Tanınma meselesi, toplumsal hareketler ile yurttaşlık meselesinin kesişim noktasında duran önemli bir tartışma konusudur. Tanımayı nasıl ele almalıyız? Devletin tanıma sürecini başlatmasındaki temel motivasyonu nedir? Bu sürece müdahil olan ezilenin bu süreçten beklentisi nedir? Bu süreci demokrasinin demokratikleşmesi ve adil bir toplum inşa edilmesinin bir yolu olarak mı görmemiz gerekir, yoksa devletin, sistem karşıtı hareketleri nötralize etme veya denetleme stratejisi olarak mı değerlendirmeliyiz? Başka bir ifadeyle tanınma, eşitlenme ve bir statü kazanma imkânı mı verir, yoksa hareketleri bir tür “ıslah etme” ve ehlileştirme aracı olarak mı görülmelidir? Akademik literatürde ana akım liberal bakış ile eleştirel ve dekolonyal perspektif arasındaki tartışmayı bu sorular etrafında özetleyebiliriz.
Tartışmayı biraz da açalım. İlk (liberal) yaklaşım, tanımayı demokrasinin derinleşmesi ve adil bir toplum inşa edilmesinin bir aracı olarak görür. Bu bakış açısına göre, kültürel farklılıkların tanınması, toplumların demokratikleşmesi için gerekli bir adımdır. İnsanların gündelik tercihlerini belirleyen şey büyük ölçüde içinde doğdukları kültürel bağlamdır. Dolayısıyla, adil bir toplum kurabilmek için sosyal eşitsizlikleri ve sembolik ayrımcılığı kültürel tanıma ve sosyal politikalarıyla çözmek gerekir. Toplumun daha eşit ve daha katılımcı hale gelmesi için, ezilen gruplara pozitif ayrımcılık yapılması gerektiği savunulur. Çünkü kültürel çeşitliliği yok saymak, simgesel şiddettin bir başka ifadesidir. İnkâr, yok sayılanı yaralar. (Bakınız: Taylor, Charles 1994. Kymlicka, Will 1995. Fraser, Nancy 1997)
İkinci (eleştirel) yaklaşım ise tanımayı devletin idari bir tasarrufu olarak değerlendirir. Tanıma siyaseti toplumsal hareketlerin taleplerini kontrol etme, sınırlama ve yönlendirme çabası olarak değerlendirilir. Devlet, bazı talepleri ve bu taleplere erişim araçlarını “makul” kabul ederken, yapısal şartları dönüştürücü talepleri ve bu taleplere erişim araçlarını marjinalleştirir. Toplumsal dönüşüm potansiyeli taşıyan toplumsal hareketler, devletin oluşturduğu ulusal yurttaşlık rejim yolu ile uysallaştırılır. Böylece, tanıma, devletin ezilen grupların taleplerine çeki düzen vermek suretiyle kendi gücünü pekiştirdiği bir araca dönüşür: bu yolla sistem korunur ve sistem karşıtı hareketler etkisizleştirilir. Devlet bu manevrayı büyülü bir şekilde yapar: Kolektif hakları bireysel tercihlere ve yapısal eşitsizliği antropolojik farklılığa indirgeyerek simgesel ve sosyal eşitlik talebini depolitize eder. Eleştirel (feminist) kuramcılar devletin tanıma siyasetinin toplumsal ve simgesel eşitsizlikleri göz ardı ederek ulusal kimliği ve disiplinci devleti pekiştirdiğini vurgular. Toplumsal dönüşüm potansiyeli taşıyan hareketleri ehlileştirerek statükoya entegre eder. (Bakınız: Brown, Wendy 1993. Povinelli, Elizabeth A. 1998, Hale, C. R. 2002.)
Üçüncü yaklaşım ise tanımayı dekolonyal bir perspektiften ele alır. Kolonyal geçmişin ve sömürü ilişkilerinin izlerini taşıyan toplumlarda, tanıma siyaseti gerçek bir özgürleşme sağlamaz. Eleştirel yaklaşıma benzer şekilde, dekolonyal bakış sömürgeci güçlere karşı verilen mücadelede, tanımanın, egemen rejimin tahakkümünü pekiştiren bir araca dönüştüğünü öne sürer. Bu bağlamda, dekolonyal düşünürler, tanımanın, mevcut sömürgeci iktidar yapılarını sürdüren bir mekanizma olarak işlediğini ve gerçek bir özgürleşmenin ancak bu yapıları sarsarak veya yapılardan “koparak” mümkün olacağını öne sürerler. (Bakınız: Fanon, Frantz 2008, Coulthard, Glen 2014, Mignolo, Walter D., ve Catherine E. Walsh 2018)
Peki, bu üç yaklaşımın ötesinde tanımayı nasıl düşünebiliriz?
Tanımayı, eleştirel ve dekolonyal tanıma kavramına sadık kalarak, ama aynı zamanda tanıma kavramını dekolonize ederek, basit bir reddetme ya da kabul etme ikileminin ötesinde, bir spektrum olarak görmeyi öneriyorum: katı bir inkâr politikası ile ‘tam’ özgürleşme arasında birçok ara merhaleyi ve formu içeren dinamik ve paradoksal bir süreçtir tanıma süreci: daha geniş bir yelpazeyi kapsayan, eksik ve kısmi tanımayı da içeren ucu açık bir süreç. Bu sebeple, tanıma ve reddetme arasındaki keskin ayrımları aşmak gerekir. Bu karşılıklı, kırılgan ve dinamik süreçte her tanıma mücadelesi bir eşitlik mücadelesidir, böyle olduğundan alternatif bir gelecek vizyonunu görünür kılma potansiyeli taşır.
Yukarıda bahsini ettiğim eleştirel yaklaşım hukukun üstünlüğün nominal bir hale geldiği, hukuk dışılığın norm hale geldiği kolonyal bağlamlarda hukuki ve simgesel tanımanın nasıl bir acil ihtiyaç haline gelebileceğini dikkate almaz, legal tanımanın kolonyal şartlarda ezilenlere sağlayabileceği hukuki kalkanı ve açabileceği meşru siyaset alanlarını gör(e)mez. İl-liberal demokrasinin liberal demokrasiden daha kötü olduğunu görmez. Eleştirel teorinin tanımayı sırf egemen düzenin çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak görmesi, ezilenlerin tanıma sürecine neden angaje olduklarını ve süreçlerinden nasıl faydalar sağladıklarını pek umursamaz. Ezilenlerin konumundan bakıldığında, tanıma, farklı bir potansiyel taşır. Tanıma mücadelesi, hem mevcut düzenin eleştirisi mümkün kılarken, yerleşik yasal çerçevenin eşiğinde alternatif kurumlar inşa etmek için imkanlar da yaratır. (Bakınız: Appadurai, Arjun 2002, Honneth, Axel. 1996, Gibson-Graham, J.K. 2004).
Dolayısıyla, dekolonyal tanıma, devletin tanıma siyasetinin statükoyu tahkim etmeye yarayan bir hamle olduğunu görmekle beraber, aynı zamanda ezilenlere meşruiyet alanı sağlayarak onları güçlendirdiğinin farkındadır. Tanınma süreci, devletle ezilen grup arasında -asimetrik de olsa- bir müzakere sürecidir bu kazanımların ne ölçüde gerçek bir dönüşüm yaratacağı, hangi tarafa daha fazla kazanç sağlayacağı mücadelenin dinamiklerine ve sürecin ne ölçüde toplumsallaşacağına bağlıdır. Sonuçta, tanıma gerilimli dinamik ve çift taraflı dönüştürücü bir süreçtir. Eğer ezilen siyasal failler toplumsal alanda güçlü bir rezonans yaratıp bunu demokratik siyasete tahvil edebilirse, tanınma süreci, hem ezilenlere yasal demokratik zemin sunabilir ve hem de daha kapsamlı bir toplumsal değişimin kaynağı olabilir. İçinden geçtiğimiz sürecin güncel olarak nasıl tartışıldığı ve bu sürecin nereye evrilebileceği ayrı bir yazının konusu olabilir.