GÜLFER AKKAYA yazdı: “Halkın parasıyla var olan kurumların sadece iktidarın hizmetine sunulduğu, iktidarın kendi saltanatını sürdürmekten başka derdinin olmadığı, bunun için her yaptığının milyonlarca insanın yaşamını derinden etkilediği zamanlarda kendisine sanatçı diyenlerin nerede durduğu her zamankinden önemli.”
GÜLFER AKKAYA
Zerrin Özer verdiği röportaj nedeniyle adeta linç edildi. Oysa linçle bir yere varılamaz. Önemli olan bir kişinin söylediklerini fikirle çürütmek.
Özer’in söyledikleri üzerinden linç bol, eleştiriler az sayıdaydı. Hatta eleştirenlerin bir kısmı söylemediği söz üzerinden “eleştirdiler” Özer’i, çocuk yaşta evliliği söylemiş gibi göstererek. Oysa röportajın aslında da, çeşitli gazetelere haber olan kısımlarında da bu anlama gelecek cümlesi yoktu.
Bazı söyledikleri vardı ki onlara nedense susuldu.
Röportajın tamamını okuyunca Özer’in başka ilginç açıklamalarına rastlıyorsunuz. Mesela diyor ki “Türkiyeli erkeklerin yüzde 50’si biseksüel.”
Zerrin Özer bu sözü elbette sonuçları “kesin” bir araştırmadan alıp söylemiyor, yaşamsal deneyimlerinden, gözlemlerinden, çevresindeki ilişkilerden yola çıkarak söylüyor. Oran ne kadar doğru, o da ayrı. Ama söylediği yabana atılacak bir iddia mı?
“Kızacaklar biliyorum ama gerçekleri söylüyorum. Bana hayat bunu gösterdi. Örf ve adetler o kadar baskın ki erkekler bunu itiraf edemiyorlar. Kim söyleyebilmiş ki Türkiye’de ‘Ben gay’im’ diye!”
Özer’i yıllarca şişman, çirkin, milli inek diye aşağılayan, değersizleştirmeye çalışan erkeklerin bu cümlelere de diyecek birkaç lafı olmalıydı değil mi?
Aynı röportajda şişman oluşu hakkında da önemli açıklamalar yapmış Özer. Kendisine gelen “Kilo verme uğraşınız bitmiyor, zayıf olmak zorunda mısınız?” sorusuna şöyle cevap vermiş:
“Kilo benim bitmeyen kompleksim, bunu itiraf ediyorum. Benim felsefeme göre insan iyi şarkı okuyorsa her türlü dinlenir. Ben bunun kanıtıyım. Ama albüm yapmak için görüştüğüm ilk kişi beni görünce, ‘Seni gören televizyonu kapatır. Kilo vermek zorundasın’ demişti.
Fena bir laf! Yaşım henüz 15. Düşünebiliyor musun o travmayı. Gerçi bu anlayışa daha o yaşımda itiraz ettim. Hayır, sahnedeki kadın zayıf olmak zorunda değil! Ama ben kendimi kadın olarak güzel hissetmiyordum. Aynada gördüğüm Zerrin’i beğenmiyordum. Olağanüstü güzel vücutlu kadınlara hep gıpta ettim.”
Bu cümleleri okuyunca aklıma 8 Mart dövizlerimiz arasında olan “Bir kadının kendisini sevmesi devrimdir” cümlesi geldi.
Kadınları kendilerini olduğu gibi sevmekten mahrum kılan şey onlara erkeklerin yaptığı baskı, uyguladığı muameledir. Her yeri ele geçirmiş, sinmiş bir sistem olarak erkek egemenliği patron, sahip, koca erkeklerin kadın bedeninin nasıl olması gerektiğine dair yasalarıdır bunlar. Bu oyunu oynamak istemeyen kadınların gözünün yaşına bakmayıp ezerek yok ettikleri yasalar.
Göbekleri kendilerinden iki metre önce gelen erkek kısmının göz zevki, cinsel fantezileri için kadın bedeninin erkek egemen kurallara mahkûm edildiği yasalar dünyasıdır bu.
“Uymayın bu kurallara, mecbur musunuz?” diyen aklı evvel erkeklere her sabah sizi yatağınızdan patronunuz mu kaldırıyor, kalkmayın, gitmeyin işe. Mecbur musunuz? diye cevap vermiş olayım.
Zerrin Özer’in röportajında bahsedilmeyen çok sorunlu bir kısım var. Kadın erkek ilişkileri konusunda, ilişkilerin yürüyebilmesi için kadınların ikincil konumda olması gerektiğine işaret eden kısım.
Kendi başına ayakta durmayı başarmış, erkeklere eyvallahı olmadığını belirten bir kadın olarak şöyle demiş:
“Bir ilişkinin içindeyken erkek her zaman bir adım önde olmalı. Biraz eski çağlardaki insanlar gibiyim. Bence her kadının bir erkeğe ihtiyacı var. Belki yaşadığım zorluklardan, mücadelelerden sonra içimde yalnız kaldığımı düşündüğüm için. Bilemiyorum. O ‘kadın-adamlığı’ fazla kaçırdım galiba.”
Erkek egemenliğini nasıl içselleştirmişse her açıdan bağımsız bir kadının olamayacağı fikriyle kendisine “kadın-adam” diye bir de isim takmış. En kötüsü bu.
Bundan yüzyıllar önce büyükannelerimiz eşitlik-özgürlük mücadelesini başlatırken bizden kötü şartlarda yaşıyorlardı ama bu şartların ötesini hayal edebiliyorlardı. Akılları erkeklere bağımlı değildi. Eşitsiz muameleyi kabul etmiyorlardı. Eşitliği içselleştirmişlerdi. Bu ruh ve haklılıkla kadınların eşitlik, özgürlük mücadelesini başlattılar.
Bugün kazanılmış onca hakka, elde edinilmiş onca olanağa, bilgiye, çok farklı hayatlara rağmen kadınlar, içinde oldukları durumu, olanakları bile doğru algılamaktan uzaklar. Ya da algıladıkları şeyden korkuyorlar.
Erkekler kendilerini sevsin, gitmesin, yanında kalsın diye “Ben senden değersizim, sen değerlisin” fikrini kabul etmekten daha beter ne olabilir!
Üstelik bu tarz beraberlikler korkulan yalnızlığın en yalnız haliyken.
Zerrin Özer’in “Devlet sanatçısıyım, TRT’de çalışıyorum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seviyorum” gibi cümlelerine kızan demokrat, özgürlükçü, eşitlikçi erkekler nedense bu konularda bir şey demediler.
Gay olduklarını gizleyenler, daha kendisini açıkça ortaya koyamayan mangal yürekli beyler… İlişkilerde kadınları kendilerine eşit kabul edemeyen beyler Zerrin Özer’in yandaşlığını taşa tuttular.
Kadınları evde, işyerinde, yatakta, sokakta, sosyal ilişkilerde, siyasi ilişkilerde, duygusal ilişkilerde kendilerine eşit değil, kendilerinin ardında gören erkekler nedense röportajın bu kısmına bir şey demediler. Yokmuş gibi yaptılar.
Tek tek kadınlar, kadın örgütleri olarak tepki gösterirken azami dikkatli olmakta fayda var. Sosyal medyada “eşitlikçi, demokrat erkeklerin” riyakarlığını fark ederek, bunlarla aramıza gerekli ayrımları koyarak meseleye ilişkin eleştirilerimizi yapmak biz kadınları daha güçlü kılacaktır.
Çocuk istismarına karşı imza toplayan, Özgecan’ın katledilişini protestoya gelen, her gün klavye demokratı olan nice adamın cinsel suçlardan yargılanıp cezalandırıldıklarına sık sık tanıklık ettiğimizi unutmamalıyız.
Zerrin Özer’in TRT sanatçılığı, twitter’ın yasaklanması ve Erdoğan sevgisi meselelerine gelince…
Bazı zamanlar çok önemli ve özel zamanlardır. Kimsenin kendi bacağından asılamayacağı kadar insanların kaderlerinin birbirine bağlı olduğu zamanlardır. Bugün böyle zamanlardan geçiyoruz.
Halkın parasıyla var olan kurumların toplum lehine çalışması ilkesinin yok edilip sadece iktidarın hizmetine sunulduğu, iktidarın kendi saltanatını sürdürmekten başka derdinin olmadığı, bunun için her yaptığının milyonlarca insanın yaşamını derinden etkilediği zamanlarda kendisine sanatçı diyenlerin nerede durduğu her zamankinden önemli.
Birini sevebilirsiniz ama eleştirel olmaktan, adil olmaktan vazgeçmemek erdemdir.
Zerrin Özer’in bu kadar tepki almasının nedeni, bunca yaşanılan baskıları yokmuş gibi göstermeye çalışarak, her şey yolundaymış gibi yapması, hayat çok normal gidiyor numarasına yatması…
Tüm bunları sevgisinden, devlet sanatçılığından değil, hayatının merkezine bireysel çıkarlarını koymuş olmasından ötürü yapıyor. Bunları yaparken yalan ve riyaya başvurmaktan çekinmiyor.
Ama işte böyle bir zamanda kendisine önerim enfes şarkısı “Paşa gönlüm”ü akıl ve gönül kulağı ile bol bol dinlemesi.
Kadınların erkek milletine sırtını dayayamayacağını unutmamasıdır. Adamların da kendi çıkar ve hesapları olduğunu, aynı oyunda başka akıllıların da olduğunu unutmamasıdır.
Ne diyordu “Paşa gönlüm” şarkısı:
“Amman ha adımına dikkat, kayar düşersin yolunda
Amman ha adamına dikkat oyuna gelirsin sonunda.”
Hey benim paşa gönlüm bir kez daha gördün mü? Bazılarımız yılları çürütür, bazılarımızı yıllar çürütür.