Toplumun büyük bir kısmı, engellilerin eğitimsizliğini hâlâ bireysel bir eksiklik gibi görmeye devam ediyor. Oysa asıl sorgulanması gereken şu: Neden engelliler eğitim alamıyor, bu sistem engelli bireylerin eğitim hakkına nasıl engel oluyor ve yıllardır neden aynı döngü tekrar ediyor?
Ne yazık ki birçok engelli birey için “okula gitmek”, “üniversite kazanmak” veya “bir diploma almak” hâlâ mucize gibi görülüyor. Bu “mucize”, ne yazık ki, kişisel azim ya da “olağanüstü başarı” hikâyesi olarak sunuluyor; oysa ortada mucize değil, eşitsizlikle yoğrulmuş bir sistemin içinde ayakta kalma mücadelesi var.
Başarı hikâyeleri mi, sistemin süsleri mi?
Bugün kimi zaman eğitim alabilmiş engelli bireyler, istemeden de olsa, sistemin kurduğu hiyerarşiyi yeniden üretir hale geliyor. “Ben başardıysam herkes başarabilir” anlayışı, farkında olmadan diğer engelli bireyleri suçlayıcı bir söyleme dönüşebiliyor.
Oysa her bireyin yaşam koşulları, sağlık durumu, bulunduğu şehir, ailesinin ekonomik gücü, devlet desteğine erişimi birbirinden çok farklı. Bu nedenle “başarı” bir kıyaslama değil, bir eşit fırsat meselesidir.
Başaranları alkışlarken, başaramayanları değil; onların önündeki engelleri konuşmalıyız. Çünkü bu bir “bireysel yetersizlik” meselesi değil, sistematik bir ihmal zinciridir.
Engeller okulun kapısında başlıyor
Birçok engelli çocuk, daha ilkokul kapısından “okuyamaz” denilerek geri çevriliyor. Bazı okullar fiziksel olarak erişilebilir değil. Bazı öğretmenler özel eğitim bilgisine sahip değil. Bazı ders materyalleri görme ya da işitme engelliler için uygun değil.
Dijital eğitimler bile erişilebilir değilken, “herkes eşit fırsata sahip” demek, gerçeği görmezden gelmekten başka bir şey değil.
Engelli öğrenciler sadece merdivenlerle, rampasız okullarla değil; önyargılarla, ilgisizlikle ve sistemin sessizliğiyle mücadele ediyor.
Eğitimde engelliliği değil, eşitsizliği konuşalım
Eğitim sisteminde engelli bireyler için hazırlanan müfredat hâlâ “yardım temelli” bir bakış açısına dayanıyor. Oysa engelli bireylerin ihtiyacı yardım değil hak temelli bir yaklaşımdır.
Erişilebilir eğitim materyalleri, destek teknolojileri, kişisel asistan sistemleri, kapsayıcı öğretmen eğitimi programları olmadan bu döngü değişmez.
Engelliliği “öğrenme zorluğu” olarak değil, toplumun eşitsizliği olarak görmek gerekiyor. Çünkü engel bireyin bedeninde değil, sistemin yapısında.
Eleştiriden dayanışmaya
Kimi zaman toplumun içindeki en büyük bariyer, bizzat kendi içimizdeki eleştiriler oluyor.
Bazı engelli bireylerin eğitim hakkına erişememesi; tembelliğin, ilgisizliğin ya da isteksizliğin değil, sistematik dışlanmışlığın bir sonucudur.
Bu nedenle “neden okuyamadın?” demek yerine “senin okumamanı kim engelledi?” diye sormak gerek.
Birbirimizi eleştirmek yerine, dayanışmak, birlikte ses çıkarmak, birlikte çözüm üretmek gerek. Çünkü hak mücadelesi yalnız verildiğinde değil, kolektif bilince dönüştüğünde sonuç verir.
Hak temelli bir mücadeleye davet
Engelli bireylerin eğitimi bir lütuf değil, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış bir haktır. CRPD’nin (Engelli Hakları Sözleşmesi) 24. maddesi, devletlere “engelliler için kapsayıcı, eşit ve erişilebilir eğitim” yükümlülüğü getirir.
Ancak bu maddeler kâğıt üzerinde kalırsa, çocuklar yine evde kalır, gençler üniversite kapısında takılır, yetişkinler istihdamın dışında bırakılır.
Bugün engellilerin eğitim hakkını savunmak; bir grubu değil, bir toplumu savunmaktır. Çünkü eğitim bir insanın yalnızca mesleğini değil, kimliğini, özsaygısını, özgürlüğünü de inşa eder.
Engellilerin eğitimsizliğini değil, onları eğitimsiz bırakan sistemi eleştirelim.
Bu sistemin ve bu ülkenin değişmesi için mücadeleye hep birlikte ortak olalım.
