FATOŞ OSMANAĞAOĞLU yazdı: “Öfkemizi yerimizde oturarak, aynı sistemin ürünü bir markayı, bir ürünü satın almayarak değil, kapitalizmin hayatımızı nasıl da ele geçirdiğini fark ederek ve bununla topyekûn mücadele ederek, bunun karşılığını alarak dindirebiliriz, ya da böyle olmalı.”
FATOŞ OSMANAĞAOĞLU
Birkaç gün önce Hayır meclisimiz iletişim grubuna düşen boykot edilmeliler listesini gördüğümde pek eğlenmiştim yine başladılar diye. Hatta listede olmayan bir zincir market için, bana uzak adı geçenler yakın hem de ucuz, Doğuş’un getirdiği ünlü otomobil markası için de onu alabileni vazgeçiremezsiniz minvalinde, gülücüklü bir mesaj yazmıştım. Çünkü komik bulmuştum ve özellikle CHP’li cenahtan hatta TGB’lilerden sermayenin sadece AKP’li olanına gıcık mesajlar hep yayılır. Bu ara da brexit (bu sözcük özellikle kullanılmıştır) sonrası öfkeyi yansıtıyor diye önemsememiştim. Ama bugün itibarı ile aldığı durumu görünce özellikle “bizim cenaha” bazı hatırlatmalar yapmanın elzem olduğuna karar verdim.
Ayrıca bu ciddiyetsiz durumun bu denli ciddi tartışılmasına baktığımda, bu listeleri dört bir yana yayıp üzerine yazanları filan da görünce, acaba ülke sermayesinin iki büyük grubundan biri veya ikisi birden trollüyor olabilir mi diye de düşünmedim değil. Nede olsa birinin hem otomotiv hem de market zinciri var ve her ikisi de listede olan ürünleri farklı markalarda ya üretiyor ya da satıyor. Ayrıca listedeki ürünlerin de epey bir bölümünü.
Şimdi durumumuzu kavrayabilmek, bir karşılaştırma olabilsin diye bir ütopyaya bakalım. Yaşadığımız yerelde para kullanmıyoruz. Birlikte üretiyoruz ve bundan keyif alıyoruz, tüketimimiz de ihtiyacımız kadar. Takas da yok, istediğiniz bir ürünü ben size hediye ediyorum, siz de bana. Eğitim diye dayatılan sistem de dağılmış, çocuklar istedikleri kadar ve istedikleri zaman öğreniyor. Rutin işleri bir liste yapıp sıraya koyuyoruz, ben bugünü alıyorum, sen yarını istiyorsun. Kolektif yaşam alanlarımızda en güzel yiyecekleri birlikte hazırlayıp yiyoruz, birlikte ürettiğimizi birlikte sevgiyle tüketiyoruz. Kapitalizmin endüstrisinin ürettiği kirli ve zararlı ürünler yaşamımızdan çıkmış. Meclis binasının (evet evet Ankara’daki) bir bölümünde sanatçıların resim atölyeleri diğer tarafında felsefe çalışanlar veya toplu sohbet odaları. Bu da ne diyorsunuz biliyorum, ne alakası var şimdi. Bu zenginleştirilebilecek ütopya paragrafı William Morris’in Hiçbiryer’den haberler kitabından esinlenerek yazdım, tavsiye ederim. Kitapta bu anlatı içinde bu yaşamı yaratabilmek için nasıl yıllarca savaştıklarını anlatıyor. Morris, Kapital’in birinci cildini okuduktan sonra yazmış, Engels kitabı okumuş ve beğenmiş. Marx görememiş.
Böyle bir dünyayı hepimiz özlüyoruz kuşkusuz, ama buraya varmanın yolu bu değil. Öfkemizi yerimizde oturarak, aynı sistemin ürünü bir markayı, bir ürünü satın almayarak değil, kapitalizmin hayatımızı nasıl da ele geçirdiğini fark ederek ve bununla topyekûn mücadele ederek, bunun karşılığını alarak dindirebiliriz, ya da böyle olmalı. Aksi durum tıpkı sosyal medyanın “araç” olmaktan çıkıp “amaç” olmaya başlaması hali gibi bir durum yaratır. Oturduğunuz yerden beğenmediklerinizi protesto edersiniz. Ama hayatımız böyle değişemez maalesef.
Bunu biraz açalım. Yediğimiz sebzenin, tahılın artık yüzde 60’ı ithal. Neden? Çünkü tarım arazilerimize, sularımıza el koyuyorlar hem de 49 yıllığına. Küçük çiftçi tümden yok oluyor, tarımsal üretim ve hayvancılık bitmek üzere. Her yer HES, maden, TOKİ, inşaat yani. Biz işte o el konulanlarımıza karşı mücadele etmeliyiz, bu mücadeleyi kazanamazsak o uzaktan baktığımız her şeyi çalınmış Afrika gibi olacağız. Maalesef suyun olmadığı yerde yaşam olamaz, ne biz ne diğer canlılar.
Ne yapacaksınız Cengiz İnşaat, Ağaoğlu yiyecek maddesi, giyecek veya otomobil satmıyor. Onları nasıl boykot edeceksiniz? Lüks konutlarından almayarak, yaptıkları köprülerden geçmeyerek mi? O alternatif olarak kalan şirketlerin de hepsinin enerji şirketleri var pastadan pay alıyorlar, ayrıca da halkın anasına açıktan küfretmeseler de içlerinden ediyorlardır merak etmeyin. Bu domatesi bile alamaz hale gelen halkla alay etmektir aynı zamanda. Nasıl engel olacaksınız Artvin’de, Giresun’da altın üretip suyu, doğayı, yediğiniz içtiğinizi kirletenlere, bunu düşünün. Sur’da orada yaşayan halka 3 seçenek sunuldu içlerinde evlerine, yaşadıkları yere dönebilecek bir seçenek yok, ne yapacağız bunları düşünün. Ve söylemlerinizdeki traji komik durumu fark edin.
Peki yapılacak hiçbir şey yok mu? Varda biz daha maalesef çok başındayız. Dünyada örnekleri var. Biz buna dayanışma diyebiliriz mesela. Küçük çiftçinin ürettiğini kooperatifler yoluyla tüketim zincirlerini de kurarak halkın ucuz ve temiz gıdaya erişimini artırabiliriz. Çünkü bu bir süre sonra daha da güç olacak GDO tekelleri tüm tarımımızı, bir diğerleri suyumuzu ele geçiriyor. Kent tarımını nasıl artırabiliriz kafa yormalıyız. İflaslarda veya başka nedenlerle el konulabilecek tabiri ile “işgal fabrikalarını” düşünebiliriz. Tüketimi minimuma indirebilecek komünal alanlar yaratabilmeliyiz. Bütün bunları hem mücadelemizi sürdürüp hem de yaşamımızı düzenleyerek yapmalıyız. Yoksa anlatmak istediğim bir arazi alıp orada “organik” üretim yapıyorum sistemle ilgilenmiyorum diyerek değil.
Uzattım, yani sözün kısası sistemle nasıl mücadele ederiz, kapitalizmin yaşamı nasıl yok ettiğini halka nasıl anlatırız üzerine düşünmek lazım. Tabii bunu yapabilmenin yolu önce kendimizin kavramasından geçiyor!