Kobanî Kumpas Davasının 8’inci duruşması 4’üncü gününde Sincan Cezaevi Kampüsü’nde bulunan Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam etti. Bugünkü duruşmada HDP MYK eski üyesi feminist yazar Gülfer Akkaya Kobanî Kumpas davası vesilesiyle Cumhuriyet’in 100 yıllık kadın, Kürt ve Alevi politikalarını sorguladı.
Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen davanın duruşmasına dava avukatları, yargılanan siyasetçilerin yakınları ile HDP Milletvekilleri, Ankara il ve ilçe örgütü üye ve yöneticileri katıldı. Sincan Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan siyasetçiler ile tutuksuz yargılanan yazar Gülfer Akkaya duruşma salonunda hazır bulunurken, diğer hapishanelerde tutulan siyasetçiler ise duruşmaya Ses ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla bağlandı. Edirne F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde tutulan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş mazeret bildirerek duruşmaya katılmadı.
Akkaya: Bir feminist olarak kadınların haklarını savunmak için HDP’deyim
Hakkımdaki suçlamaları kabul etmeyen Akkaya “2014 yılı 6-7 Ekim tarihlerinde MYK adına yayınlandığı ileri sürülen ve özünde bir adet demokratik eylem çağrısı olan mesaj gerekçe yapılarak o tarihlerde yurt çapında ne kadar olay olmuş ise hepsi için arkadaşlarımın ve benim cezalandırılmam isteniyor. Bunu güya desteklediği gerekçesi ile 9 adet sıradan sosyal medya paylaşımım da seçilerek delil gibi sunulmuştur. Bunların içerikleri ve tarihleri itibariyle iddianın tezini hiçbir anlamda doğrulamamaktadır.
Akkaya kadınların haklarını savunmak için HDP’de olduğunu belirterek “HDP’ye de bağımsız bir feminist olarak benzer nedenlerle katıldım. Çünkü HDP Türkiye’ye yönelik politika üreten bir yapıydı, araçtı, siyasi partiydi. Feminist politikanın ülkede daha güçlenmesi, daha çok kadına ulaşılabilmesi açısından çok önemli bir fırsattı benim için. İçinde yer aldım, aktif olarak çalıştım. Teorik ve pratik olarak elimden geldiğince, aklım erdiğince katkıda bulundum. Ülkenin 3. büyük partisinde feminizm ülke parlamentosuna girdi. Bu başarıyı HDP’nin içindeki kadınlar var etti. Gurur duyuyorum. Bugün feminizm başka partilerin de içinde filizlenmiş, boy atmış durumda. Daha da yayılacak. Çünkü ülkede kadınlar çoktan beri söz sahibi olmak istiyor, değiştiren bir güç olmak istiyor.” dedi.
“Kadınlar siyaset yapamaz” diyenlerle mücadele eden Nezihe Muhiddin’lerin ruhu HDP’dedir
Osmanlı’dan Cumhuriyet’in kuruluşuna, kuruluştan bugüne kadınların haklarının gasp edildiğini söyleyen Akkaya “Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının ruhu, gayesi, mücadelesi bugün HDP’de hayat bulmuş durumda” diyerek sözlerine şöyle devam etti:
“Osmanlı devleti zamanında kurulan kadın derneklerinin tüzüklerinde istisnasız olarak “Siyaset yapmaz” koşulu yer almaktadır. Oysa derneklerin kurulma amacı bizzat siyaset yapmaktır. Siyaset yapmak da ait olduğunuz toplumsal kesimin sorunlarını çözmek için mücadele yapmak demektir. İçinde yaşadığınız ülkenin sorunlarını tespit edip o sorunlara çözüm üretmek, çözülmesi için iktidar üzerinde baskı kurmak demektir. İşte “Siyaset yapmaz” ilkesi ile kadınları “devlete, aileye, erkeklere yardımcı olan, cici cinsiyet” sınırları içinde tutarak eşit vatandaş, eşit cinsiyet olmalarının önüne geçilmeye çalışıldı.
Osmalı’daki kadınların eşitliği karşıtı olan bu altın kuralı Cumhuriyet de devraldı ve savaşta cephe gerisinde ve bizzat cephede yer alan kadınlara savaş sonrasında parlamentoda yer verilmedi. “Kadınlar siyaset yapmaz” dendi.
Cumhuriyetin ilanı ile kadınlar kendilerine verilen sözlerin yerine getirileceğini umut etmiş kolları sıvamışlardır. Toplumda bilinenin aksine Cumhuriyet tarihinde kuruluş için başvuruda bulunan ilk parti Kadınlar Halk Fırkası (KHF) olmuştur. Parti için başvuru 15 Haziran 1923 yılında Nezihe Muhiddin ve arkadaşları tarafından yapılır.
Cumhuriyet tarihinin ilk partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’na ne yazık ki olumsuz cevap verilir. Oysa cumhuriyet modern ve Batıcıydı. O sırada Batı’da ve Doğu’da kadınlar haklarını kazanırken cumhuriyet kadınlara “daha değil, sabredin” demeye devam ediyordu. Özne olarak siyasette yer almak isteyen kadınlar engellenip öteleniyordu. Yine de vazgeçmeyen kadınlar sayesinde kadınlar seçme ve seçilme haklarını kazandı.
Kadınların parlamentoda temsil edilmemesi, siyasetten, karar mekanizmalarından uzak tutulması, kadınların hayatı üzerine erkeklerin karar vermesi demektir. Yasa yapanlar erkekler olunca suç da, ceza da onlara göre belirlenecekti. Ama biz kadınlar bunu hiç bir zaman kabul etmedik, etmiyoruz!”
“Türkiye Erkekler Cumhuriyeti”
Modern, batıcı Cumhuriyet, Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluşuna izin vermeyerek açıkça erkek bir cumhuriyet olmaktan kendisini kurtaramamış, kadınların siyasete girme çabalarının önünde durarak parlamentoda kadınların yer almasına izin vermemiştir. Oysa bu tarz engellemeler olmasaydı, bilakis eşitlik politikaları desteklenip sahiplenilseydi bugün kadınlar açısından bambaşka bir ülkede yaşıyor olabilirdik.
Yine siyasilerin ve araştırmacıların çoğulcu olarak kabul edip zaman zaman bugünkü kimi sorunlar için bile örnek gösterdikleri 1921 tarihli ilk meclis örneğine de bakınca görüyoruz ki orada da kadınlar yok. Yani ülke nüfusunun yarısı yok. Bugün, yüzyıl sonra dahi 1921 tarihli ilk Meclis üzerine tartışmalar sürdürülürken o Meclis’te kadınların olmaması görmezden geliniyor.
Kadınlara sürekli olarak “biraz sabredin” deniyor
Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin evrensel boyutuna dikkat çeken Gülfer Akkaya “İki büyük dünya savaşının yaşandığı 20.yy’da imparatorlukların yıkıldığı, ulus devletlerin kurulduğu, ekonomik sistemlerin değiştiği, yeni rejimlerin ilan edildiği bir dünya tablosunda hayatları değişmeyen, hakları ötelenen kadınlara “Savaş var, sabredin” dendiğine dikkat çekti.
Yüzyılın ilk çeyreğinde Lenin’in önderliğinde gerçekleşen Ekim Devrimi’nin kadın ve LGBT hakları konusunda direnmeden, ertelemeden önemli adımlar attığını vurgulayan Akkaya, Wilson’un ve ABD önderliğindeki emperyalist – kapitalist dünyanın eğitim hakkı, ücretli alanda çalışma hakkı, oy (seçme) hakkı, siyasete girme (seçilme) hakkı, miras hakkı, boşanma hakkı, velayet hakkı gibi en temel kamusal haklarını isteyen kadınlara “Savaş var, sabredin” demeye devam ettiklerini belirtti.
Kadınların artık sabırlarının kalmadığını dile getiren Akkaya, kadınların hem kamusal hem kişisel haklarını almak için siyasi mücadelelerini yükselttiklerini belirterek AKP iktidarı boyunca buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğuna dikkat çekti.
Başörtülü kadınların hakkını AKP değil kadınlar savundu!
AKP’nin ‘Biz başörtülü kadınları parlamentoya aldık’ sözünün dahi yalan olduğunu söyleyen Akkaya “2010 yılında benim de içinde olduğum feminist ve birçok kadın örgütü bunun için mücadele ettik ve ‘parlamentoda başörtülü kadın istiyoruz’ dedik. Erdoğan ‘henüz sıra sizde değil bekleyin hanımlar’ dedi. Biz vazgeçmedik, yine baskı yaptık ve nihayet AKP direnmekten vazgeçti. Bu ülkede başörtülü ve başörtüsüz kadınların parlamentoda siyaset yapmasına biz kadınlar öncülük ettik.” dedi.
AKP kadınları güçlendiren değil zayıflatan politikalar uyguluyor diyen Akkaya sözlerini şöyle sürdürdü:
İstanbul Sözleşmesi henüz yazılırken biz feminist kadınlarla görüşüldü. Bizim çabalarımızı aldılar bir sözleşmeye çevirdiler. Sonra ne yaptılar, sözleşmeden vazgeçtiler.
Dövmeyi, şiddeti tüm iddiaları geçtim ben nasıl bir kadının düşük yapmasından yargılanıyorum? İddianamede yer alan suçlamalarda hamile bir kadının düşük yapmasına sebep olma iddiası bile var. Feminist diye, kadınların saçının teline zarar gelmemesi için mücadele eden kadına denir. Kadınları bu ve benzeri zararlardan korumak için, kazandığımız yasal haklar için İstanbul Sözleşmesi uygulansın diye yıllardır mücadele veren feministlere böyle bir iddiada bulunmaya çalışmak bile kadınlara yönelik şiddetin esas sorumlularını gözlemekten öteye hizmet etmiyor. Eğer asıl amaç gerçekten o süreçte yaşananları ortaya çıkartmak olsaydı, bu fantastik, gerçek dışı iddianame ile bizleri hedef göstermek yerine yaşananları ve gerçek sorumluları ortaya çıkartacak bir araştırma yapılması gerekmez miydi?
Bir fantastik iddianame hazırlanıyor ve düşük yapmaya yol açtığıma ilişkin yargılanıyorum. Bu suçlamayı da asla kabul etmiyorum. Bu ülkede siyaseti takip eden herkes herkes beni de yargılanan diğer kadın arkadaşlarımı da gayet iyi tanıyor, biliyor. Yıllardır mücadele ediyoruz ve başımıza gelmeyen kalmadı. Biz sözleşmeyi uygulayın dediğimiz için devlet tarafından şiddete uğradık.
Katliam yapanlar değil, barış isteyenler yargılanıyor
Türkiye’de ilk kez eşbaşkan olan Aysel Tuğluk’un sağlık durumuyla ilgili sürdürülen kampanyaya birbirinden farklı 68 kadın derneğinin sahip çıktığını belirten Gülfer Akkaya, “Radikal İslamcı vahşi IŞİD’in yaptığı katliamların asıl sorumluları hala gün yüzüne çıkarılmazken kadınlar sırf barışı savundukları için yargılanabiliyorlar.” diye konuştu. Meclis’te bu konuda defalarca araştırma için önergeler verilmesine rağmen AKP ve MHP oylarıyla araştırmanın reddedildiğine dikkat çeken Akkaya barış ve eşitlik için mücadele edenlerin bu şekilde yargılanamayacağını vurguladı.
Türkiye’de Türkçe bilmezseniz, bir domates alamazsınız
“Tıpkı kadın sorunu gibi Cumhuriyetin başından bu yana devam eden bir sorun da Kürt Sorunudur.” şeklinde sözlerine devam eden Akkaya sözlerine şöyle devam etti:
Ben bir Kürdüm ve asla inkar etmedim. Gün oldu kimliğimden dolayı iş verilmedi, okuldaki sıra arkadaşlarımla aynı hakları kullanamadım. Sürekli fişlendim, Türkleştirilmeye, asimile edilmeye çalışıldım. Anadilim asimile edilmek istendi, ben bu dünyada ilk olarak Kürtçe konuşmaya başladım. Okulda Türkçe bilmediğim için tembel sınıfına, sıralarına alındım. Bugün bir yazarım, hiç bir dünya diliyle sorunum yok, ama insanları dillerinden dolayı aşağılarsanız, ayrımcılık yaparsanız olmaz. Bu eşitlik değil, kendi Anayasanızı inkar etmiş oluyorsunuz.
Benim annem Kürt, Türkçe bilmezdi, ama ona Türkçe öğretmek zorunda kaldık alışveriş yapabilmesi için. Bilmiyorum Avrupa’da bulundunuz mu ama Almanya’da Almanca bilmezseniz de alışveriş yapabilirsiniz ama Türkiye’de Türkçe bilmezseniz marketten, pazardan bir domates bile alamazsınız.”
Kürt olmak, barış istemek suç mu?
“Ben bir Kürt Aleviyim” diyen Akkaya “Bu ülkede HDP’yle birlikte eşit, adil, özgürce bir arada yaşama olan inancının arttığını hepimiz biliyoruz. Kürt Sorunun artık savaşla değil barışla çözülmesi gerektiğini devletin içindekiler de biliyorlar aslında. Kürt olmak suç mu? barış istemek suç mu? Biz neden bununla yargılanıyoruz? Bir kadın, bir feminist ve bir insansanız savaşa karşı olursunuz. Savaş ölüm demek, militarizm demek, erkeklerin kadınlara yönelmesi, tecavüzlerin artması, sıradanlaşması, yoksulluk, ucuz iş gücü, insanların yaşadığı yerlerden göç etmesi demek. Yurtdışında göçmen olmanın ne denli zor olduğunu görüyoruz her gidişimizde. Ben savaşa karşıyım, barışı savunuyorum” şeklinde konuştu.
Tüm anlattıklarının Suriye’de net olarak görülmesinin mümkün olacağını belirten Gülfer Akkaya, artan çocuk istismarlarının, kadın katliamlarının, fuhuş, taciz ve tecavüzlerin savaş politikalarından bağımsız ele alınamayacağını söyleyerek “Emperyalist politikaların etkileri ve sonuçları sadece işgal edilen ülkelerde görülmüyor, işgalci ülkelerin ve diğer ülkelerin üzerinde de çeşitli etkiler yaşanıyor haliyle. Göçmenlik bunların başında geliyor. Savaşların en önemi sonucu olan şey göçmenlik. Türkiye’nin başındaki en büyük sorunlardan biri de bu. En kötü barış, en iyi savaştan yeğdir. Bunun için barış vazgeçilmezdir.” dedi.
“Her 20 yılda bir Aleviler katledildi”
Gülfer Akkaya Maraş Katliamı’nın yıldönümüne denk gelen günlerde olunduğunu belirterek “sadece Alevi oldukları için onlarca insan katledildi, yüzlerce kişi yaralandı ve tüm bunlarının sonunda binlerce insanımız yerini yurdunu terk edip göç etmek zorunda kaldı.” şeklinde konuştu. Akkaya konuya ilişkin devamla şu şekilde konuştu:
“Benim de içinde yer aldığım Alevi toplumu ve Alevilik inancı bugüne dek baskı altında var oldu. Cumhuriyetten önce de sonra da ötekileştirildi, yok sayıldı. 800 yıldır katledilen Aleviler Cumhuriyet tarihi boyunca da baskı ve katliamlara maruz kaldı. Ülkemizde en geç her 20 yılda bir Alevi katliamları yaşandı. Bu bir vahşettir, nefret suçudur.
İnançlara dair eşitlik politikasının hiçbir suretle olmadığı ülkemizde bu kadim toplum ve inancın üyesi milyonlarca insan hala eşit vatandaşlık hakkı talep ediyor. Aleviler anayasal haklarını, eşit yurttaşlık istiyorlar.
Kılıçdaroğlu Alevi olduğu için Cumhurbaşkanı adayı yapılmak istenmiyor
Bir Alevi olarak hayatı boyunca bu kimliğinden dolayı nefret ve ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığını söyleyen Akkaya “Aleviler Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne eşit yurttaş olarak kabul edilmiyor. Anayasa’da Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan herkes eşit haklara sahiptir yazsa da hem kamusal, hem özel hayatında eşit haklarla inancını, kültürünü yaşayamıyor. Aleviler de inancını istediği gibi ve özgürce yaşayabilmeli, siyasi partilerin başkanı, eşbaşkanı, Cumhurbaşkanı, bakan, kaymak, vali olabilmeli.” şeklinde konuştu.
Bu konudaki ayrımcılığa güncel bir örnek veren Gülfer Akkaya “Aleviler hiç bir düzeyde eşit yurttaş olarak görünmüyor. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu. Cumhuriyet’in kurucu partisinin Genel Başkanı. Ama o bile inancından dolayı ayrımcılığa uğruyor. Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki seçimlerde Cumhurbaşkanı adayı olmaması gerektiğini savunanların en büyük argümanı onun Alevi kimliği. Bu ayrımcılık o kadar normal bir şeymiş gibi savunuyor ki, kendine demokrat diyen kimi şahıslar dahi orada burada hararetle bu görüşlerini anlatıyorlar” şeklinde konuştu.
Alevi kadınlar çifte eşitsizliğe maruz kalıyor
“Yaklaşık 10 yıldır kadın Alevilik üzerine politikalar yürütüyorum. Eğer Alevi kadınsanız çifte eşitsizlik yaşıyorsunuz. Bir Alevi olduğunuz için bir de kadın olduğunuz için eşitsizliğe maruz kalıyorsunuz.
Alevilerin eşit vatandaş olamadığı ülkemizde Alevi kadınların çifte eşitsizliği, yani inancından dolayı vatandaş olarak ve cinsiyetinden dolayı kadın olarak eşit görülmemesi elbette benim gibi kadın alanında mücadele veren feminist bir kadının, araştırma yapıp bilgi üreten bir bilim insanının, kitaplar, makaleler, günlük yazılar yazan bir yazarın ilgisi dışında kalmazdı.
Hiçbir zaman bana ne Alevi ne Kürt ne de kadın olduğum için yapılanlar doğru gelmedi. Devlette de, iktidarda da, ailede de erkek egemenliğini tanımadım, kabul etmedim. Beni tanımayana, kimliğime saygı duymayana ben de saygı duymuyorum.
Feminist politikayı Meclis’e taşıdık
Tekçilik, erkeklik örgütlü bir şeydir ve ben de buna karşı örgütlendim. Feminist kadınlarla örgütlendim. Yan yana kadınlarla açılan yolda ilerledim ve hiç açılmamış yolları da açmaya çalıştık. Her zaman hem teorik hem de pratik olarak çalıştım. İşte HDP’ye de bağımsız bir feminist olarak bu nedenle katıldım ve kurucusu oldum. Feminist politikanın bu ülkede daha çok kadına ulaşması açısından bir fırsattı. Aklım erdiğince mücadele yürüttüm HDP’de. Cinsiyetçiliğe karşı mücadele ettim. Feminizm ülkedeki 3. büyük partiyle Meclis’e girdi. Bugün feminizm başka partilere de girdi hatta sağ, muhafazakar partileri bile etkilemiş oldu.
Eşit temsil istiyoruz, alacağız
Feminizm de daha çok yayılacak çünkü kadınlar bunu istiyor. HDP’de vücut bulmaya başlayan bu kazanımlar feminizmin nihayet yapmak istediği şeye biraz daha yaklaşması demektir. Kadınlar itaatkar, cinsiyetçi rollere sığmıyorlar. Hayallerimiz, tutkularımız var. Ancak bu yeterli bir rakam değil. Daha fazlasını istiyoruz. Şimdi yüzde 50 olma zamanı. Bu ülkede kimi kadınların vekillikleri düşürüldü ve kadın sayısı yine düştü. Kadınların parlamentoda en az yüzde 50’ye ulaşması gerek. Ama bu da yetmez, tüm yaşamdan hakkımız istiyoruz ve alacağız.
HDP kadın temsilinde başı çekiyor
HDP dediğiniz şey onu oluşturan insanların emeği, çabası, desteğiyle oluşan bir şey. HDP Türkiye’nin 3. büyük partisi. AKP ve CHP gibi değil. HDP’nin bu noktaya gelebilmesi, biz büyük bedeller ödeyerek buraya geldik ve hala bedel ödeyen arkadaşlarımız var. Bu rakamsal bir şey değil. HDP kadar üyelerinin tutuklandığı, katledildiği, yasaklandığı bir parti olsa çoktan kapıyı kapatmıştı. Mecliste kadın erkek eşitliğini tüzüğüne işleyerek savunan başka bir parti yok. Kadın temsilinin büyük kısmını HDP sağlıyor, AKP oransal olarak çok daha gerisinde HDP’nin, sekülerizme, kadın eşitliğine önem verdiğini iddia eden CHP’nin durumu ise içler acısı kadın temsiliyeti konusunda.
Amaç birlikte yaşama umudunu yok etmek
Parti içindeki kadınlar olarak hangi ideolojik çerçeveye sahip olurlarsa olsunlar birlikte mücadele ettik ve ülkeye çok şey kattık. HDP’de fikirlerimi söyleyecek noktaya sahip oldum. İdeolojik ayrımlar gözetmeden kadınlar için çalışma yapmayı görev bildim. Bugün bana açılan dava bir sosyal medya paylaşımı değildir. Buna ne beni ne de kamuoyunu ikna edemezsiniz. Burada benim payıma düşen biz kadınların eşit yaşama çabasıdır. Yani siyasi bir partinin baskılanmaya çalışılmasıdır. Bu kumpas davasının gerçek amacı HDP’yi kapatarak, yöneticilerini tutuklayarak birlikte yaşama umudunu yok etmektir.
Demokrasi hepimiz için gerekli
Kapatma iddianamesini de bu kumpas davasından hemen sonra gündeme getirilmesi aynı siyasi amacın ürünü olduğunu gösteriyor. Yasal olmayan talimatla açılmıştır. Ben aynı şekilde kapatma davasında da yargılanıyorum, niye? Çünkü bu kumpas yüzünden.
HDP gibi çoğulcu bir partiyi zaruri buluyorum. HDP bu ülkede kimlik ve cinsiyet açısından yaşadığım sorunlara ve elbette yanı sıra daha birçok soruna dair somut çözüm önerileri sunuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yer alan çok temel toplumsal sorunlar arasında yer alan kadın, Kürt, Alevi ve emeğin sömürüsü konularında çözüm politikaları öneriyordu, üretiyor.
Demokrasi hepimiz için gerekli. Sizin de işinizi yapabilmeniz için ülkeye demokrasi lazım. Ayrıcalıklı olmayanlar için HDP var. Bu ülkede ayrıcalıklı birçok kesimi zannediyor ki rüzgarın boranı ona rastlamaz. Bugün HDP MYK’sı arkadaşlarımla burada yargılanıyorum. Suç yok, suç üretilme var. Bu gösteriyor ki hukuki değil siyasi bir davadır. Gözaltına alınarak bize karşı suç işlemektir. Bize uygulanan devlet şiddetidir.
Bu kadim toprakları bir gülistana çevirebiliriz
Siyasi iktidar bir dönemin intikamını almaya çalışıyor. Oysa bu çağrılar şiddet içermeyen çağrılardır ve AİHM’in de bu yönlü kararları var. İddianamede o dönem HDP MYK’sı olmam nedeniyle suçlanıyorum. Bu suçlama da o kadar özensiz hazırlanmış ki. O dönemde kitabım için yurt dışındaydım. Ülkede yoktum. Bunu gösteren kayıtlar sizde de var. Hakkımda delil diye gösterilen 9 adet sosyal medya paylaşımlarının büyük bir kısmı ise benim değil başkalarının yaptığı paylaşımlar ve haberlerdir. Katıldığım paneller suç sayılmış. Alevi kadınlarla ilgili çıkardığım ‘Yol Kadındır’ kitabımın kapak resmi delil olarak gösterilmiş. Üstelik delil olarak konulan şeylerin önemli kısmı 2014 yılında retweet yaptığım şeyler.
Emeğin sömürüsünün olmadığı, kimsenin kimseyi ezmediği, sömürmediği, kimliğinden dolayı kadınların ötekileşmediği bir ülke istiyorum. Bütün çabam bu. Bunları yazma nedenim bu kadim toprakları tüm bu engellemelere rağmen bir gün gülistana çevirme umudumun oluşudur.
Dava tedavimi ve üretim faaliyetimi etkiliyor
Bir sabah vakti evim basıldı ve telefon ve bilgisayarıma keyfi bir şekilde el konuldu. 8 gün boyunca gözaltında tutuldum. Telefonumu da tarafıma vermenizi istiyorum. Haftada 2 gün 5 defa imza atıyorum. Bu haliyle hapiste gibiyim. Adli kontrolle verdiğiniz bu ceza hayatımın olağan akışını etkilemekte, tedavimi ve yazarlık çalışmamı etkilemektedir.
‘Kimi yargıladığınızı bilin diye buraya geldim’
Siyaset güç demek. Biz de kadınların hayatını değiştirmek için gücü kendimize araç kılıyoruz. Çok çeşitli ülkeler gezdim, Türkiye’de çok çeşitli şehirlere, ilçelere, köylere gittim. Kadınlarla görüştüm ve bunu HDP içinde yaptım. Kadınların eşitliği için, ulus ayrımı gözetmeden, eşit temsiliyet için mücadele ettik. Şimdi bu fikirler diğer partilerde de hayat bulmaya başladı. Sadece pratikle de kalmadı. Gündüz mahalle, mahalle gezerken, panelden panele koşarken akşam eve giderken kitaplar, makaleler yazdım. Kadın hakları ve feminist mücadelede ben de yol açtım. Bu pandemide, kanserle cebelleşen ben, kimi yargıladığınızı bilin diye buraya geldim.
Kadınlara sevgilerimi sunuyorum. Güzel günler yakındır. Işığın ucu görünüyor.”
Gülfer Akkaya’nın savunmasının ardından duruşmaya ertesi gün devam etmek üzere ara verildi.
(Gaste Avrupa)