, onun esas önemi, kendisinden sonraki mücadelelere devrettiği miras ve görevlerdir.
Bu miras ve görevler, aynı başlıklardan oluşuyor: Parti, iktidar ve öncülük.
Bu üç kavrama tarihsel mirasımızdaki bir zaferin mimarları olarak da bakabiliriz, aynı zaferin günümüze devrettiği görevler olarak da.
Bu söylenen, Ekim Devrimi’nde ne yapılmışsa şimdi de birebir aynı şeylerin yapılması gerektiği anlamına gelmiyor. Keşke tarih bu kadar tutarlı, siyaset de bu kadar kolay olsaydı. Demek ki, günümüzde yaratılacak Ekim’ler kendi özgün koşulları içinde ve kendine has biçimlerde doğacak.
Yine de çağımızın devrime giden mücadelesi, rengini Ekim Devrimi’nin ışığından alacak.
Bu ışığın aydınlattığı yerde yazanlar ise bilindik: Parti, iktidar ve öncülük.