İmralı heyetinin üçüncü görüşmesi ne zaman olacak? Öcalan’dan beklenen açıklama ne zaman gelecek? Haftaya bu sorularla girerken Mehmet Uçum’dan yine parmak sallayan, Kürt sorununun inkarında geleneksel sınırları hatırlatan bir Pazar yazısı geldi. Aynı gün Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) “Çözüm Barışta” başlıklı konferansı vardı. Daha doğrusu konferansın ikinci gününde oturumlar ve forum konuşmaları devam etmekteydi.
Gerek forum sırasında yapılan konuşmalarda gerekse aralardaki sohbetlerde “sürecin” bir barışa doğru evrilme ihtimaline dönük umutların hayli zayıf olduğunu not düşmek gerek. “İhtiyatlı iyimserliği” dahi iyimser bulan bir duygu hali de denebilir buna. İktidar bloku ve devlet katından gelen açıklamalardaki sertlik bunun bir nedeniyken, diğer neden kayyım, operasyon, yasak, tutuklama ve soruşturmalarda adeta tam gaza basılmış olması. Fakat bütün bunlara rağmen barış mücadelesini sürdürme iradesi de söz konusu.
Kürtlerde kandırılma, Türklerde bölünme korkusu
Kürt demokratik siyasetinin simge isimlerinden Gültan Kışanak herkesin “Öcalan’dan gelecek sihirli mesaja” odaklandığı belirterek, bir nevi yukarıda ifade ettiğimiz duygu atmosferine yanıt verdi. “Bu mesaj silah bırakma ve demokratik dönüşümü başlatma startı olur” diyen Kışanak, konuşmasında, esas değişim için toplumsal girişimlerin önemine dikkat çekti. Şu cümleleri ise iyimserlik/karamsarlık denkleminde yeni bir ufuk açabilir: “İktidarla konuşarak sorunu çözemiyoruz. Birbirimizle konuşalım.” Birbirimizden kasıt halklar elbette.
DEM Parti, HDK, Demokrasi İçin Birlik (DİB), Diyarbakır’da halk inisiyatifi gibi kurumların ayrı konferanslarla barış mücadelesini tartıştığını belirten Kışanak, “Bu oluşumlar bir araya gelip ortak strateji geliştirmeli” dedi. Bununla birlikte Gültan Kışanak’ın barış üzerine kurduğu “Ben ne yapmalıyım?” sorusu “Biz ne yapmalıyız?” sorusuyla birlikte düşünüldüğünde daha güçlü bir anlam kazanıyor.
Kışanak, barış aşamasını “negatif barış” ve “pozitif barış” olarak iki halde tanımlıyor. Silahların susmasını negatif barış aşaması olarak ifade ederken “pozitif barışı” sorunlarla yüzleşmek, esas olarak da Kürt sorunuyla yüzleşmek olarak açıklıyor. Bugüne kadar yapıldığı gibi çatışma sorunuyla yüzleşmenin gerçek anlamda Kürt sorunuyla yüzleşmek anlamına gelmediğini belirterek “Bugüne kadar hakikat ile yüzleşmek sadece travma ile yüzleşmek üzerinden oldu. Oysa inkâr, asimilasyon ve imha politikalarıyla yüzleşmek gerek” diyor. Dolayısıyla barış tartışmalarına farklı bir pencere açıyor.
Konuşmasında bir örnek de veren Kışanak, Kobane yargılamaları zamanında savcının etnik terör suçlamasına da değindi. Savcı etnik teröre gerekçe olarak “Farklı bir halk, farklı bir dil olduğunu iddia ediyorsunuz” demiş. Bugünkü meselenin tam da bu noktada düğümlendiğine dair bir anlatı bu.
Barıştan ne anlıyoruz? Herkesin barışı kendine mi? Kışanak’ın sunumu, dinleyenleri, bu soruları düşünmeye de sevk ediyor. Gelinen yerde Kürtlerde kandırılma, Türklerde ise bölünme korkusunun baskın hale geldiği tespitinde bulunan Kışanak, “Bu iki kesim toplumsal olarak tabanda yüz yüze gelmeli, konuşmalı” dedi. Kısa bir süre önce 25 yaş kuşağı kadınlarla sohbetinden örnek veren Kışanak, onların kendisine “Bunu tahayyül bile edemiyoruz” dediğini belirtti. Çatışma ve çözüm sürecine dair kuşaklar arası deneyim farkı gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken mühim bir konu olsa gerek.
TBMM’de “sürece” dair destek ikliminin oluşması oldukça önemli. Fakat Kışanak buraya da radikal bir hamle yapmaktan geri durmadı. Siyasi partilerin Kürt sorununu araçsallaştırdığına değindikten sonra “Bu yüzden siyasi partileri izleyerek bu süreç olmaz” tespitinde bulundu. Bu aynı zamanda barışın toplumsallaşmasının ve sivil alanda inşa edilmesinin de önemine işaret.
Kışanak geçmişten farklı olarak ve bugünkü tıkanıklık halinde, sivil bir akil insanlar heyeti oluşturma önerisinde de bulundu.
İşleri bitince Kürt-Türk ittifakı ne olacak?
Tarihçi Yazar Erdoğan Aydın’ın sunumu birçok bakımdan Gültan Kışanak ile paralellik kursa da farklı eleştirileri de gündeme getirdi.
Bugüne kadar barış güçlerinin ortaya koyduğu barış vizyonunun önemli olmakla birlikte yeterli olamadığının altını çizen Aydın, “Çünkü bu girişimler her defasında duvara çarpıp geri döndü. Öcalan’dan gelecek mesaj da önemli. Fakat milliyetçi ve siyasal İslamcı toplumsal zemin problem” yorumunda bulundu. Erdoğan Aydın’ın “Barış dostlarının sayısı artırılmalı” tespiti ise konferansın manşeti gibiydi.
Tarihsel kırılma anlarını aktaran Aydın, Türk-Kürt ittifakı ne zaman gündeme gelse pragmatizmin öne çıktığını ve iş bittikten sonra Kürtlerin ezildiğini hatırlattı. Bu yaklaşım Türk-Kürt ittifakının kalıp bir cümle olmaktan çıkarılıp barış ve demokrasi temelinde yeniden tartışılması gerektiğine de bir vurgu sayılmalı.
Arap göçmenlere duyulan tepki ile Kürtlere duyulan tepki arasında içsel bir bağ kuran Aydın, “Bu meselelerde kitlelerin esasen iktidar politikalarını sorgulaması sağlanmalı” tespitinde bulundu.
Barış mücadelesine yaklaşımda sol hareketleri de değerlendiren Erdoğan Aydın, “Sol anti-şoven olmalı. Barış mücadelesinde eleştiri yetmez, pratik gerek. İmamoğlu’na destek için Çağlayan Adliyesinin önüne giden sol, sosyalist gruplar bayraklarını açtı. Aynı şey söz konusu Kürtler olunca daha pasif bir yaklaşım söz konusu” değerlendirmesinde bulundu. Aydın ayrıca DEM Partinin de sınıfsal taleplere, Alevilere ve laiklik mücadelesine daha çok ilgi göstermesi gerektiğini ifade etti. Aydın, “ulusalcı” etkideki kesimlere sınıfsal alanın bırakılamayacağını ekledi.
Barışı örgütlemek savaşı örgütlemekten zor
Prof. Dr. Hamit Bozaslan Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeleri değerlendirdiği konuşmasında Kürt sorununun bölgesel bir mesele olduğunu belirterek, sorunun daha geniş kapsamda ele alınması gereğine dikkat çekti. Kanımca ana muhalet partisinin çoğunlukla pas geçtiği bu çerçeve, Bozaslan’ın aktarımıyla önemli tartışma referansları da sunmuş oldu.
Yönetmen, gazeteci ve yazar Metin yeğin ise konferansta Latin Amerika’dan barış deneyimlerini aktardı. “Barışı örgütlemek savaşı örgütlemekten daha zor” diyen Yeğin’in Latin Amerika örneklerinde barış masasına getirilen “asgari ücretin artırılması”, “kadına yönelik şiddetin son bulması” gibi taleplere değinmesi de dikkat çekiciydi.
HDK konferansına Filistin’den FHKC temsilcisinin davet edilmesi de anlamlıydı. Konferansa online bağlanan Dr. Maher El Taher işgal, göç, sürgün kapsamında yerinden etme/ettirme pratiklerine değindi.
Hakikatle yüzleşmek
Hafıza Merkezi çalışmalarını aktaran Dr. Noemi Levy Aksu “Toplumsal adalet ve güvenin inşası için onarıcı hakikat gerek” vurgusunda bulundu.
İspanya’da barış sürecinde birtakım kültürel ve siyasi hakların verildiğini belirten Aksu, “Ama hakikatle yüzleşme yeterince olmadı. Hala mezarlarını arayan insanlar var. Cezayir’de çatışmasızlık haline geçildi ama yüzleşme ve toplumsal mutabakat olmadı” dedi. Türkiye pratiğiyle de bağlam kuran Aksu, “Hakikatle yüzleşilmediğinde, barış gelse dahi toplumsal kutuplaşmalar devam ediyor. Ne yazık ki en kolay şey geçmişle yüzleşmekten vazgeçmek oluyor” ifadesinde bulundu.
Ufuklar açmak
Sonuç olarak, kendi başına bir konferans bile tartışmalar üzerinden bu denli ufuklar açıyorsa, bundan sonra yapılacak buluşmalar çok daha fazlasını yapabilir. İşçi ve emekçilerle, kadın ve gençlerle toplumun tüm kesimlerine yayılacak tartışmalar barış fikriyatını çok daha güçlü ve sağlam temeller üzerinde inşa edebilir.