Aslında bugün bir kez daha çözüm meselesinden bahsedecektim. Birincisi kısa zamanda kurulması beklenen İzleme Heyeti’nde adı geçen isimlerin her biri bu heyet için son derece uygun adaylar dahi olsa, heyette yüzde 50 kadın temsiliyeti sağlanmadıkça -adı her neyse çözüm, müzakere, barış- sürecin bir erkek süreci kalacağını belirtecektim.
Bir de; her ne kadar birçok kez bu sürecin dünyadaki diğer örneklerle arasındaki benzerliklere dikkat çektiysek ve hemen her yerde sürecin her zaman aslen mücadele demek olduğunu söylediysek de, Türkiye’de bu sürecin aldığı yeni seyirden bahsedecektim. Doğrusu dünyada “var mı yok mu” su bu kadar daha fazla tartışılan bir süreç olduğunu zannetmiyorum. Bu AKP’nin başarısızlığı mı, başarısı mı tartışılır, ancak siyasi kültür açısından incelenmesi gereken bir olgu olduğu da gerçek.
Şimdilik bu iki konuyu da bir yana bırakarak Ferguson hakkında yazacağım. Geçen sene Amerika’daki Afrikalı-Amerikalı halk, birçok şehirde Ferguson’da polis tarafından kasten öldürülen Michael Brown adındaki delikanlı için büyük bir kalkışmaya girişmişti. Ne yazık ki bu hafta söz konusu polisin beraat ettiğini öğrendik. Jüri, polisin Brown’u silahlı zannettiğine dair ifadesini kabul etmiş belli ki. Yani kasti öldürme, hiç bir süpheye izin vermeyecek şekilde kanıtlanamamış. Böylece tam tersine adeta silahın/şiddetin/kanun-dışılığın siyah bedenlere yapışık olduğu algısı yasallaşmış oldu. Ölü bir siyah beden, katilinin masumluğuna itiraz olmaktan çıkartılarak, itiraf haline getirildi.
Feminist felsefeci Shoshana Felman dünyada gerçekleşen önemli mahkemelerin izini sürdüğü bir kitabında, mahkemelerde gerçekleşen dramaların, kültür ve siyaset değiştirici özelliğindan bahseder. Mahkemeler kimi zaman kendilerini aşan sembolik anlamlar kuşanır: Halkların kolektif ezilmişliklerinin travmasının tedavi edildiği alanlara dönüşür. Saklanmış hakikatleri açığa çıkarır. Tarihten bir vaka için değil, tüm halklar için adaleti sağlayacak bir son-yargı bekler.
Felman’a göre Eichmann mahkemesi böyle bir mahkemedir. Yahudilerin travmalarını nihayet konuşabildikleri, tanıklığın hakikat haline gelebildiği ve Eichmann hakkında verilen kararın; tarihin Yahudilere borcunu yargı aracılığıyla açık ettiği bir mahkemedir. O mahkemeden itibaren mağduriyet tanıklığı tarihe ezilenlerin tarih sahnesine çıkmasının biricik yolu olacaktır.
Felman O.J. Simpson mahkemesini de benzer bir biçimde inceler. Bu mahkemede eşini döverek öldürdüğü neredeyse her açıdan kanıtlanmış Simpson, ünlü ve siyah bir futbolcudur. Mahkemede kadınlığın travması ve siyahlığın travması yarışır. Polis Simpson’ın dosyasını hazırlarken hak ihlalleri yapmıştır ve çoğu Afrikalı Amerikalılar’dan oluşan jüri, bu ihlali ırkçılık olarak algılayarak Simpson’ı beraat ettirir. Bu da tarihi bir mahkemedir çünkü ırktan kaynaklı ezilmişilikle, kadınlıktan kaynaklı ezilmişliği karşı karşıya getirdiği ölçüde, kadınlığı beyazlık ve burjuvalıkla eşleştirir. Adeta kadın olmak, kadınlar için hak talep etmek, siyahların yerine geçmekmiş, siyahlığı ezmekmiş halini alır. Yargı, siyahlığın tarihsel travmasını tanıdığı ve bu travmaya hak veren bir karar ürettiği sırada, bunun bedelini kadınlara ödetmiştir.
Ferguson mahkemesi de tarihi bir dönüm noktasıdır kanımca. Çünkü mahkemede verilen yargı, tarihin merkezine, neoliberal polis devletin beyaz vatandaşlarının, marjinalleştirilen tüm kesimlere karşı duyduğu travmatik korkuyu koymuştur. Yargı siyah olanın etine, tenine, gençliğine, erkekliğine, ta baştan suçlu şüphesi duyulmasını bir hakikat olarak kabul etmiş, böylelikle Amerika’nın tüm şehirlerinde patlamış kalkışmayı yok saymış, silmiş, imkansızlığa mahkum etmiştir.
Bu tarihte bir dönüm noktasıdır. Çünkü neoliberal kamusal alanda görünür, dinlenebilir olmanın şartı olan mağduriyet ve masumiyet, ezilmişlerin elinden alınarak, ezilenlere teslim edilmiştir. Siyahtan korkan beyazlığın dahi bir mağduriyet, masumiyet teşkil ettiği inancı yasallaşmıştır. Mağduriyet önce demokratikleşmiş, sonra ezilenler tarafından el konulup tekelleştirilmiştir.
Ne kadar ferahlatıcı, ne kadar şahane bir an!!! Mağduriyet ve masumiyet siyasetinin sınırının nihayet kendini böyle açıkça tarihe yazdığı ne kadar da özgürleştirici bir an!!!
(Özgür Gündem – 28 Kasım 2014 – Nazan Üstündağ)