Ticino kantonunda yaşadığı bir deneyimi paylaşan Türkiyeli mülteci İdil, sağlık hakkının mültecilere “lütuf” gibi sunulmasının sistematik bir ötekileştirme olduğunu vurguladı: “Sağlık hakkı kimsenin lütfu değil, insan olmanın hakkıdır.”
“Mülteciysen hiç yerine konuluyorsun”
A. İdil, İsviçre’de mülteci statüsünde yaşayanların gündelik hayatta karşılaştığı ayrımcılığa dikkat çekiyor:
“İsviçre’de kâğıtsızsanız, sığınmacı statüsünde yaşıyorsanız, hatta oturum hakkınız olsa bile — kısacası mülteciyseniz — ‘hiç’ yerine konulursunuz.”
Barınma, beslenme ve sağlık gibi temel hakların bile mültecilere “bir iyilik” ya da “bir hoşgörü” gibi sunulmasının bir tür sistematik değersizleştirme olduğunu belirtiyor:
“Sanki yaşamak bir ayrıcalıkmış gibi, bizden şükretmemiz bekleniyor.”
Bir doktorun ayrımcı cevabı
İdil, annesi için ortopedi bölümünde randevu talep ettiği bir aile hekiminden aldığı e-postayı aktarıyor:
“Muayenehaneler self-service değildir. Muayeneler, terapiler, ilaçlar çok pahalıdır ve İsviçre vatandaşlarının vergileriyle karşılanır.”
İdil’e göre bu yanıt yalnızca bireysel bir önyargı değil, Avrupa’daki mültecilere yönelik yapısal ayrımcılığın bir yansıması:
“O cümlede sadece küçümseme değil, ‘sen burada misafirsin, yerini bil’ diyen bir bakış vardı.”
“Sağlık haktır, kimsenin lütfu değil”
İdil, sağlık hakkının mülteciler için bir ayrıcalık değil, yaşam hakkının bir parçası olduğunu vurguluyor:
“Sanki nefes aldığımız hava bile onların vergisinden düşüyormuş gibi davranılıyor. Bu bir ötekileştirmedir, ayrımcılığın dilidir.”
Bu tutumların mültecilerin ruhsal sağlığını da olumsuz etkilediğini belirtiyor:
“Ayrımcılık sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da yaralıyor.”
“Sessiz kalmayacağız, birlikte mücadele ediyoruz”
Ayçe İdil, yazısında dayanışmanın önemine dikkat çekiyor:
“Ben sessiz kalmayacağım. Ama yalnız da değilim.Bu tür haksızlıklar hepimize dokunuyor. Biz buradayız, varız, yaşıyoruz ve birlikte mücadele ediyoruz.”