Son zamanlarda bunu sıklıkla soruyorum kendime. Babam Kırkağaçlı. Yıllardır bana nerelisin dendiğinde İstanbul’da doğdum, babam Kırkağaçlı diyorum.
Hayatımda kendimi en çok İstanbullu hissettiğim an İzmit depreminde üstelik İzmit’te yatağımdan fırlayıp, depremin merkezini İstanbul sandığım bir kaç dakikadır. Depremde çalıştığım dönemde kendimi İzmitli sanmadım hiç. İzmit’i sevmeyi öğrendim ama içimdeki şefkat ve isyan oralı değildi. Bilmem neden.
Kırkağaçlı oluşuma en yakın durduğum an güzelim kuzenimin güzelim düğününde abisi ve kardeşi ile bir arabada babalarımızıı ortak dedikodularını yaptığımız andı.
Sonra Soma olunca Kırkağaçlı oldum, Egeli. Memleketime döndüğüm otobüste herkesin kimliklerine bakılıp “oralı” olamayanlar ayıklanır, Geziciler ve diğer “kışkırtmacılar” kentten uzak tutulurken, gururla çıkardım nüfus kağıdımı.
Soma’nın köylerinden sonra son durağım kavunların toplandığı buzhanede ceset toplayan Kırkağaç’tı. Vatanım. Kürdistan’da yıllardır toparladığım hikayelerin ve acıların, hikayeler ve acılarla başa çıkma biçimlerinin tortulaşmış metanetiyle, şimdi bir başka kavuştuğum babamın memleketi.
Eğer doğup büyümekse, ya da kan bağıysa vatan. Bugün Kobani benim vatanım.
Kobani, uğruna Boğaziçili en sevgili kardeşimizin kanını akıttığı yer. Paramaz’ın.
Kobani, savaşın anlamsızlığıyla tanışıp bir kez daha doğup büyüdüğüm yer.
Hayatımızın bir başka kötü günü işte. Hayatın bir kuruşluğuna tanık dizilmiş cesetlere gönlümüzden dökülen kanların can verememesine tanık bir başka fena gün.
Kobani
Savaş korkunç bir şey. Öyle ne zaferle, ne kazanmakla anlatılabilecek bir şey değil.
“Kimde çok şehit var,” “şimdi nasıl yaşayacağız”, “benim yepyeni buzdolabım tuzla buz,” “benim evim yıkık,” “benim üç çocuğum ölü”nün aynı anda konuşulduğu; öldüğünüz kadar öldürdüğünüzün de peşinizi, yakanızı bırakmadığı, aklın birkaç anla ayakta kaldığı, bir başka birkaç anla kaçtığı, anlatılamayanların, hayvanları eşyaları taşları konu ederek bilgeliğe dönüştüğü, suçlu, kuşkulu, tedirgin bir şey savaş. Çok beter bir şey. Zaferi kutlamaya kalktığınızda, birlikte kutlamak istediğiniz kimsenin hayatta kalmamış olduğunu fark ettiğiniz, yorgunluktan üzülemediğiniz, tedirginlikten yorulmak bilmediğiniz…
Kobani savaşçılarını cephede ziyaret ettiğimde bir avuç avuntu ile sarmalamak için onlara kentteki büyük yıkımın içinde yeşeren çocukları ve çiçekleri anlatmıştım.
Uğruna onlarca can verilen o çocuklar ve o çiçekler. Şimdi yan yana dizilmişler. O yan yana yaşayan çocuklar ve çiçekler: Çocuklar gömüldüler, çiçekler mezarlarına ekildiler.
Hepimizi uğruna savaşmaya çağırdıkları, birlikte inşa etmeye soyundukları, vatanım Kobani.
Ağlama sen ağlama, nolur karalar bağlama.
“Kuzey Suriye’de, Türkiye’nin güneyinde bedeli ne olursa olsun bir devlete izin vermeyeceğiz.”
Vermeyin. Yüzü güzel cenazelerini evlerinden alıp camiye, oradan mezara götürenler. Siz hiç bir şeye izin vermeyin.
Benim memleketimde biz cenaze değil organ gömüyoruz. Sudan şiş çıkan göçmenleri, erkeğe isyan elleri kesilip yakılmış Özgecan’ı, komada 19 kiloya düşmüş Berkin’i, duvara etleri karışmış İzmitli bebekleri, Soma’da buzhanede karbondiyoksitten patlayan madencileri, çürümüş rahimleri, kopan bacakları, çıkan gözleri, ayakkabıları delik yüzükoyun Hrant’ı, yıllar sonra toplu mezarda bulunan ama Adli Tıp’ta kaybolan Kürt kemikleri dövülmüş kadın eklemleri, şimdi Kobani’de yan yana yan yana yan yana…
Ah Kobani.
Hiç ama hiç yenik değiliz. Çok üzgünüz ama yenik değiliz. Organlardan kopan gelen bitmemişliğe andımız var.
Sonra ilkelerimiz var. Vatanlı ilkelerimiz.
Nasıl ilginç belki vatanımız böyle organlarımızın eksik kaldığı yerde başladığından, yani birileri gibi tam bir bedenin mülkiyet duygusuna alışıklık bilmediğimizden, vatanımız iddiamız hem her yer, hem küçücük bir an… Bir saniye tamlık duygusu. Bir saniye dostluk. Kırkağaç, İstanbul, Kobani. İzin vermeyiz derken neden bahsettiğinizi bilsem belki de tüm sosyolojik bilgimle laf yetiştiricem. Sakın.
IŞİD demek Türkiye’den geçmedi. Umarım geçmemiştir. Kim sahip çıkar ki o zaman? Türkiye vatan olabilir mi o zaman? Yoksa bir dev, anası o eve geldiğinde insanları bir tokatla süpürgeye döndürerek hışmından kaçıran, dişlerini temizlerken insan kokusunun huşusuna kapılan, bir organ yiyici, bir ölü sevici, bir çocuk kemiği şöleni. Vatan olabilir mi?
Benim canım Kobanili çocuklarım.
Hiç böyle bir acı bilmedim.