SEÇTİKLERİMİZ – Bahattin Demir yazdı … “80. madde yürürlükte kaldığı sürece Cerattepe, Akkuyu, Kanal İstanbul vb projeler, Bakanlar Kurulu’ndan alınacak bir kararla hem ÇED gibi süreçlerden muaf tutulabilecek hem de yer tahsisi ve izinler başka bir işleme gerek kalmaksızın verilebilecektir.”
Bahattin Demir*
Özellikle son 300 yıldaki kapitalist süreçte, ama nerdeyse ortaya çıktığı ilk günden beri, insanlık dünya üzerinde öyle çevresel yıkımlar gerçekleştirdi ki, Dünyanın 4,5 milyar yıllık geçmişini temsil eden “jeolojik saatle gece yarısına 1 kala dünyaya merhaba diyebilmiş”[1] bir canlı türü olarak, milyonlarca yıllık süre içinde gerçekleşebilen jeolojik fenomenleri geride bıraktı. İnsanın dünya üzerinde bu kadar kısa sürede bıraktığı etki o derece büyük ve kalıcı ki, biz jeologlar/jeoloji mühendisleri arasında insan faaliyetlerinin bu etkilerini (antropojenik etkiler) temel alan yeni bir jeolojik zaman tanımlaması bile yapılmaya başlandı: Antroposen.[2]
İnsanın çevre üzerindeki yıkıcı etkisinin başlangıç noktası ilk günlere kadar geri götürülse de bugünkü gelinen noktanın o günlerle kıyaslanması mümkün değildir. Yaşadığımız çevresel yıkımlar artık öyle bir noktaya geldi ki bu yıkımın bir ürünü olan iklim değişikliği, birçok bilimsel araştırmanın açıkça ortaya koyduğu gibi, “insanlığın şu ana dek yüzleştiği en büyük tehdit” kabul edilmektedir. Antroposen “çevresel faşizm çağı” haline gelmiştir.
Artık günümüzde sıradan günlük insan faaliyetinden büyük projelere kadar her girişimde ortaya çıkabilecek çevresel etkinin araştırılması ve sürdürülebilir olup olmadığına karar verilmesi, sadece bilimsel bir zorunluluk değil aynı zamanda ülkelerin belirli müeyyidelere sahip yasal alt yapısının bir parçası haline geldi; hem ulusal hem de uluslararası ölçekte çevre hukuku adıyla yeni bir alan bile oluştu.
Ama sonuçta her şey gibi çevre hukuku da niyet ve arzularımız üzerinde değil hayatın gerçekleri çerçevesinde varlığını sürdürülebilir. Sermaye sınıfı ve bu sınıfın yönetimdeki temsilcileri için “daha fazla yatırım ve kâr hırsı kırmızı çizgisini” rahatsız etmediği sürece geçerli bir hukuktur bu.
Ülkemizde ise son 14 yıllık iktidarları boyunca AKP hükümetleri “çevresel faşizmi” gündemimizden hiç eksik etmemiştir. Ve en önemli ideolojik söylemiyle birlikte; Türkiye hızla kalkınan ve gelişen bir ülkedir; daha fazla inşaat ve yatırım yapmak, enerji üretmek zorundayız. Yani taraflardan biri bu ülkenin kalkınması için uğraşırken diğer taraftaki çevreciler, ki bunlar zaten azınlıktadır(!), toplumu geriliğe mahkum ediyor; hem de ne adına, bir avuç yeşil için! Halbuki çevreciler hiç zorluk çıkarmasa ve işleri hükümete bıraksa onlar zaten kestiği her ağacın 10 katını dikiyor, onlar daha çok çevreci!
Anlaşılan bu söylemin kamuoyunda bir karşılığı oluyor ki, çevre konusunu yine bir yatırım konusu ile birlikte andılar. 07.09.2016 tarih ve 29824 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6745 sayılı “Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un (bir torba yasa) 80. maddesi özellikle çevre mücadelesindeki kişi ve kuruluşların gayretiyle kamuoyu gündemine geldi.
Bu kanunun 80. Maddesi, ki kanun taslak halindeyken önce 70. maddeydi, komisyonda 75. madde oldu Meclis görüşmelerinin sonucunda ise 80. madde haline geldi, öz itibariyle Bakanlar Kurulu’na her türlü yatırımda arsa tahsisi, ruhsat ve teşvikler vb gerekli düzenlemeleri yapma yetkisi vermekte olup her zamanki gibi çok “ulvi” amaca dayanmaktadır: “…kalkınma planları ve yıllık programlarda öngörülen hedefler doğrultusunda ülkemizin mevcut veya gelecekte ortaya çıkabilecek ihtiyaçlarını karşılama, arz güvenliğini sağlama, dışa bağımlılığını azaltma, teknolojik dönüşümü sağlama, yenilikçi, Ar-Ge yoğun ve katma değeri yüksek” yatırımları desteklemek. Akan sular durmaz mı böyle bir amaç için?!
Burada bütün bir maddeyi yazıya taşımamız mümkün değil, isteyen okurlar rahatlıkla internetten[3] ulaşabilir. Özet olarak hükümlere bakacak olur isek;
-“Proje bazlı yatırımlara diğer kanunlarla getirilen izin, tahsis, ruhsat, lisans ve tesciller ile diğer kısıtlayıcı hükümler için Bakanlar Kurulu kararı ile istisna getirilebilir veya yatırımları hızlandırmak ve kolaylaştırmak amacıyla yasal ve idari süreçlerde düzenleme” yapılabilecektir.
-Ayrıca Bakanlar Kurulu yatırımlar için kurumlar vergisi istisnası, gelir vergisi stopajı teşvikinden yararlandırma, sigorta primi işveren hissesinin karşılanmasına yönelik kararlar alabilecektir.
– “Proje bazlı yatırım konusu ürüne, süresi ve miktarı Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek alım garantisi” verilebilecektir.
Görüldüğü üzere ülke meri mevzuatında, kağıt üzerinde kaldığı iddia edilse bile, tanımlı hale gelmiş idari ve teknik prosedürler, ki biri de çevresel değerlendirmelere yönelik prosedürlerdir, Bakanlar Kurulu’nca devre dışına alınabilecek/ortadan kaldırılabilecek; eğer bu yeterli görülmez ise yeni düzenleme bile yapılabilecektir.
Ülkemizin dağları, ovaları, ormanları, dereleri ve gölleri, denizleri, kıyıları artık arz güvenliğini sağlama gibi “yüksek amaçlar uğruna” Bakanlar Kurulu tarafından sermayenin insafına terk edilecektir.
80. madde yürürlükte kaldığı sürece Cerattepe, Akkuyu, Kanal İstanbul vb projeler, Bakanlar Kurulu’ndan alınacak bir kararla hem ÇED gibi süreçlerden muaf tutulabilecek hem de yer tahsisi ve izinler başka bir işleme gerek kalmaksızın verilebilecektir. Bu kararların alınmasında Bakanlar Kurulu’na verilen yetki ise çok geniş ve kontrolsüz bir yetkidir. Bakanlar Kurulu’nun kararlarının tek dayanağı, yatırımın “proje bazlı ve stratejik değerde” bulunmasıdır ki, ne kararın objektif bir nedene bağlanması gerekmektedir ne de takdir yetkisinin bir sınırı bulunmaktadır. Bu tam anlamıyla doğamızın Bakanlar Kurulu’nun insafına terk edilmesidir.
Öte yandan bu madde ile projelere karşı onların iptali amacıyla yöre halkının ve kitle örgütlerinin bu güne kadar sık sık başvurduğu yasal girişimlerin (iptal davası açma vb) önü de kesilecek; bu hak kullanılamaz hale gelecektir.
“Bu derece de olmaz” diyen olabilir mi, varsa eğer daha birkaç gün önce Resmi Gazete’de yayımlanan Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları Yönetmeliği’nin 5. maddesinin 2. fıkrasının k) bendi’ni örnek olarak verebiliriz:
“k) ….. Genel Müdürlük tarafından gerekli görülmesi halinde (a.b.ç) kaynak alanına ilişkin çevresel etki değerlendirme, jeolojik ve jeoteknik etütler, kamulaştırma, halihazır haritaların hazırlanması, parselasyon, imar çalışmaları ve elektrik iletim alt yapı çalışmaları yapılır ve/veya yaptırılır” (4)
Konuyla ilgili örgütlerin yaptığı çok sayıdaki basın açıklamasında da vurgulandığı üzere bu maddeye dayalı uygulamalar sonucunda sadece doğamız hedef tahtasında değildir, “kentsel dönüşüm kılıfı altındaki kent yağması da hızlanacaktır. Parklardan, deprem toplanma alanlarına, sahillerden kültürel ve tarihi eserlere bu madde ışığında ranta açılacaktır”.
Ülkemizde sermayenin “çevresel faşizmi”, adına yakışır şekilde, doludizgin ilerlemesini sürdürüyor. Tabii ki, karşı mücadele de o oranda artıyor. Bugünlerde 80. Maddenin akıbetinin Anayasa Mahkemesi’nin de gündeminde olacağını biliyoruz. Ancak, buradan gelecek karar ne olursa olsun yeni “80. maddelerin” bizi beklediğini de mücadelenin bu bakış açısıyla örülmesi gerektiğini de biliyoruz.
*Jeoloji Mühendisi
[1] Dünyamızın yaşını yaklaşık 4,5 milyar yıl olarak kabul ettiğimizde 1 milyon yıllık homo sapiens tarihi jeolojik saatin son bir dakikasına ancak denk gelmektedir.
[2] İnsanın yıkıcı ve tehlikeli bir jeolojik faktöre dönüştüğü, ortaya çıkan tablo nedeniyle yaklaşık 10 bin yıl önce başlayan Holosen döneminden dünyamızı çıkartıp yeni bir jeolojik zamana (Antroposen) geçildiği yönündeki görüş.