Türkiye’de barış süreci ile ilgili tartışmalar yine yoğunca gündeme gelmiş durumda. Ancak bu tartışmalar sağlıklı yürütülmüyor. Böylesi ağır ve tarihi bir sorunda, ateşkeslerde gel-gitler olabilir. Sorun etrafında tıkanmalar, krizler yaşanabilir. Bunlar olasılıklar ve anlam verilebilir. Ancak Türkiye’de ne süreç sağlıklı yürüdü ne de tartışmalar sağlıklı yürütülüyor.
AKP Hükümeti otuz yıldır süren silahlı çatışmayı içeren Kürt sorununu kesintisiz bir savaş yoğunluğunda devam ettirmeyi artık kaldıramaz hale geldi. Ordu bu tarzda bir savaşı sürdürüp kazanma iddasını yitirdi. AKP de savaşlı, çatışmalı, yoğun saldırılı ve tutuklamalı denemeler yaptı. Ancak sonuç alamadı. Geldiği noktada devletin ve siyasetin tıkandığını, bunda ısrarın ülkeyi yönetemez hale getireceğini de gördü.
Kürt Halk Önderi İmralı’dan sürece barış ve demokratik yöntemlerle çözüm iradesini açığa çıkarmak için devreye girdi. Bu girişimler 93’lerden beri sürdürülmüştü. AKP’nin hükümetleri için de girişimler yapıldı. PKK’nin sadece askeri yöntemleri esas almadığını, esnek ve siyasi yöntemlere de açık olduğunu, bu yönde gelişkin bir yetenek sergilediğini herkes gördü.
2013 Newroz’undan beri beklentilerin tersine AKP klasik ve sıradan bir yaklaşım göstermenin ötesine gidemedi. İnanılmaz biçimde iktidar eksenli bir pratik sahibi oldu. Herşeyi oraya endeksledi. Kürt tarafından gelen bütün uyarı ve girişimler hak ettiği karşılığı bulamadı. Sorunun ciddiye alınması ve güven artırıcı girişim ve önlemlerin hızlandırılması istendi. Sorun ne kadar uzarsa çürümeye yatırılır ve provokasyonlara açık hale gelirdi. Malesef AKP, süreci çürümeye ve provokasyonlara açık halde tutmaya devam etti.
Kobanê’deki gelişmelere yaklaşım büyük bir tarihi sınavdı. Türk devleti ve hükümetleri için ayrıştırıcı ve netleştirici bir turnusol kağıdı görevi gördü. AKP bir yandan Önder Apo’yla Kürt sorununu çözmek için görüşmeler yürütürken, bir yandan da Suriye’de Kürtlerin bir statüye sahip olmaması için çalıştı. Kürtlerin kendilerini yönetmek ve savunmak için oluşturdukları kanton yönetimlerini kabul etmeyeceklerini ilan etti. Kantonları kendisi için tehlike gördü ve kırmızı çizgileri olarak belirtti.
Kobanê IŞİD’ın saldırılarına hedef olunca başta Önder Apo olmak üzere tüm Kürt bileşenleri AKP’yi uyardı. Kobanê’nin Kürtlerin kırmızı çizgileri olduğunu açıkladı. Bu durumda AKP büyük bir yol ayrımına geldi. Ya Kobanê’de IŞİD’in vahşi ve faşist saldırıları karşısında Kürtlere destek vererek Ortadoğu’da büyük bir Kürt-Türk ittifakının temellerini atacak, Kuzey Kürdistan’da çözümü de kolaylaştıracaktı ya da Kürtlere düşmanlık ederek güvensizliği derinleştirecekti. Sonuçta AKP Hükümeti Türk, Kürt ilişkilerini tahrip eden düşmanlık eksenini tercih etti.
Erdoğan, ”Kobanê düştü, düşecek” diyerek beklentilerini dile getirdi. Ancak Kobanê direndi ve düşmedi. ABD, IŞİD’e karşı koalisyon oluşturdu. IŞİD’e karşı bir direniş kalesi olan Kobanê’de IŞİD’e yönelik hava saldırıları düzenledi. Bir defa da havadan silah desteği verdi. AKP’nin Kobanê’yi düşürme planı ve beklentisi boşa çıkınca, Erdoğan meydanlara çıkıp kin ve düşmanlık kustu. “ABD bize rağmen yardım etti. Kobanê, Kobanê deniliyor, niye bu kadar üzerinde duruluyor” diye karşı cephede yer aldığını artık gizleyemez hale geldi.
Bununla da yetinmedi. Kuzey Kürdistan’da halkın öfkesi ve duyarlılığı giderek yükseldiği bir ortamda “Diyarbakır’la Kobanê’nin ne ilgisi var. Hakkari ile Kobanê’nin ne ilgisi var,“ diyerek Kürt halkını ve siyasi çevrelerini eleştirdi, adeta alay etti.
Aynı hükümet şimdi de Kobanê için ayaklanan ve sokağa dökülen halka karşı siyasi ve polisiye saldırıya geçmiştir. HDP’yi ve Kürt tarafını bu gösterileri gerekçe göstererek suçlamakta ve “barış süreci“ bunun için askıya alınmış demektedir. Hükümet sözcüleri peş peşe aynı açıklamaları ve suçlamaları tekrarlamaktadırlar. Hani Kobanê ve sürecin bir ilişkisi yoktu? Kobanê ayrı, süreç ayrı diyen hükümetin kendisiydi. Şimdi de Kobanê protestolarını gerekçe yaparak HDP ve Kürt tarafını suçlamaktadırlar.
Bu yaklaşımlarda bir ciddiyet yok. Bunun da ötesinde sürecin en etkili ismi Önder Apo’ya yaklaşımları da akıllara ziyan. O’nu sıradan bir tutuklu olarak ele alıyorlar. Kendileri iç ve dış dünyada istedikleri kadar görüşme ve tartışma yapıyorlar. Ama kendi muhatapları ve bir tarafın temsilcisi olan İmralı’yı da dünyaya kapatıyorlar. Burada bir denklik, eşitlik ve muhataplık var mıdır? Bu kafa ve yöntemle tarihi bir sorun demokrasi ve barış yoluyla çözülebilir mi?
AKP’nin zihniyeti ve mentalitesi bu sorunu çözmekten uzaktır. Onların uzantısı olan yandaş medyadan da demokratik bir denetim ve katkı beklemek nafiledir. Kamuoyu yine psikolojik savaş yöntemleriyle yönlendirilmekte ve süreç savaşa doğru örgütlenmektedir. AKP mevcut durumda savaş haline geçmiş bulunmaktadır. Bu açıdan Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin sürece sağlıklı bakması ve hazırlıklı olması önemlidir. AKP, Türkiye’yi kendi iktidar hesapları yüzünden karanlık ve bilinmezliklerle dolu bir sürece çekmektedir.
(Yeni Özgür Politika – 16 Kasım 2014 – Muzaffer Ayata)