Kıbrıs, tarih boyunca Akdeniz’in stratejik kesişim noktasında yer almış bir ada olarak, emperyalist güçlerin, milliyetçi ideolojilerin ve sermaye çıkarlarının çatışma alanı olmuştur. 1974’teki bölünme, yalnızca Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasında bir ayrılık değil, aynı zamanda halk iradesi ile dış müdahaleler, emek ile sermaye arasındaki çelişkilerin derinleştiği bir kırılma anı olarak tarihe kazınmıştır. Bugün “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (KKTC) adı altında işleyen yapı, Ankara’nın siyasi, ekonomik ve askeri tahakkümü altında, Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını gasp eden bir düzenin sembolü haline gelmiştir. 2025 cumhurbaşkanlığı seçimleri, bu bağlamda yalnızca bir lider değişimi değil, aynı zamanda halkın bu vesayete, neoliberal politikaların yol açtığı yoksulluk, yolsuzluk ve adaletsizliğe karşı bir isyanı olarak değerlendirilmelidir.
2025 seçimleri: halkın öfkesi ve Tufan Erhürman’ın zaferi
23 Ekim 2025’te gerçekleşen KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman, oyların yüzde 62,76’sını alarak mevcut cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı ezici bir farkla geride bıraktı. Bu sonuç, beş yıldır süren baskıcı politikalar, ekonomik çöküş ve Ankara’nın müdahalelerine karşı biriken toplumsal öfkenin sandıktaki yansıması oldu. Ersin Tatar’ın 2020’de, Türkiye’nin devlet olanaklarını kullanarak Mustafa Akıncı’ya karşı yürüttüğü kampanya sonucunda “atama” yoluyla koltuğa oturması, Kıbrıslı Türkler için büyük bir kırılma yaratmıştı. Tatar dönemi, neoliberal politikaların derinleştirdiği yoksulluk, kamu kaynaklarının yağmalanması, eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşü, barınma krizleri ve asgari ücretin açlık sınırının altında kalmasıyla karakterize edildi.
Erhürman’ın zaferi, yalnızca bir seçim başarısı değil, aynı zamanda emekçilerin, gençlerin ve yoksulların sesinin yükselmesi olarak okunmalıdır. Ancak bu zafer, sadece sandıkla sınırlı bir tepki değil, aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin kendi iradelerine sahip çıkma kararlılığının bir göstergesidir.
Buna rağmen, Erhürman’ın kampanyasında federasyon talebinin geri planda bırakılması ve “stratejik işbirliği” gibi muğlak ifadelerin öne çıkması, CTP’nin tarihsel olarak savunduğu eşitlikçi ve birleşik bir Kıbrıs vizyonundan bir sapma olarak eleştirilmektedir. Dahası, CTP’nin batı kapitalizmine tam entegrasyon ve neoliberal ekonomi politikalarına bağlılığı, Erhürman’ın zaferinin halkın öfkesini sandığa taşısa da, ekonomik politikalar açısından Tatar döneminden köklü bir kopuş sunmayacağı yönünde ciddi eleştirilere yol açmaktadır. CTP’nin, Ankara’nın vesayet ilişkisini sürdürme eğilimi ve küresel sermayeye eklemlenme çabası, partinin halkçı bir çizgiden uzaklaştığına işaret etmektedir.
Ankara’nın vesayeti ve “iki devletli çözüm” söylemi
Türkiye’nin KKTC üzerindeki etkisi, yalnızca ekonomik ve siyasi bağımlılıkla sınırlı kalmamış, aynı zamanda ideolojik bir tahakküm olarak da kendini göstermiştir. Ersin Tatar ve Ankara tarafından yıllardır savunulan “iki devletli çözüm” söylemi, halk nezdinde inandırıcılığını yitirmiştir. Bu söylem, bağımsızlık değil, aksine Ankara’nın velayetini kurumsallaştıran bir araç haline gelmiştir. Bağımsızlık Yolu Genel Sekreteri Umut Ersoy’un ifadesiyle, bu politika bir “takiye”dir; yani halkı kandırmaya yönelik sahte bir söylemdir. Türkiye, 2017’den bu yana “iki devletli çözüm”ü savunmasına rağmen, ne TBMM’de KKTC’nin tanınmasına dair bir karar almış, ne de uluslararası alanda somut bir girişimde bulunmuştur. Bu durum, Ankara’nın hedefinin bağımsız bir Kuzey Kıbrıs yaratmak değil, ekonomik ve siyasal olarak kendisine bağımlı bir yapı kurmak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin seçim sonuçlarına tepki olarak yaptığı “Derhal parlamento toplanmalı, seçimleri iptal etmeli ve Türkiye’ye katılma kararı almalıdır” açıklaması, Türkiye’nin Kıbrıs’a yaklaşımındaki sömürgeci zihniyeti gözler önüne sermektedir. Türkiye’deki ana akım medya, Kıbrıs sorununu halkların çıkarlarından ziyade iktidarların çıkarlarına hizmet eden milliyetçi bir dille aktarmaya devam etmekte, federasyon fikrini “Kıbrıs’a yama olmak” gibi hamasi sloganlarla küçümsemektedir. Bu söylem, yalnızca Kıbrıslı Türklerin iradesini değersizleştirmekle kalmamakta, aynı zamanda Türkiye halkını da yanıltmaktadır.
Akdeniz’deki jeopolitik dinamikler ve Kıbrıs’ın stratejik önemi
Kıbrıs, Akdeniz’in doğusunda, enerji kaynakları, deniz ticaret yolları ve askeri üsler açısından kritik bir konuma sahiptir. Son yıllarda Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin keşfi, bölgeyi küresel güçlerin rekabet alanına dönüştürmüştür. Türkiye, Yunanistan, İsrail, Mısır ve Avrupa Birliği (AB) gibi aktörler, bu rezervler üzerindeki hak iddiaları ve deniz yetki alanları konusunda çatışmaktadır. Türkiye’nin “Mavi Vatan” doktrini, KKTC’yi bu jeopolitik satranç tahtasında bir piyon olarak konumlandırmakta, ancak bu strateji Kıbrıslı Türklerin çıkarlarından çok Ankara’nın bölgesel hegemonya arayışına hizmet etmektedir.
Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü, sadece adadaki toplumları değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı da olumsuz etkilemektedir. Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde yıllardır süren müzakereler, özellikle 2017 Crans-Montana görüşmelerinin başarısızlığıyla sonuçsuz kalmıştır. Türkiye’nin “iki devletli çözüm” ısrarı, uluslararası toplumun büyük ölçüde desteklediği federasyon modeliyle çelişmekte ve çözüm olasılığını daha da zorlaştırmaktadır. Öte yandan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB üyeliği, adanın güneyini uluslararası alanda tanınan bir aktör haline getirirken, KKTC’nin izolasyonu derinleşmektedir. Bu asimetri, Kıbrıslı Türklerin ekonomik ve siyasi bağımlılığını artırarak Ankara’nın etkisini pekiştiriyor.
Neoliberal politikaların yıkımı ve sınıf mücadelesi
Tatar döneminde uygulanan neoliberal politikalar, KKTC’yi derin bir ekonomik ve sosyal krize sürüklemiştir. Kamu kaynaklarının özelleştirilmesi, eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşü, barınma krizleri ve asgari ücretin açlık sınırının altında kalması, halkı yoksulluğa mahkûm etmiştir. Özel sektörde sendikalaşma oranının %1’in altında olması, emekçilerin hak arama mücadelesini zayıflatmış, sınıf çelişkilerini keskinleştirmiştir. Bağımsızlık Yolu’nun “10 kişi ve üzeri işçi çalıştıran kurumlarda sendikasız işçi çalıştırmak yasaklansın” talebi, bu bağlamda sınıf mücadelesinin merkezine oturmaktadır. Parti, kadın haklarından Filistin halkıyla dayanışmaya kadar geniş bir anti-emperyalist çerçeve sunarak, mücadelenin yalnızca sandıkla sınırlı olmadığını vurgulamaktadır.
CTP’nin neoliberal ekonomi politikalarına bağlılığı, Erhürman’ın zaferine rağmen, emekçi sınıfların beklentilerini karşılamada ciddi bir engel teşkil etmektedir. Parti, batı kapitalizmine tam entegrasyon hedefiyle, küresel sermayenin çıkarlarına hizmet eden politikaları benimsemekte ve bu yönüyle Tatar döneminin ekonomi politikalarından köklü bir kopuş sunmamaktadır. Bu durum, CTP’nin Ankara’ya karşı halkın öfkesini mobilize etmesine rağmen, sınıfsal çelişkileri çözme konusunda yetersiz kalabileceğine işaret etmektedir.
Federasyon: eşitlikçi bir çözüm mü?
Federasyon fikri, Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında siyasi eşitlik temelinde birleşik bir Kıbrıs hedefini temsil etmektedir. Ancak bu model, hem adadaki toplumlar arasında güven eksikliği hem de dış aktörlerin (özellikle Türkiye ve Yunanistan) müdahaleleri nedeniyle uygulanabilirlik açısından zorluklarla karşı karşıyadır. Erhürman’ın kampanyasında federasyon talebinin geri planda kalması, CTP’nin tarihsel çizgisinden bir sapma olarak görülse de, bu durum aynı zamanda siyasi pragmatizmin bir yansımasıdır. Kıbrıslı Türkler, izolasyon ve ekonomik bağımlılık altında kendi iradelerini koruma mücadelesi verirken, federasyon gibi uzun vadeli bir hedef yerine kısa vadeli ekonomik ve sosyal sorunlara odaklanmayı tercih edebilir. Ancak CTP’nin batı kapitalizmine entegrasyon arayışı ve neoliberal politikalarla uyumu, federasyon vizyonunun eşitlikçi ruhunu gölgede bırakmakta ve halkın özgürlük mücadelesini sekteye uğratma riski taşımaktadır.
Mücadele ve özgürlük için yeni bir başlangıç
Kuzey Kıbrıs’taki 2025 seçimleri, halkın Ankara’nın vesayetine, neoliberal politikalara ve yolsuzluğa karşı bir isyanıdır. Tufan Erhürman’ın zaferi, Kıbrıslı Türklerin kendi iradelerine sahip çıkma kararlılığını simgelemektedir. Ancak bu zafer, yalnızca bir başlangıçtır. Gerçek özgürlük, sandıkla sınırlı kalmayıp, örgütlü bir halk mücadelesiyle mümkün olacaktır. Bağımsızlık Yolu’nun vurguladığı gibi, sınıf mücadelesi, sendikalaşma ve anti-emperyalist dayanışma, bu mücadelenin temel taşlarıdır.
Akdeniz’deki jeopolitik dinamikler, Kıbrıs’ı yalnızca bir ada değil, aynı zamanda küresel güçlerin rekabet alanı haline getirmiştir. Bu nedenle, Kıbrıslı Türklerin özgürlük mücadelesi, sadece yerel bir mesele değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel bir bağlamda anlam kazanmaktadır. Eşitlikçi, birleşik ve bağımsız bir Kıbrıs hedefi, hem Kıbrıslı Türkler hem de Rumlar için ortak bir gelecek sunabilir. Ancak bu hedefe ulaşmak için, halkın enerjisini sandıktan örgütlü bir direnişe dönüştürmek ve uluslararası toplumun desteğini kazanmak kritik önemdedir. CTP’nin neoliberal politikaları ve batı kapitalizmine entegrasyon hedefi, bu mücadelede ciddi bir sınavla karşı karşıya kalacaktır; zira halkın özgürlük talebi, yalnızca Ankara’nın vesayetine değil, aynı zamanda küresel sermayenin tahakkümüne karşı da bir direniş gerektirmektedir.
24.10.2025, Zürich
