Meral Danış Beştaş’ın Medyascope’ta Ruşen Çakır’ın güncel “süreç” konusundaki sorularına verdiği yanıtlar belirleyici önemde bazı açıklamalar içeriyor. Kulak verilmesini öneriyorum. Bu fırsatla, Beştaş’ın da birkaç kez kullandığı “pozitif barış” kavramının üzerinde durmak istiyorum.
“Negatif” ve “pozitif”, farklı alanlarda işlevi farklılaşan terimlerden. Örneğin, tıptaki kullanımları ile barış alanındaki kullanımları arasında esaslı bir fark var. Dolayısıyla, çatışma çözümü ve barış alanlarındaki güncel karşılıklarının konuşulması herhalde fazla kaçmayacaktır.
“Pozitif” sözcüğünün ilk (genel) Türkçe karşılığı “olumlu”dur. Bu sözcüğü gördüğümüz ya da işittiğimiz yerde iyi bir şeyden söz edildiğini düşünürüz. Oysa her zaman öyle değildir. Örneğin tıpta tahlil sonuçları, kanda ya da idrarda bulunmaması gereken bir madde için “negatif” diyorsa olumlu sayılırken, “pozitif” dediğinde hiç de olumlu sayılmaz!
Peki ya barış alanında?
Barış alanında her iki terim de “iyi”ye işaret ediyor. Şöyle ki, barış söz konusu olduğunda, neyin olumsuzlanıp reddedileceği ve neyin olumlu bulunup kabul edileceği bu iki terimle ifade edilmektedir. “Negatif barış”, silahın ve şiddetin reddedileceği, varsa kullanımına son verileceği anlamına geliyor. “Pozitif barış” ise, kalıcı, yani süreğen barış koşulları için gerekli olan her şeyin yapılması, tüm toplumsal boyutları kapsayan kurucu adımların atılması demek oluyor. Başka bir deyişle, negatif ile pozitif burada birbirini tamamlıyor.
Daha derli toplu bir tanım için, akademisyen Osman İşçi tarafından hazırlanan Barışın Elkitabı‘na bakabiliriz. Barış Vakfı’nın internet sitesinden indirilebilen bu yayındaki tanımlar şöyle:
“Negatif barış, fiziksel şiddetin olmaması anlamına gelir. Pozitif barış ise fiziksel, ekonomik, siyasal, kültürel ya da yapısal her tür şiddetin yokluğu ve şiddetsizliğe adaletin eşlik etmesi anlamına gelir.”
Tanım kısa, ama içeriğin gönderileri çok geniş, açılmaya elverişli. Şu an bizim buralarda her iki aşamaya da ihtiyaç var, hem bizde hem de Suriye’de. Gazze, Ukrayna ve Kongo için ise herhalde “Allah benzetmesin” demek gerekiyor…
“Pozitif barış”ımız deyince uzun erimde sayısız altbaşlığın konuşulmasını gerektiren bir büyük problemden söz açmış oluyoruz. Bizde de her yerdeki gibi farklı kesimlerin farklı beklentileri, itirazları ya da talepleri olduğunu biliyoruz. Konunun konuşulmasını bile istemeyen geniş kesimler de var. Bazı bazı, anaakım ekran yüzleri, ana dilinde eğitimin olmayacağını, Anayasa’nın filanca maddelerini değiştirmenin bölünmek anlamına geleceğini tekrarlamak gereğini duyuyorlar, hepsi o kadar.
İktidar kesimleri kendileri ve yakın çevreleri dışında her ağzını açanı teröre bağladıkları için, negatif barışın adını “terörsüz Türkiye” koydular, devlet terörünün imasından bile kaçınıyorlar, dolayısıyla pozitif barış konuşulamıyor.
Zaman zaman, “Kürtler ne istiyor” diye bir soru çalınagelmiştir kulaklarımıza. Çoğu durumda bunun gerçek bir soru olmadığını biliriz. Gerçek bir soru olsa, özgürce yanıtlanabilmesi gerekirdi. Kaldı ki bütün Kürtlerin istemlerinin aynı olmadığını da tahmin etmek zor değil. Böyle olduğunu genel seçimlerden de anlıyoruz. Ancak, genel seçimlerin her şeyin konuşulabildiği anlamına gelmediğini de biliyoruz.
Özgürlüksüz koşullarda zihinlere aşılanmış olan genel kanı, pozitif barışı, yani çözüm için ne gibi adımlar atılması gerektiği meselesini “büyüklerimiz”in bileceği ve kendi aralarında pazarlık konusu edecekleri şeklinde. Bütün kesimlerdeki “duygu” böyle. Zaten geleneksel olarak “sivil toplumcu” değilizdir, yani en güçlü geleneğimiz, her şeyi “büyüklerimiz bilir”dir. Sorunlarımızı da, çözüm yollarını da, çözümleri de onlar bilir, bize laf düşmez. Oy hakkı tanınmışsa ona da şükür deyip oturmalıyızdır yerimize. Veririz oyumuzu, onlar gereğini yapar.
Şimdi bugünlerde de ellerimizi kavuşturmuş İmralı’da herhalde her şeyin konuşulmuş ve kararlaştırılmış olacağını düşünerek oradan gelecek açıklamaları bekliyoruz. Kimseden “negatif barış” sözü işitilmiyor ama, beklentiler o yönde.
Kendi zihnime bakıyorum, son iki üç onyılda sivil toplum içinde, artık tarih gibi olmuş öyle pozitif barış çabaları gösterenler oldu ki, bunları anmamak kadirbilmezliğin büyüğü olur. Kürt sorununun bence kalbini oluşturan dil meselesinden söz ediyorum. Öğretmenlerin meslek gereği çok sık karşılaştıkları ana dili sorunlarını ele aldıkları yayınlar, sempozyumlar, barışçıl eylemler… ve bunlardan ötürü özellikle Eğitim-Sen çerçevesinde karşılaştıkları tehditler… Bu konu buraya sığmayacak kadar uzun. Ancak, arayan bulur.
Hekimlerin yaptıkları ana dili konulu çalışmaları da ekleyerek bitireyim bu yazıyı. Pozitif barış dediğimiz alanın büsbütün boş olmadığı, tek tük de olsa adımların atılmış olduğu, ama bütün bunların yürümeye, hele koşmaya yetmediği, başta kültür, eğitim ve sağlık olmak üzere tüm alanlarda yepyeni çabalara ve özgürlüklere ihtiyaç duyulduğu bilinciyle.