Almanya’da 6 Kasım 2024 tarihinde çöken trafik ışığı koalisyonunda bu çöküşün baş sorumlusu olarak, Maliye Bakanı görevinden alınan FDP Başkanı Christian Lindner sivrilmiş görünüyor. Bu çöküşün ertesinde ilerleyen tarihlerde bu durumun nasıl geliştiği ve en sonunda nasıl patladığı bütün detaylarıyla irdelenirse, bu partinin ve liderinin nasıl bir siyasi ve şahsi karaktere sahip olduğu daha iyi anlaşılabilir.
“D-Day”, II. Dünya Savaşı sırasında müttefiklerin kurtuluş ve fedakarlığın sembolü olarak Normandiya’ya çıkarma yaptığı günü ifade ediyor. Nazilere karşı olan bu askeri çıkarma müttefikler tarafından aylarca ve gizli olarak planlanmıştı. FDP’nin kendisine uyarladığı gizli “D-Day” planı, kendisinin trafik ışığı koalisyonunun çöküşünü kasıtlı olarak gerçekleştirmeyi amaçlayan stratejik bir plandı. Plan, koalisyonun dağılmasını “ekonomik toparlanma” için gerekli bir adım olarak göstermeyi amaçlıyordu.
Yayımlanan belgelere göre FDP’nin planı, koalisyon ortakları SPD ve Yeşiller’i sıkıştırarak, Şansölye Olaf Scholz’u FDP’li bakanları görevden almak zorunda bırakmaktı. Belgelerde, birçok kişi tarafından tarihi olaylara ilişkin alaycı ve uygunsuz göndermeler olarak değerlendirilen “D-Day” planında, “saha muharebesi” ve “torpido” gibi terimler bile kullanıldı. Bu belgeler somut senaryolar içeriyordu; bunlar arasında trafik ışığı koalisyonunu kurtarılamaz olarak ve federal hükümeti Almanya için “en büyük konumsal risk” olarak tasvir eden bir “çekirdek anlatı” da vardı. Buna göre kopuş “zorunlu bir yönlendirme kararı” olarak tanımlanıyordu, ancak somut siyasi alternatifler sunulmuyordu.
Sonuçta Lindner yönetimindeki FDP’nin “D-Day” planı, aldatmacaya, tarihi saygısızlığa ve siyasi hesaplamalara dayanan kasıtlı bir entrikaydı. Kendisi, partinin kısa vadeli iktidar çıkarları uğruna siyasi ortaklıklara ve demokratik değerlere olan güveni feda etmeye hazır olduğunu gösterdi. Bu plan sadece demokratik ilkelere karşı açık bir saygısızlığı sergilememiştir. Buna ilaveten, kamuoyunun siyasi bir şeffaflığa sahip olma hakkına karşı uygulanan bir darbedir.
“D-Day” planı koalisyonun nasıl çökertileceği, son balta vuruşunun nereye ve hangi momentte vurulacağı ile ilgi bir plan. Bunun bir de neden ile ilgili boyutu var, yani FDP koalisyon politikasını neden baltaladı?
Koalisyon başladığından beri, FDP, kendi siyasi gündemini takip etmek ve hükümet içindeki ve seçmenleri nezdindeki konumunu güçlendirmek amacıyla, trafik ışığı hükümetindeki koalisyon politikasını defalarca baltaladı. Başlıca nedenler ve gerekçeler özetle şöyle sıralanabilir:
1. İdeolojik farklılıklar
FDP, Yeşiller’e ve SPD’ye nazaran çok daha katı bir neoliberal gündem izlemiştir.
Örneğin FDP iklim politikasında, yenilenebilir enerjilerin hızlandırılmış yaygınlaştırılması ve içten yanmalı motorların yasaklanması gibi iddialı projeleri defalarca engelledi. Bunun yerine, etkisiz ve pahalı olduğu düşünülen E-Yakıtlar[1]gibi piyasa odaklı çözümleri dayattı. Bu ve başka engellemeci tavırlar, FDP’nin gerçek tavizler vermeye hazır olmadığını ve bunun yerine ideolojik önceliklerini dayattığını gösteriyor.
2. Bağımsız bir güç olarak profil oluşturma
FDP, diğer iki koalisyon ortağı partinin talepleri karşısında, trafik ışığı koalisyonunda giderek daha fazla savunma pozisyonunda buldu kendini. Koalisyonun temel projelerini baltalayarak, kendisini bağımsız, uzlaşmaz, tutarlı bir parti olarak göstermeye çalıştı.
Örneğin altyapıya ve iklim korumasına daha fazla yatırım yapılması gerekliliğine rağmen borç frenine geri dönüş, FDP’nin kendisini sağlam bir mali politikanın koruyucusu olarak gösterilmesi amacıyla şiddetle desteklendi. Sonuçta bu strateji FDP’nin “ekonomik parti” olarak algılanmasını güçlendirdi, ancak koalisyonun birliğini ve ortak hükümet programını oldukça zedeledi.
3. Kendi seçmen kitlesini korumaya yönelik taktiksel önlem
FDP’nin nispeten küçük ama etkili bir seçmen kitlesi var ve bu kitle çoğunlukla ekonomik olarak liberal, muhafazakâr ve ayrıcalıklı kesimlerden oluşuyor. Bu tabanı koruyabilmek için partinin diğer koalisyon ortaklarının görüşlerine taban tabana zıt görüşleri temsil etmesi gerekiyordu.
Örneğin Lindner Yeşiller ve SPD’nin temel hedeflerinden biri olmasına rağmen, temel çocuk koruma yardımını mali açıdan sorumsuzca bir politika olarak gösterip engellemeyi başardı.
4. Partinin meclisteki varlığını gelecekte garantiye alma stratejisi
Bu yazının başlangıcında değinildiği gibi, “zararın neresinden dönülürse kârdır” düşüncesi FDP’nin bu koalisyonu bitirmek istemesindeki en önemli nedenlerden biridir. Fakat bu neden aynı zamanda kopmaz bir şekilde yeniden doğabilecek başka bir nedene bağlıdır. Buradan doğabilecek yeni neden ise, doğrudan ana muhalefet partisi CDU/CSU ile siyah-sarı[2] koalisyonuna geri dönmeye hazırlanmakla ve siyasi manzaranın bilinçli bir şekilde yeniden düzenlenebilmesi ile ilgili bir olanağa bağlı bir durum.
Örneğin Yeşiller’e ve SPD’ye ait olan ve ileriye dönük olduğu iddia edilen projeleri baltalayan FDP, potansiyel muhafazakâr/gerici ortağı CDU/CSU’ya böylece sırnaşarak, sağcı/gerici ekonomik politikaları destekleme isteğini göstererek geleceğe siyasi yatırım yapmıştır.
Örneğin bu yüzden FDP, planlanan ısıtma reformu konusundaki çatışmayı abartarak, kendisini sözde radikal Yeşiller’e karşı “aklın” savunucusu olarak konumlandırmaya çalışmıştır.
FDP ve Christian Lindner ile ilgili bazı detaylar
Neoliberal sahnelemenin bir sembolü olarak Lindner, öz-sorumluluk ve bireycilik gibi neoliberal değerleri aşırı uçlarda sahneleyen bir “sermaye hokkabazı” olarak tanımlanabilir. Kendisi, medyadaki varlığı, artan sosyal ve ekolojik krizlere önemli ölçüde değinmeden provokasyon ve gösteriye odaklanan stratejik bir estetiği takip etmektedir. “Krizler dikenli fırsatlardır” gibi ifadeleri ve halkın “beleşçi zihniyetini” (örneğin sübvansiyonlu toplu taşımayı içeren dokuz avroluk aylık abone biletini) eleştirmesiyle Lindner, yapısal adaletsizlikleri görmezden gelip alternatifleri karşılayamayan yoksul insanların değersizleştirilmesine vurgu yapan, kişisel sorumluluk ve inisiyatifi öne çıkaran neoliberal ideolojiyi temsil etmektedir.
- Lindner’in bütçe stratejisi, sosyal projelere ek harcama yapılmasını reddetmesi ve bunun yerine sert kesinti çağrısında bulunması nedeniyle radikal bir şekilde neoliberalizmi ifade etmektedir.
Örneğin Yeşillerden Aile Bakanı Lisa Paus, temel çocuk koruma programının finansmanı için kaynak yaratmak amacıyla çocuk ödeneğinin düşürülmesini önermişti. Bu doğrultuda temel çocuk koruma sigortası, çeşitli aile yardımlarını bir araya getirmeyi ve mali açıdan daha zayıf ailelerdeki çocuklara daha iyi yardım etmeyi amaçlamakta idi. Lindner ise bunu vergi artışı olarak değerlendirerek reddetmişti.
Lindner buna bağlı olarak ayrıca Almanya’daki çocuk yoksulluğunun esas olarak göçmen ailelerden, özellikle de 2015’ten itibaren mülteci olanlardan kaynaklandığını iddia etmektedir. Burada, göç konusuna da bağlanan bu söylem üzerinden, “Alman kökenli” yoksul çocuklarla göçmen çocuklar karşı karşıya getirilmekte[3] ve ırkçılık körüklenmektedir. Bu bölünme, toplumsal sorunları etnik olarak kodlamaya ve toplum içindeki dayanışmayı zayıflatmaya hizmet etmektedir.
- FDP ve Lindner’in Vatandaşlık Parası (Bürgergeld) ile ilgili görüşleri, kendisinin ayırımcılığını, toplumsal sorunları nasıl bireyselleştirdiğini, neoliberal ideolojini ve nasıl insanlık dışı bir tutum sergilediğini bütün çıplaklığı ile ortaya sergilemektedir. Lindner, Vatandaşlık Parası gibi sosyal yardımların yaşam koşullarında bir iyileşmeye yol açmadığını, aksine insanları devlete bağımlı hale getiren “tatlı zehir” olduğunu savunuyor. Bu tutum, yoksul insanların finansal kaynakları sorumlu bir şekilde kullanamayacakları anlamına gelir; bu da genelde yoksul insanları aşağılayan bir varsayımdır.
Lindner ve partisi, insanların ücreti düşük ve geçinmeye yetmeyecek miktarda olsa bile çalışmayı kabul etmeleri gerektiğine inanıyor. Bu tutum, birçok çalışanın hala Vatandaşlık Parasına bağımlı olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. FDP, daha yüksek sosyal haklar veya daha iyi bir asgari ücret teşvik etmek yerine, yalnızca ücretli çalışmanın tatmin edici bir yaşam sağladığı şeklindeki neoliberal varsayıma bağlı kalıyor.
Örneğin Almanya’da yaklaşık 783.000 kişi, bir işe sahip olmasına rağmen Vatandaşlık Parasına bağımlıdır. FDP bu mağduriyeti görmezden gelip yapısal reformlar yerine kişisel sorumluluğa atıfta bulunmaktadır.
Kendisi, Vatandaşlık Parası alanların ek fonları çocuklarına harcamayıp, alkol veya tütüne harcadıklarını sık sık iddia etmekte. Hiçbir araştırmayla desteklenmeyen bu genel ve aşağılayıcı suçlamalar, ihtiyaç sahiplerini güvenilmez ve israfçı olarak göstermeyi amaçlamaktadır.
- FDP, borç frenine atıfta bulunarak sosyal içerikli devlet harcamalarını reddetmiştir. Bunun yerine, altyapı, eğitim ve iklim koruma alanlarında gerekli yatırımları engelleyen özel yatırımları desteklemekten yana olmuştur.
Örneğin BAföG (Bundesausbildungsförderungsgesetz) Almanya’da öğrencilere eğitimlerini finanse etmeleri için devlet tarafından sağlanan bir tür maddi destektir. Bu destek, özellikle maddi durumu sınırlı olan ailelerden gelen öğrenciler için ön görülmüştür ve hem lisans hem de yüksek lisans öğrencilerini, meslek eğitimi alan kişileri ve belirli koşullarda lise öğrencilerini kapsayabilir. FDP eğitim programlarında ve BAföG’de de kesinti yapma dayatmalarıyla sosyal eşitsizliği daha da arttırmada kararlı olduğunu tekrar göstermiştir.
- FDP’nin vergi politikası genel olarak sistematik bir yapıda zenginleri ve şirketleri kayırıyor, toplumsal açıdan dezavantajlı gruplara, emekçi nüfusa ve orta sınıfa çok az yardım sağlıyor. Kendisinin vergi politikası, devleti bir “yük”, vergileri ise bireysel büyümenin önünde bir “engel” olarak gören neoliberal bir ideolojiyi yansıtmaktadır. Kendisi en yüksek vergi oranının düşürülmesi ve tüm vergi mükellefleri için dayanışma ek vergisinin kaldırılması konusunda kararlıdır. Bu, öncelikle en zengin hanelerin yükünü hafifletirken, düşük gelirli kişilerin bundan faydalanması pek mümkün olmuyor.
Yapılan araştırmalar, zenginlere yönelik vergi indiriminin, kamu yararına adil bir katkı sağlamadığını göstermekte. Aksine zengin ile fakir arasındaki uçurum giderek büyümektedir. Örneğin FDP, öncelikli olarak varlıklı ailelerin yararlandığı, vergi yüklerini önemli ölçüde azaltabilen çocuk yardımı gibi vergi indirimlerini tercih ediyor. Yüksek vergi ödemeyen düşük gelirli ailelerin bundan pek faydalanması mümkün olmuyor. FDP’ye göre, çocuksuz, yüksek gelirli bir aile, düşük gelirli bir aileye göre vergi indirimlerinden daha fazla yararlanabilmelidir. FDP, Almanya’yı daha “rekabetçi” bir yer haline getirmek amacıyla kurumlar vergisini azaltmayı teşvik ediyor. Bu politika, iş veya daha yüksek ücret gibi karşılığında hiçbir şey garanti etmeden sadece şirketlerin yükünü hafifletiyor. Fakat bundan dolayı, kurumlar vergisi indirimlerinden kaynaklanan vergi kayıpları kamu bütçelerini zorlamaktadır, bu da eğitim, sağlık ve altyapı alanlarında kesintilere yol açabiliyor. FDP, şirketleri ve varlıklı kişileri korumak amacıyla vergi kaçakçılığına ve agresif vergi kaçınmasına karşı daha sert önlemler alınmasını da ret etmektedir. Örneğin şirketler için daha fazla açıklama yükümlülüğü öngören AB Şeffaflık Direktifi, FDP temsilcileri tarafından engellenmiştir.
- Yapısal eşitsizlikleri pekiştiren Almanya’daki mirasların yetersiz vergilendirilmesi yıllardan beri süre gelen ve dokunulmayan ciddi bir konu. Yıllardır, fırsat eşitliğini teşvik etmek amacıyla miras hukukunda köklü bir reform yapılması ve hatta miras hukukunun kaldırılması çağrısında bulunulmaktadır. Örneğin, Almanya’da her yıl yaklaşık 400 milyar Euro miras bırakılırken, veraset vergisinden elde edilen gelir sadece 9,8 milyar Euro’dur. FDP burada, miras gibi liyakate dayalı olmayan mekanizmalara dayalı zenginliği koruyarak kendi liyakat ideolojisinin altını oyan bir parti olarak aynı zamanda paradoksal bir liberalizmi temsil etmektedir. Kendisi bu konuda devreye sokulabilecek ve adil sayılabilecek bir değişimi bütün gücüyle engellemekte, bunun yerine, özellikle işletme varlıkları için cömert ödenekler ve istisnaları savunmaktadır. Bu, büyük servet sahiplerinin çoğu zaman neredeyse tamamen vergisiz olarak miras alabilmesi, kamu harcamalarının finansman yükünün ise emek geliri ve tüketim vergilerine düşmesi anlamına geliyor. Almanya’da normal gelirler kademeli olarak vergilendirilirken, milyarlarca avroluk miras neredeyse hiç dokunulmadan kalıyor. FDP’nin politikası, miras vergisinin “orta sınıfa” yük getirdiği argümanını kullanıyor. Oysa gerçekte, muafiyetlerden yararlananlar neredeyse sadece çok zengin ailelerdir. Bunların dışındaki ailelerin/nüfusların finansal güvenliklerini sağlamak için sıklıkla kullandıkları küçük miraslar, çoğunlukla vergi boşluklarından yararlanılarak miras alınan büyük şirket varlıklarına göre daha sıkı kurallara tabidir.
Sonuçta, veraset vergisi düzenlemelerinin gevşek olması nedeniyle servet birkaç ailede yoğunlaşmaktadır. OECD’nin yaptığı bir araştırmaya göre(4), Fransa ve Japonya gibi yüksek miras vergisine sahip ülkelerde servet yoğunluğu daha düşükken, Almanya Avrupa’nın en eşitsiz ülkelerinden biri olmaya devam ediyor. Mülkiyeti “dokunulmaz” olarak yücelten Lindner ve FDP, mirası özel bir mesele olarak görür ve devletin “zor kazanılmış serveti” vergilendirmeye hakkı olmadığını savunmaktadır. Bu argüman, büyük servetin çoğunlukla bireysel başarı ile değil, sömürü ve savaşlarla, kaynaklara, ağlara ve devlet altyapısına erişim ile yaratıldığını göz ardı ediyor. Mirasların vergilendirilmemesi, zaten ayrıcalıklı olanlar için bir sübvansiyon programıdır.
- Lindner’in emeklilik politikası ve FDP’nin önerileri birçok nedenden ötürü son derece sorunludur ve Alman emeklilik sistemi ve sosyal adalet açısından uzun vadeli riskler, tehlikeler taşımaktadır. Bu konuda bazı kısa detaylar şöyle sıralanabilir: Özellikle Lindner, “paylaşımlı emeklilik” veya “kuşaksal sermaye” adı verilen sistemin getirilmesini teşvik ediyor. Kendisine göre, emeklilik katkı paylarının bir kısmı, uzun vadede emeklilik finansmanının sağlanması amacıyla sermaye piyasalarında, borsalarda değerlendirilebilir. Sermaye piyasasının dahilinde olan gazino/kumarhane kapitalizminden bağımsız olarak düşünülemeyecek olan Lindner’in “bahis” girişimi oldukça risklidir. 2008’deki mali kriz veya 2000’deki dotcom-balonu borsa çöküşleri, hisse senedi yatırımlarının önemli kayıplara uğrayabileceğini göstermiştir. MSCI World gibi uzun vadeli istikrarlı endeksler bile ekonomik şoklara karşı bağışık değildir. Başka tipik bir örnek, Japonya’da 1989 sonuna kadar şişen Nikkei endeksinin hemen 1990 başında patlamasıdır. 1989’daki Nikkei zirvesi, Japonya’nın ekonomik gücünün zirvesini ve aynı zamanda çöküşünün başlangıcını simgeliyor. Bu olay, ekonomik balonların ne kadar yıkıcı olabileceğini ve bir ülke ekonomisinin toparlanmasının ne kadar zaman alabileceğini anlamak için önemli bir örnek olarak tarihe geçti. Fakat bu gerçekler Lindner’i ilgilendirmiyor, çünkü kumar masasına koymak istediği paralar kendisinin değil, on yıllar ve kuşaklar boyunca emekçi insanların büyük zahmetlerle biriktirmiş olduğu paralardır.
FDP, 67 Yaş ve üzeri emeklilik konusunda, yaşam beklentisinin artmasının daha uzun bir çalışma hayatını meşrulaştırdığını savunmakta. Lindner, emeklilik yaşının daha da yükseltilmesini ve erken emeklilik için yapılan kesintilerin artırılmasını öneriyor. Bu politika, fiziksel veya zihinsel olarak zorlayıcı işlerde çalışan ve uzun saatler çalışma imkânı bulamayan birçok çalışanın gerçekliğini göz ardı etmektedir. Ayrıca yaş ilerledikçe sağlık riskleri de artmakta ve uzun süre çalışmak zorlaşmaktadır. En çok kazananlar, finansal açıdan güvencede oldukları için erken emekli olabiliyorlar. Düşük gelirliler ise daha yüksek kesintiler nedeniyle daha uzun süre çalışmaya zorlanmakta ve bu da toplumsal eşitsizliği artırmaktadır.
- FDP ve Lindner’in sığınma ve göç politikası temel insani ilkelerden bilinçli bir sapmayı göstermektedir. Kendilerinin göç politikasını sıkılaştırmak için sunmuş olduğu dokuz maddelik plan, kurumsallaşmış ayrımcılığın, kapitalizm kaynaklı sömürünün ve insanlık dışı politikaların bir ifadesidir. Bu plan, toplumun en savunmasız kesimlerini hedef almakta ve onları daha da dışlamayı hedeflemektedir. Bu planda görülebilecek temel tespitler şunlardır:
- İnsan Onuruna Saldırı
Bu plana göre, sığınma başvurusu reddedilen kişilere yalnızca “yatak-sabun-ekmek” seviyesinde bir yaşam sağlanmalı. Bu tür bir uygulama, insanları yoksulluk ve çaresizlik içinde bırakıp ülkeden ayrılmaya zorlamayı amaçlayan bir yoksullukla şantaj yöntemidir. Halbuki, göç bir suç değil, bir insan hakkıdır ve bu tür önlemlerle sistematik olarak ihlal edilmektedir.
- Irkçılık ve Sömürgeci Devamlılık
Güvenli ülkeler listesinin genişletilmesi, kurumsallaşmış ırkçılıktır. Bu uygulama, küresel güney ülkelerindeki insanların karşılaştığı ayrımcılık, şiddet ve baskıyı görmezden gelerek sığınma taleplerini topluca reddetmeye kapı açıyor. Bu, insanların yaşamlarını daha az değerli gören sömürgeci bir zihniyetin günümüzdeki bir yansımasıdır.
- Göç Politikalarının Ekonomik Çıkarlarla İlişkisi
Bu plan, sığınmacıları politik günah keçisi yaparak kapitalizmin yapısal sorunlarını gizlemeye çalışmaktadır. Sosyal eşitsizlikleri ve sömürü düzenini çözmek yerine göç kriminalize edilmekte ve sığınmacılar, ucuz iş gücü ya da toplum dışına itilmiş bireyler haline getirilmektedirler.
- Merkeziyetçilik Yoluyla Baskı
Sınır dışı etme sürecinin merkezileştirilmesi, sınır dışı uygulamalarını normalleştirmeye ve bu sürece karşı direnişi zorlaştırmaya yönelik bir adımdır. Sınır dışı uygulamaları, insanları sosyal çevrelerinden koparan ve onları yoksulluk, şiddet ya da ölüme terk eden bir şiddet eylemidir. Bürokrasi bu şiddeti görünmez kılmak için kullanılmaktadır.
- Üçüncü Ülkelere Gönderme: Sorumluluğu Başkalarına Yıkma
Sığınma prosedürlerinin üçüncü ülkelere devredilmesi, sorumluluktan kaçınmanın ve ahlaki çöküşün bir göstergesidir. Bu politika, mültecilerin korunma ihtiyacını zengin ülkelerin üzerine almasından kaçınarak daha az kaynağa sahip ülkelerin üzerine yüklemektedir. Ayrıca, üçüncü ülkelerde adil sığınma prosedürlerinin ve güvenliğin sağlanacağı konusunda ciddi şüpheler bulunmaktadır. 5
- İnsanlık Dışı Yaklaşım ve Korkutma Politikası
Planın tamamı, insanları ekonomik faydaları üzerinden değerlendiren bir politikayı yansıtıyor. FDP, bu planla birlikte göçmenleri caydırma politikası izlemekte; bu, sığınmacıların insani yanını görmezden gelen ve onları yalnızca rakamlarla ifade eden bir anlayıştır.
- Kapitalizm ve Göç İlişkisi
Göç, küresel kapitalist sömürü ilişkilerine de dahil olan bir gelişmedir. Neoliberalizm ve serbest ticaret, göçü artıran eşitsizlikleri körüklemektedir. FDP’nin planı ise, bu yapısal sorunları ele almak yerine, bu düzenin mağduru olan göçmenleri suçlu ilan ediyor. Emek göçmenleri, kapitalist sistemlerde genellikle sömürülürken, ekonomik bir fayda sağlamayanlar “işe yaramaz” olarak damgalanmaktadır.
Sonuçta FDP’nin planı, sosyal Darwinist bir anlayışın ürünü olarak da görülebilir: Sığınmacılar sistematik bir şekilde dışlanıyor, yoksulluğa mahkûm ediliyor ve sınır dışı ediliyor. Bu politika, ulusal ekonomik çıkarları koruma ve ırkçı önyargıları besleme amacını taşıyor. Bu durum, dayanışma, insan hakları ve küresel adalet anlayışına aykırı bir duruştur. Bunun yerine adil olduğunu iddia eden hükümetler, partiler, siyasi hareketler, şahıslar vs, en azından açık sınırları, refahın yeniden dağıtılmasını ve göç ve sığınma ihtiyacının temel nedenlerinin ortadan kaldırılmasını savunmalıdır.
- FDP çevre ve iklim politikasında, AB’de içten yanmalı motorların yasaklanmasını engellemiş, iklim dostu ve ekonomik olmamasına rağmen E-Yakıtları savunmuştur. İklim krizinin aciliyetine rağmen FDP, Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için, “keçiyi bahçıvan yapan”, yani piyasa temelli çözümleri desteklemiştir. Bu politika ise, gerekli yapısal değişimin önünde bir engel olarak durmuştur.
- FDP Yeşiller ile birlikte SPD’ye karşı sürekli olarak Ukrayna’da süren çatışmada kontrol edilemeyen bir tırmanışa denk düşen azgın militarist bir politika izlemiştir.
Örneğin FDP, Almanya’ya ait uzun menzilli Taurus füzelerinin Ukrayna’ya teslim edilmesini sürekli dayatarak koalisyon içinde ciddi gerilimler doğurmuştur. Şansölye Olaf Scholz’un bu dayatmaya ‘hayır’ demesine rağmen, FDP inatçı bir şekilde bu dayatmayı sürdürmüştür. Bu silahların Rus topraklarına ulaşması ve dolayısıyla Kırım köprüsü veya stratejik askeri tesisleri, Moskova ve hatta teorik olarak St. Petersburg gibi hedefleri vurma kapasitesine sahip olması olasılığı, sonucu nereye ulaşacağı belli olmayan çok ciddi bir tırmanış, tehlike anlamına gelmektedir. Rusya ise bunu Almanya’nın doğrudan müdahalesi olarak yorumlayacağını açıklamıştır. Taurus’un kullanımı Rusya’nın asimetrik ya da nükleer seçeneklerle karşılık vermesine yol açabilir. Rus yetkililer bu tür teslimatların “kırmızı çizgiyi” aştığı konusunda defalarca uyarıda bulunmuştur. FDP bu uyarıları görmezden geliyor ve nükleer bir karşı saldırı ya da en azından Avrupa’daki savaşın genişlemesi riskini büyük ölçüde arttıracak olan bir çatışmanın olabilmesini onaylıyor.
FDP için kâr barıştan önce geliyor, çünkü kendisi ideolojik ve mali olarak, gerilimin tırmandırılmasından ve Taurus füzesi gibi modern silah sistemlerinin tedarikinden büyük kazanç sağlayan silah endüstrisiyle yakından bağlantılıdır. Silah endüstrisi bu tür silahların ihracatını teşvik etmek için defalarca lobi faaliyetlerinde bulunmuştur ve FDP bu lobilerin içinde hep bu endüstrinin çıkarlarının siyasi destekçisi olarak hareket etmektedir. Bu durum, sermaye çıkarları ile barıştan ziyade kâr maksimizasyonunu hedefleyen savaşçı siyasetin iç içe geçtiğini göstermektedir. FDP bütün bu çatışmaları tırmandırdığı için diplomatik çözüm ihtimallerini baltalamakta ve bunun yerine Ukrayna’ya askeri yöntemlerin tek seçenek olduğunu telkin etmektedir. Bağımsız kuruluşlar ve barış hareketleri tarafından önerilen diplomatik çabalar, Alman hükümeti üzerindeki baskıyı arttırmak amacıyla FDP tarafından kasıtlı olarak görmezden gelinmektedir. FDP, Taurus füzeleri konusundaki tutumuyla kendisini, giderek daha fazla yeni silah sistemi tedarik ederek savaşları uzatan bir aktör olarak konumlandırmıştır. Bu politika Alman dış politikasının uzun vadede militaristleşmesi ile uyumludur. FDP’nin silah imalatını ve sevkiyatını norm haline getiren bu tutumu, kâr arayışı ile insani ve jeopolitik sonuçlara ilişkin cehaletin tehlikeli bir bileşimini temsil etmektedir. Böyle bir tutum, barış ve istikrara yönelik her türlü çabayı baltalamakta ve Almanya’yı potansiyel olarak küresel bir çatışmanın aktif bir ortak sorumlusu haline getirmektedir.
FDP’nin militarizmi maksimum seviyeye çıkarma dayatmaları bütçede, bütün sosyal alanlarda, militarizme endeksli olmayan endüstri sektörlerinde, yenilenebilir enerjilere geçişi hızlandırabilecek girişimlerde, iklim ve ekolojide yaşanan krizleri çözmeye veya yavaşlatmaya yarayabilecek olan yatırımlarda büyük kesintilere yol açmıştır.
- Lindner’in geçtiğimiz günlerde Almanya’nın “bir tutam Milei ve Musk’a ihtiyacı var” şeklindeki açıklaması, bu ideolojilere nasıl endişe verici bir yakınlık gösterdiğini gözler önüne serdi. Acımasız iş uygulamaları ve işçi haklarına saygısızlığıyla bilinen Musk ile Arjantin’de radikal neoliberal reformlar talep eden faşist Milei, sosyal güvenliği ve adaleti baltalayan aşırı tutumları temsil etmektedir. Sadece siyasi, iktisadi görüşleriyle büyük dertler yaratmayan, aynı zamanda davranışlarıyla da ruhi dengelerinin pek yerinde olmadığı tahmin edilebilecek bu iki şahsa sempati dolu atıflarda bulunan Lindner, kendisinin ve partisinin nasıl bir seviyeye sahip olduğunu tekrar göstermiştir.
[1] E-Yakıt (İngilizce: E-Fuel), su ve karbondioksitten elektrik kullanılarak üretilen sentetik yakıta verilen genel bir isimdir.
[2] Almanya’daki siyasi partiler genellikle renklerle tanımlanır, bu da siyasi tartışmalarda veya koalisyonların
isimlendirilmesinde sıkça kullanılır. Siyah renk, genellikle muhafazakârlık ve otoriteyi temsil ettiği için CDU/CSU (Hristiyan Demokrat Birliği/Hristiyan Sosyal Birliği) bu renk ile isimlendirilir. SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) kırmızı, Bündnis 90/Die Grünen (Yeşiller Partisi) yeşil, FDP (Hür Demokrat Parti) sarı, Die Linke (Sol Parti) koyu kırmızı veya Magenta/Fuşya, AfD (Almanya için Alternatif) mavi renklerle isimlendirilir.
Örnek 1 – Trafik Işığı Koalisyonuna, trafik ışığının renklerinden dolayı bu isim verilmiştir: Kırmızı (SPD) + Sarı (FDP) + Yeşil (Die Grünen)
Örnek 2 – Jamaika Koalisyonu ismini Jamaika bayrağındaki renklerden alır: Siyah (CDU/CSU) + Yeşil (Die Grünen) + Sarı (FDP). Örneğin 2022 yılına kadar Schleswig-Holstein eyaletinde bir Jamaika koalisyonu vardı.
Örnek 3 – Kenya Koalisyonu ismini Kenya bayrağından alır: Siyah (CDU/CSU) + Kırmızı (SPD) + Yeşil (Die Grünen). Örneğin 2024 yılına kadar Sachsen (Saksonya) eyaletinde bir Kenya koalisyonu vardı.
Örnek 4 – Almanya Koalisyonu ismini Almanya bayrağının renklerinden alır. Siyah (CDU/CSU) + Kırmızı (SPD) + Sarı (FDP)
[3] https://www.oecd.org/en/publications/inheritance-taxation-in-oecd-countries_e2879a7d-en.html