Türkiye, bir kez daha bir genç kadının ölümünü anlamaya çalışıyor.
Rojin Kabaiş’in cansız bedeni Van Gölü kıyısında bulunduğunda, herkesin aklında aynı soru vardı: Ne oldu Rojin’e? Aradan aylar geçti. Fakat o soru, yanıtını bulmak yerine her geçen gün daha çok gölgede kaldı.
Bir dosya, iki DNA, sıfır şeffaflık
Adli Tıp Kurumu’nun raporuna göre Rojin’in vücudunda iki farklı erkeğe ait DNA örneği bulundu: biri göğüs bölgesinde, diğeri vajinal bölgede. Bu bulgu, dosyanın yönünü değiştirebilecek kadar kritik. Çünkü bir kadının bedeni üzerindeki iki erkek DNA’sı, basit bir “şüpheli ölüm” dosyasının çok ötesinde bir tabloyu işaret eder.
Ancak ne gariptir ki, bu bulgular aylarca aileyle paylaşılmadı, kamuoyuna ise parça parça ve gecikmeli şekilde yansıdı.
Savcılık gizlilik kararının ardına sığındı; yetkililer “soruşturma devam ediyor” demekle yetindi.
Peki bu süreçte kim sustu? Devletin adalet kurumu mu? Adli merciler mi? Yoksa, böylesi vakalarda “alıştığımız sessizlik” mi?
Babadan daha kararlı bir sistem olmalıydı
Rojin’in babası, Nizamettin Kabaiş, her gün adliyelerin kapısında, ellerinde evraklarla “kızımın dosyasını açın” diyor.
Bir baba, kendi çocuğunun ölüm nedenini devletten öğrenemiyorsa, ortada sadece bir trajedi değil, kurumsal bir çöküş vardır.
Bir ülkede bir baba, “Kızımın dosyasındaki DNA kime ait?” diye sormak zorunda kalmamalı. Bu soru, soruşturmanın değil sistemin ayıbıdır.
Bilgi gizliliği mi, bilgi saklama mı?
Elbette, soruşturmalarda gizlilik esastır. Ama gizlilik, adaleti geciktirmek ya da bilgiyi karartmak için kullanılamaz.
Bu dosyada DNA bulgularının açıklanmaması, raporun aileye geç verilmesi, hatta bazı delillerin “bulaşma olabilir” denilerek önemsizleştirilmesi, kamu vicdanında derin bir kuşku yaratıyor.
Bu kuşku, yalnız Rojin’in ailesinin değil, hepimizin yüreğinde. Çünkü hepimiz biliyoruz: Bir dosya kapandığında, gerçek kapanmıyor. Gerçek, bir sonraki kadının bedeninde yeniden açılıyor.
Bilim susmaz, ama suskun bırakılabilir
Adli Tıp, sadece delil bulmaz; delilin dilini konuşturur. İki farklı erkek DNA’sının varlığı, bilimsel olarak ciddi bir olasılığı işaret eder. Ya Rojin bir saldırıya uğradı, ya da ölümünden önce birden fazla kişiyle zorla temas ettirildi.
Bu tür vakalarda yapılması gereken açıktır: DNA örnekleriyle eşleşme yapılır, kriminal veri tabanı taranır, tanık ifadeleriyle çapraz analiz yapılır.
Fakat burada sanki biri “fazla derin kazmayın” demiş gibi bir duraksama var.
Oysa adalet, kazıldıkça derinleşir. Üzeri örtülünce çürür.
Kadın cinayetlerinde ezber bozulmalı
Her kadın ölümü “şüpheli” olarak başlıyor, “takipsizlik”le bitiyor. Oysa biz her seferinde aynı hikâyeyi dinliyoruz: Deliller geç toplanıyor, aileler dışlanıyor, raporlar saklanıyor.
Bu vakalarda toplumun sorusu artık sadece “fail kim” değil; “Sistemdeki eksik kim?” Bu dosyada, sadece Rojin değil, adaletin kendisi de kayıp. Ve onu bulmak, savcıların değil, hepimizin görevi.
Adaletin rengi şeffaflıktır
Rojin Kabaiş’in dosyasındaki iki DNA, bize adalet sisteminin laboratuvarını gösteriyor:
Bir yanda bilimin ışığı, diğer yanda bürokrasinin karanlığı.
Bu ülkede bir kadın öldüğünde, sadece bir hayat sona ermiyor, adaletin de bir parçası gömülüyor. O yüzden bu dava sadece Rojin’in değil; bu ülkenin vicdanının davasıdır.
Adalet, bazen bir babanın elindeki dosyadan yükselir. Ve belki de bu kez, o dosya kapanmadan, gerçek ortaya çıkar.