Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    OGM’den yüksek orman yangını riski uyarısı: “Bir anlık dikkatsizlik felakete yol açabilir”

    11 Ağustos 2025

    Kars Belediyesi hayvan barınağında şiddet skandalı: Personel hakkında soruşturma başlatıldı

    11 Ağustos 2025

    Bertül Vadisi’nde kepçelerle doğa talanı

    11 Ağustos 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Ortadoğu
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Saz, cümbüş ve zurna: Barışın ezgisi Aram Tigran

      8 Ağustos 2025

      Komisyon : “Kürdün onurunun Türkün gururuyla”  imtihanı

      6 Ağustos 2025

      Komisyonu Komisyoncunun keyfine bırakmayalım!

      4 Ağustos 2025

      “Türkiyeli” demeye bile tahammülü kalmayanların ülkesinde Hamdi Ulukaya…

      2 Ağustos 2025

      Gerçek barış mı, ideolojik restorasyon mu?

      31 Temmuz 2025
    • Seçtiklerimiz

      Başka bir yol yok mu?

      11 Ağustos 2025

      Zengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet?

      11 Ağustos 2025

      Bir dönüm noktasında mıyız?

      10 Ağustos 2025

      Kürt sorunu, komisyon ve Marx…

      9 Ağustos 2025

      “Sahte diploma” çetelerinin uzun tarihçesi…

      9 Ağustos 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      İsrail’in ‘iç’ mücadelesi gerçekten çıkmazda mı?

      21 Temmuz 2025

      SYKP Eş Genel Başkanı Mertcan Titiz: Kalıcı barış için sürecin seyircisi değil, öznesi olmalıyız

      8 Temmuz 2025

      Yangınların ortasında dayanışmanın motor gücü: Kuryelerin afetle mücadelesi – Mesut Çeki

      2 Temmuz 2025

      Kadir Akın: “Türk sosyalistleri Ermeni sosyalistlerinin varlığını görmezden geldiler, çünkü onlar Ermeniydi.”

      27 Haziran 2025

      SYKP’li Turgan: Solun örgütsel bir yenilenmeye ihtiyacı var

      11 Haziran 2025
    • Dosyalar
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Başka bir yol yok mu?

    Başka bir yol yok mu?

    M. ENDER ÖNDEŞ Sendika.Org için yazdı: Türkiyeli herhangi bir devrimci ya da devrimci örgüt, her sabah kalktığında Özgür Özel’in akşam ne dediğini ya da Kürt hareketinin nasıl bir yeni adım attığını merak etmeden, kendi bağımsız yolunda yürüyemez mi?
    M. Ender Öndeş11 Ağustos 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Türkiye yakın tarihin herhalde en hareketli günlerini yaşıyor. Bir yanda her sabah yeni bir İBB operasyonuna filan uyanıyoruz, diğer yanda dağların başında silahlar yakılıyor, Meclis’te Komisyon kuruluyor. Bir yanda düzen muhalefetinin son yıllardaki en agresif versiyonu iki günde bir mitinglerle kendi cephesini konsolide ediyor, diğer yanda içindekilerin de dışındakilerin de farklı saiklerle ama endişeyle yürüttüğü ya da izlediği bir ‘süreç’ var. Bir tarafta Kürtlerle dip dibe yaşayan bir sol cenah var, diğer yanda Kürt düşmanlığıyla gözünü karartıp ‘hudut bekçiliğine’ soyunan ‘Cumhuriyet’ sevdalıları var. Ortalık (ve kafalar!) hiç bu kadar karışmamıştı herhalde. 

    Ama bir şey var. İlk cümlede sözünü ettiğim ‘en hareketli günler’ Kürtler ve ‘sosyal demokrasi’ cephesinde tezahür ediyor; Türkiye devrimci hareketi açısından bir ‘en’ durumu söz konusu değil. 90’ların başından sonuna kadar, hatta 2000’lerin ilk on yılında hiç küçümsemeyecek bir performans ortaya koymuş olan devrimci hareket* bütün bu hengâmenin ortasında son derece mecalsiz ve adeta şaşkın görünüyor. Kimseyi incitmek istemem, herkese hürmetim sonsuz, büyük laflar da etmeyi sevmem ama objektif durum böyle. Bir İngiliz tarihçi, yalan olmasın şimdi, sanırım Stanford Shaw idi, Osmanlı’nın son dönemini değerlendirirken (mealen aktarıyorum) “Bu Türkler” diyor, “bir kayanın yarısına kadar tırmanmış bir dağcıyı hatırlatıyor. Yukarıya tırmanacak güçleri yok ama aşağıya da inemiyorlar ve kalan bütün güçlerini oldukları yerde tutunmaya harcıyorlar.” Biraz ağır oldu biliyorum, özür dilerim ama teşbihte hata olmaz deyimine sığınarak Türkiye’nin devrimci güçlerinin de böyle bir ‘mecal’ sorunu yaşadığını ve radikal bir silkinme yaşamadıkça mevcut potansiyelini de koruyamadığını düşünüyorum. Küçük ışıklar, çoban ateşleri tabii ki var ama zayıf ve kentlerin çitlerle çevrilmiş eylem alanlarına sıkışmış durumda gibi. Ne Antep’in sık sık parlayan direnişlerini, ne kendi küçük etkisi hallice sendikaları, ne de iyi kötü inisiyatifler yaratmaya çalışan platformları, örgütleri yok sayıyorum, ama yine de bir ‘mecal’ sorunu var.  

    Daha fazla karın ağrısı çekmeye gerek yok. Kitabın ortası neresiyse işte oradan konuşup bu yazının sonundaki soruyu en baştan sorayım: Bu bir kader mi? Başka bir yol yok mu? Daha açık olsun, Türkiyeli herhangi bir devrimci ya da devrimci örgüt, her sabah kalktığında Özgür Özel’in akşam ne dediğini ya da Kürt hareketinin nasıl bir yeni adım attığını merak etmeden, kendi bağımsız yolunda yürüyemez mi? Altını kalın kalın çizerek söyleyeyim, bu sözler, kendini soyutlamak anlamına gelmiyor. Ne 19 Mart’la başlayan süreç, ne de Kürtlerin yürüdükleri yol bu topraklarda yaşayan insanların yok sayabileceği şeylerdir. Ama mesele bir devrimci hareketin kendini tarif etmesiyse eğer, her iki durum da temel kriter değildir. Dayanışma, omuz omuzalık bir şeydir, kendini, kendi dışındaki durumlarla tanımlamak, ister eleştiri, ister övgü, isterse de pasif izleyicilik yoluyla olsun bu politik çemberin dışına çıkmamak, bütün varlık ve zamanını bu çerçeveye hasretmek başka şeydir. Programdan, stratejiden, yol haritasından, adına ne diyorsanız ondan söz ediyorum. Devrimci hareketler, insan hakları örgütü ya da dayanışma ağı değildir; tek vazifeleri toplumdaki gelişmeleri yorumlayıp kimilerini desteklemek, kimilerine de karşı çıkmak değildir. Devrimci hareketler, belli bir stratejik hat üzerinden yürüyen, önüne uzun ya da kısa vadeli hedefler/merhaleler koyan, çevrelerindeki, önlerine çıkan bütün diğer olguları ve görevleri bu hat üzerinden tanımlayan yapılardır.  

    Muhtemelen okuyucu şu anda, “Çok biliyosan bu kargaşada gel sen hat tuttur bakalım” diyordur. Haklıdır. Doğrusu ben de bütün bu soruların dört başı mamur yanıtlarına sahip değilim. Ama sorular yine de gerçek sorular; hayatımıza dair sorular. Üzerinden atlayamayız ki. 

    Mesela ‘kampanya’ sözcüğünü epeydir ne kadar az duyuyoruz, değil mi? Belli bir süre hazırlığı yapılan, örgütsel odaklanma ile bütün güçler mobilize edilip adım adım geliştirilerek bir finalle sonlanan kampanyalar. Yoktur diyemem ama az duyuyorsak o da ayrı bir sıkıntıdır. Lenin’in devrimci çalışmanın temeline koyduğu şeydir oysa “siyasi gerçekleri açıklama kampanyası”, yanlış mı biliyorum? 

    1990’ların sonunda ya da 2000’deydi sanırım, “Tutsaklara Sahip Çık / Hücreleri Parçala” sloganının baskın olduğu hiç küçümsenemeyecek bir Ankara mitingini hatırlıyorum mesela. Epey bir hazırlıktan, afişlerden çağrılardan sonra pekâlâ yapılabilmişti. Hipodrom’daki otobüs bolluğu ne güzeldi! (Tünel ve İstiklal’deki bol dayaklı ‘hücre tipi’ eylemlerini saymıyorum arada.) 

    Yine 2003’ten 2005’e kadar süren “Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu” dönemi de yabana atılacak iş değildi. İdeolojik içeriğinden, bileşimindeki sıkıntılardan, hatalarından, kusurlarından söz etmiyorum; onlar ayrı. Ama o bir şeydi, kampanyaydı. Bütün diğer yaptıklarının yanında 2005’te gerçekleştirdiği “İncirlik Yürüyüşü” tam bir kampanya işiydi mesela. Otobüslerin ayarlanmasından durakların belirlenmesine kadar her alanda siyasetlerin harcadığı efor (ve bu arada Halk Cephesi’nden çok sevdiğim rahmetli Eyüp’ün çabaları) unutulacak şey değildi. Bakın, Gezi gibi bizden bağımsız patlayan işlerden söz etmiyorum; bunlar politik olarak planlanıp yapılan işlerdi. Hatta, hatırlanacaktır, 90’ların sonunda ve 2000’lerin başında en ‘küçük’ siyasi hareketlerin ‘piknik’leri bile 2-3 bini buluyordu, ki onlar da yine bir ‘mecal’ meselesiydi. Bittabi aynı günler henüz SMS ve whatsapp kolaylığının icat edilmediği ya da kullanılmadığı günlerdi ve mesela Eğitim-Sen şubelerinin üye toplantıları arı kovanı gibi oluyordu. Kamu çalışanlarının yasası bile yoktu ama enerjileri sokaklara fışkırıyordu.

    Geçmişe ağıt yakmıyorum. Siyasi hat ve onun çerçevesinde yürüyen işlerden söz ediyorum. 

    Geçtiğimiz aylarda, zamanını şimdi hatırlamıyorum, mücadeleci sendikaların temsilcilerinin de bulunduğu dar bir ‘ne yapılabilir’ toplantısına katılmıştım. Toplantının bir yerinde söz alıp, “Şöyle bir şey yapamaz mıyız?” dedim, “mesela İSİG gibi bağımsız ve herkesin referans aldığı bir yapıya tam inisiyatif tanıyarak ve hepimiz birden onu mali, teknik, eleman olarak destekleyerek büyük bir ‘İş Cinayetleri’ kampanyası örgütlesek, uzun süre devam eden (mümkünse ölenlerin yakınlarına kadar uzanan) hazırlık çalışmalarından sonra Ankara’da büyük bir ‘Çalışırken ölmek istemiyoruz’ mitingi düzenlesek, bu mitingde de sadece yaşamını yitiren sınıf kardeşlerimizin fotoğraflarını taşısak, yüzlerce binlerce fotoğrafla bir gövde gösterisi yapıp kürsüyü de katledilenlerin yakınlarına versek…”

    Sonuç, rahmetli Ali abimin tuhaf benzetmesiyle söylersem, “davulcu yellenmesi” gibi oldu! Pek duyulmadı yani. Oysa bu mümkündü, mümkündür. Ha şimdi yapsak, derler ki, “yahu memleket karmakarışık, nerden icat ettiniz bunu?” Desinler! Derler ve biz de onlara “Evet, yapıyoruz, çünkü tam da zamanı” deriz, olur biter!

    Bu ülkede ne kadar zamandır “Zamlara Hayır” mitingi yapılmadı, hatırlayan var mı? Zam mı yok, bizde heves mi yok? 1960’larda, 70’lerde Kıvılcımlı ekiplerinin alamet-i farikası “İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği”ydi mesela. Mitingler yaptıklarını hatırlarım. Dernek yine var sanırım ama eski havası yok. Ama hakikaten, yurdum insanının her markete gittiğinde yaşadığı şey önemsiz mi, yoksa bu konuda CHP’nin yaptığı işlerde bayrak sallamak daha mı kolay? 

    Elektrik dağıtım şirketlerini hedefe koyan bir kampanya düzenlemek, hatta şirket sahiplerinin özel mülklerini hedef almak mümkün değil mi? Memleketi yaktı adamlar, yetmedi orman işçilerini de yaktılar. Daha ne yapsınlar. Vampir gibi çalışıyorlar resmen!  

    Zeytin yasası da öyle. İliç zaten tam bir yaradır. Memlekette herkes ekolojiden söz ederken, neredeyse bütün coğrafyayı mahveden bir olayda derli toplu bir şey yapılamadı. 

    Hepsini geçtim, Filistin konusunda, yanılıyorsam lütfen düzeltin beni, İslamcıları filan karıştırmadan, kendi politik duruşumuzla büyük çaplı birleşik bir kampanya ve miting (basın açıklaması değil miting) yapılamadı. Bütün bu konularda eylem yapılmadı demiyorum, büyük-birleşik kampanyalardan söz ediyorum. 

    Burada mesele şu niye yapılmadı bu niye olmadı meselesi değil. Tanıyanlar bilir, memlekette taş üstüne taş koyan, şöyle ya da böyle bir şeyler yapmaya çalışan herkese saygım sonsuzdur. Haşa, herhangi bir yapıyı, hatta herhangi bir devrimci insanı küçümsemek aklımın ucundan geçmez, bugün küçük ve önemsiz gibi görünen her eylemin, her hareketlenmenin yarına filizler yarattığına inanan iflah olmaz bir iyimserim. Yukarıda anlattıklarım da öyle “biz eskidennn” gibilerinden yaşlı abi muhabbeti değil. Mesele, hat meselesi, stratejik çizgi ve gündelik olandan ayrışmış bir hedefler manzumesi.** Mesele, sabah uyandığında (bir metafor olarak düşünün bunu) o gün ne yapacağın konusunda sarih bir plana sahip olma meselesi. Ve mesele şu ki, yukarıdaki talihsiz ‘dağcı’ benzetmesinde biz, sadece kayaya tutunup kalmıyoruz, bir elimizle de cepten çıkardığımız telefonda sosyal medyada ne var ne yok ona bakıyoruz ve böylece yorgunluk da daha çok artıyor. 

    Okuyucu artık meramımı biraz olsun anlamıştır diye düşünüyorum. Meramım, şunun ya da bunun neden yapılmadığı ya da az yapıldığı çok yapıldığı değil. Meramım, baştan yanlış kurulmuş bir ‘bileşen’ ilişkisi içinde (ya da içinde olmasa da kenarında) gitgide kendinden vazgeçerek ruhunu gündelik olana ya da mevcut auranın ihtiyaçlarına teslim etmekle, aslında artık sol içinde sayılmaması gereken “hudut bekçisi” şovenist soytarılığın dışında bir başka yolun, dayanışmayı ve enternasyonalizmi, anti-faşist omuz omuzalığı bir an bile unutmadan kendi bağımsız planından yürüyen bir siyasi hattın mümkün olup olmadığı. 

    Biraz uzun ve karışık oldu ama tam olarak bunu diyorum. 

    Nereden diyorum bunu? Oturduğum yerden. Somut bir planım var mı? Tam olarak var sayılmaz. Bütün bunlar bir kusur mu? Evet, öyle. Ama bu, soruların doğruluğunu yanlışlığını etkileyen bir şey değil. Yanıtların bulunması soruların sorulmasını gerektiriyor çünkü. Bu topraklar, sanıldığı kadar kurak değil. Çok yakında, 19 Mart’ta beklenmedik şeyler yaşadık; daha önce de Gezi’de bu şehirde, bu ülkede bizim hiç tanışmadığımız yüzbinlerce insanın aslında var olduğunu ama bizim onlara dokunamadığımızı acıyla fark ettik. Ama mesele biraz şu: Bilinç akışı, hafif de olsa bir eğim gerektirir. Örgütle birey arasında, örgütlü insanla örgütsüz yurttaş arasındaki fark çizgisi giderek flulaştıkça, örgütlü mücadelenin sunduğu planla örgütsüz bireyin rutini birbirine çok benzedikçe ve nihayet örgütlü/örgütsüz insanların yaşam biçimleri de örgütlü olmayı özendirmeyecek ölçüde benzeşmeye başladıkça, insanlar bize baktıklarında kendi suretlerinden çok farklı bir şey görmemeye başladıkça, insanlar devrimci güçlerin akıl edip yaptıklarının kendilerinin zaten akıl edip yaptıkları şeylerden çok farklı olmadığı fark etmeye başladıkça, işte o ‘dokunma’ işi gerçekleşmiyor ve gerçekleşmeyecek. 

    Yeniden sorulabilir: Bu bir kader mi? Başka bir yol yok mu?

    Vardır mutlaka. Ama bunun için, şimdi yürüdüğümüz yolla ilgili ciddi bir “memnuniyetsizlik” duygusuna sahip olmak gerekiyor. 

    Öyle miyiz gerçekten? 


    * “Sol”, “sosyalistler” gibi flu kavramlardan kaçınmak için, bilerek “Devrimci Hareket” kavramını kullanıyorum. 

    ** Burada, spesifik olarak somut, bugünkü seviye ile yapılabilir şeylerden söz ediyorum. Yoksa iş daha temel anlamda ‘strateji’ meselesine gelirse, ben şu anda tam da Mahir zamanlarında yaşadığımızı düşünüyorum. O ayrı ve daha derin, kapsamlı bir tartışma; burada hiç girmemeyi tercih ediyorum.

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Zengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet?

    11 Ağustos 2025

    Bir dönüm noktasında mıyız?

    10 Ağustos 2025

    Kürt sorunu, komisyon ve Marx…

    9 Ağustos 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Mehmet Murat Yıldırım

    Saz, cümbüş ve zurna: Barışın ezgisi Aram Tigran

    Muhsin Dalfidan

    Komisyon : “Kürdün onurunun Türkün gururuyla”  imtihanı

    Tuncay Yılmaz

    Komisyonu Komisyoncunun keyfine bırakmayalım!

    Ömer Bölüm

    “Türkiyeli” demeye bile tahammülü kalmayanların ülkesinde Hamdi Ulukaya…

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    M. Ender Öndeş

    Başka bir yol yok mu?

    Fehim Taştekin

    Zengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet?

    Ümit Akçay

    Bir dönüm noktasında mıyız?

    Murat Sevinç

    Kürt sorunu, komisyon ve Marx…

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    Moto kuryeler örgütlendi: Yaşam hakkı istiyoruz!

    7 Ağustos 2025

    Dersim’de Peri Tekstil direnişi: “Bizi çileden çıkarmayın dediler. Biz direndik!”

    5 Ağustos 2025

    Öğretmenlerden Bilir Eğitim Kurumu önünde protesto: “Alın terimize el koyamazsınız!”

    5 Ağustos 2025
    KADIN

    Temmuz ayında en az 28 kadın katledildi: Şiddet yayılıyor, sessizlik büyüyor

    6 Ağustos 2025

    Patriarkayı yık

    22 Haziran 2025

    Kadının İnsan Hakları Derneği, İstanbul Sözleşmesi’ni AİHM’e taşıdı

    3 Mayıs 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Home
    • Buy Now

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.