Toplumların dönüşümünü en çok ele veren şey dildir. Hangi kelimeyi, hangi kavramı tercih ettiğimiz yalnızca bir tanım yapmaz, aynı zamanda bir bakış açısını, bir ideolojiyi, hatta bir adalet anlayışını da yansıtır. Bugün ülkemizde sıkça tartışılan bir mesele de tam olarak budur: “Engelli” mi demeliyiz, yoksa “özel gereksinimli” mi?
Ben, bir engelli kadın, bir hukukçu ve bir gazeteci olarak bu tartışmanın sadece kelimelerle ilgili olmadığını, doğrudan insan haklarıyla ilgili olduğunu söylüyorum. Çünkü mesele, kelimelerin ardına gizlenmiş toplumsal bakışı deşifre etmektir.
Hak temelli dil ile hayırseverlik dili arasındaki fark
“Engelli” ifadesi, Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde (CRPD) tanımlandığı gibi, bireylerin önündeki toplumsal ve yapısal engelleri işaret eder. Bu terim, sorunu bireyde değil, toplumda arar. Rampasız merdiveni, görme dostu olmayan yolları, işitme engelliler için alt yazısız televizyon yayınlarını işaret eder.
Oysa “özel gereksinimli” ifadesi, bu yapısal engelleri görünmez kılar; engelliliği kişisel bir “özel durum” gibi gösterir. Bu, hak talebini geri plana iter, yerine merhamet ve yardım çağrışımını öne çıkarır. Hak mücadelesi, hayırseverlik diline kurban edilir.
Görünmezliğin karanlığı
Engellilik görünür kılınmadıkça eşit yurttaşlık mücadelesi verilemez. “Özel gereksinimli” dendiğinde, engellilik kavramı gölgede kalır. Oysa bizim yaşadığımız sorunlar “özel” değil, çok somut, çok gerçek: erişilemeyen kamu binaları, istihdamda ayrımcılık, eğitimde dışlanma, toplumsal önyargılar…
Bu kavram değişimi, sorunların üzerini örtme tehlikesi taşır. “Görünmez” kılınan her şey, mücadele alanının dışına itilir. Bizim için bu, varoluşumuzun yok sayılması demektir.
Evrensel mücadelenin dili
Bugün dünya genelinde engelli hareketi, ortak bir dil inşa etmiştir: “disabled persons”, yani “engelliler”. CRPD’den Avrupa Birliği mevzuatına kadar bütün uluslararası belgelerde bu terim geçer. Çünkü bu ifade, bireysel kusuru değil, toplumsal engelleri işaret eder.
“Özel gereksinimli” kavramını tercih etmek, bizi küresel hak mücadelesinden koparır. Uluslararası dayanışmanın ortak dilinden uzaklaştırır. Oysa bizim ihtiyacımız, ortaklaşa yükselttiğimiz bir mücadele sesidir.
Algının tuzakları
Gündelik dilde “özel gereksinimli” ifadesi çoğu zaman “özel çocuk”, “özel insan” gibi romantize edilmiş bir anlama bürünür. Bu yaklaşım, engellileri toplumsal eşitliğin öznesi değil, “farklı” ve “ayrı” bir kategoriye sıkıştırır. Bu da kapsayıcılık değil, ayrımcılık üretir.
Bizi “özel” değil, eşit görmek zorundasınız. Çünkü biz toplumun kenarında duran değil, merkezinde yaşayan yurttaşlarız.
Engellilik: Bir kusur değil, toplumsal engel
Engellilik, bireyin bedensel ya da zihinsel farklılığından değil, toplumun kurduğu erişilemez yapılardan doğar. Bir kişi tekerlekli sandalyesiyle rampasız bir binaya giremediğinde sorun onun “özel gereksinimi” değil, o binayı erişilebilir kılmayan zihniyettir.
Bu yüzden mesele “özel gereksinim” değil, hak ihlalidir. Ve “engelli” kavramı, tam da bu gerçeği ortaya koyar.
Ve;
Kelimelerle oynayarak hakikat değiştirilemez. “Engelli” demek, toplumun sorumluluğunu işaret etmektir. “Özel gereksinimli” demek ise sorunu bireyin sırtına yüklemektir. Bizim ihtiyacımız, merhamete değil, adalete; “özel” tanımlara değil, evrensel haklara dayalı bir dildir.
Bugün bu yazıyı kaleme alırken, yalnızca bir hukukçu ya da bir gazeteci olarak değil, aynı zamanda bir engelli kadın olarak sesleniyorum: Biz “özel” değiliz. Biz, toplumun eşit yurttaşlarıyız. Ve dil, bizim bu eşitlik mücadelesinde en güçlü silahımızdır