Az zamanda çok ve büyük sahipler değiştirdiğinden Akşam Gazetesi, şimdilerde kimindir, arayıp bulmak pek de kolay değil. Türkiye’nin en köklü gazetelerinden biri olan, vefakat geçip giden yıllarda pek çok değerli ismi kaybedip yerine aldığı yeni yazarlarla artık kaybedecek pek de bir irtifası bulunmayan Akşam, en son gördüğümde bahis oynatan dükkânların favori gazetesiydi, içinde iddia oranları olduğundan. Gel zaman git zaman bu gazete de ziyan oldu yeni eklenen isimlerle.
Şimdilerde Kayahan Uygur ismiyle (belki de rumuzdur, o yazıları ben yazsam kendi ismimle yazmazdım) ve mahallenin sevilmeyen emekli polis amcası görünümünde bir vesikalıkla kombine bir köşe var. Köşenin doldurucusu, AKP’nin tornasından çıkma tüm düşünce adamları gibi, olaylara değil büyük resme bakıyor. (Büyük resme bakmak sadece Kurtlar Vadisi seyircilerine has bir özelliktir, çünkü uluslararası bağlantılar orada açıklanıyor.) Büyük resme bakıp yazdıklarından iki efsanevi incisi var yumurtladığı, bunlardan birinde Hong Kong’daki eylemlerin de Gezi eylemleriyle aynı merkezden yönetildiği iddiası var, ötekisinde Gezi olaylarının İsrail’e Gazze’yi bombalama konusunda cesaret verdiği. “Ne alaka?” diye bana sormayın, yazarın kendisine de sormayın, ben zaten anlatamam da onun da anlatabileceği meçhul.
Bir de Takvim var, artık berber masalarında sıra beklerken bile denk gelme ihtimalinizin düştüğü. Ünlü biri olsun, ağaç olsun gönlünden geçenle kafasından röportajlar yapan muhabirleri, kendilerine küfür olsun diye söylenen “çapulcu”ya takla attırıp yeni anlam kazandıran Gezi eylemcilerine “gezizekalılar” diyerek hakaret etmeye çalışan, Twitter’ın logosundaki kuşu kocaman basıp kocaman puntolarla “kuş beyinli” diye kendince kalaylayan bir gazete. Basının tarafsız olmasının ütopya olduğunu kabul edecek hale geldik zaten, neredeyse tek istediğimiz yanlı yayınlarda bile standart da olsa bir kalite tutturulması. Ama “Kendi gazeteme kendi adamımı koyarım” mantığıyla iş yapınca, “AKPli olsun da ne olursa olsun” diye düşününce, gazeteler okunmaz, televizyonlar izlenmez hale geliyor.
AKP’nin kendi yorumcularını peyda etmesi zamana yayıldığından, bir anda fark edilemedi belki. Görüşlerini sevmesek de, sinirlerimizi bozsalar da iyi kötü bir Avrupa üniversitesinden mezun olan veya Türkiye içinde iyi okullarda okumuş yorumcuların, Özal’ın Amerikalı prenslerinin yerini 2000lerde Abuzittin Üniversitesi’nde yardımcı doçent olan uzmanlar almaya başlamıştı. Yeni türetilen düşünce kuruluşları meyvelerini vermiş, bir sürü yeni isim piyasaya sürülürken eskiden beri hareketin içinde olup mücadele veren bazı “dava adamları” da emeklerinin karşılığını istemeye başlamıştı, e bulunacaktı onlara da bir yer elbet! Abdülkadir Selvi, kim olduğunu çok kısa bir zaman öncesine kadar bilmediğimiz Selvi, bu hengâmede çıktı karşımıza, oturuverdi anaakımın ortasına.
AKP’nin ana akımdaki her haber ve tartışma programına partinin görüşlerini ve icraatlarını savunması için yerleştirdiği ürünlerden biri olarak anaakım medyadaki kariyerine başlayan Selvi, önce Dört Bir Taraf adlı, adından da dört tartışmacının olmasının beklendiği programa, beşinci olarak girdi. AKPlilerin kendisini bu programda ne kadar sevdiğini bilmiyoruz, ancak dört kişi okey oynarken araya karışan beşinci kişiye pek hoş gözle bakmayan bir toplumda yaşıyoruz. Gel zaman git zaman Selvi, AKP’yi savunmak ve anlatmaktan kulis bilgileri aktaran özel gazeteci oluverdi. Hemen hemen hiçbir kanunun kamuoyunda tartışılmasına fırsat vermeyip meclisteki diğer partilerle görüşmeden geçiren, kararları kendi kendine parti grubunda alan (liderinin kendi kendine aldığı kararları parti grubunda vekillere ezberleten) bir parti olan AKP, içeriden gelen bilgilere hasret bir medyaya sebep oluyordu haliyle. Bu açık nasıl giderilecekti? Tabii ki bazı bilgiler medyaya kendi ellerince bahşedilecekti ki kanunlara uymak zorunda kalacak olan sıradan insanlar da biraz bilgi sahibi olsunlar. Bir anda Selvi içeriden haber aktaran önemli bir gazeteci oluverdi. Tabii küçük bir farkla, bilgiye ulaşıp haber üreten bir gazeteci değil, kendisine verilen haberi televizyon kanalları kendisine mikrofon uzattıldıkça yayınlayan bir verici gibi.
Osmanlı tarihi çalışan tarihçilerin kendini padişah, müzeye çevrilen sarayların müdürlerinin kendilerini kendi sarayında yaşıyor görmeleri gibi bir meslek hastalığı, tesirini Selvi’de de gösterdi zamanla. Bakanlarla oturup kalkmalar, iktidardaki partinin ileri gelenleriyle hemhal olmalar, kendisine verilen görevi, AKP’nin medyadaki sesi olmayı, parti sözcüsü olmak gibi bir şey zannetmesine sebep oldu belki de. Belki de ondandı Alper Taş karşısındaki içi boş kendinden eminlik hali.
Medya, sadece sahiplik yapısı ve el değiştirmelerle değil, çalışanları bakımından da korkunç bir şekilde yeniden inşa edildi. Sadece senden-benden-bizden mantığıyla yerleştirilen, bir merkezin verdiği görüşleri pek anlamasa da ısrarla savunacak, kalitesini hak getire bir sürü türedi gazetecimiz, yazarımız oldu son on sene içinde, gittikçe sayısı artan iktidar yanlısı gazetelerde. AKP’nin politikalarına muhafazakârlaştırma, basın üzerindeki baskısına da düşünce özgürlüğü üzerinden muhalefet edildi. Oysa AKP’nin, elinde yetişmiş insan sermayesi olmadığından olması muhtemel, bilerek veya bilmeyerek yaptığı şey, siyasi ve kültürel alanı bayağılaştırmaktı daha çok. Basın yayın, sinema-tiyatro rasimozankütahyalılaştırıldı. Bu yüzden Elif İnce işsiz kalırken Abdülkadir Selvi önemli bir gazeteci oluveriyor. Güreş hakemi şehir tiyatrolarının başına geçiyor, bu yüzden.
Tüm bunlar o kadar birikti birikti ki, özellikle Gezi eylemlerinden sonra olmak üzere, “O gazeteyi okumam, o kanalı izlemem olur biter” tavrı dahi iş görmez oldu. Alper Taş, o mülayim temiz adam, ayağa kalkıp bağırdıysa ellerini kaldırıp, biraz da bu yüzden. On yıldır yapılan basitlikler, artık tahammül sınırlarını da aştı. Artık izlemediğimiz televizyonlarda dahi kabadayı görmek, okumadığımız gazetelerde dahi deli saçması şeyler yazıp ilkokul çocuğu küfürleri duymak istemiyoruz. Biraz terbiyenizi takının, iki kitap okuyup da öyle yazın istiyoruz, seviye istiyoruz.