HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, yedi yıldır aynı teklifi vermesine rağmen Meral Akşener’in attığı tweet ile işaret fişeğini attığını söyledi.
Meclis’e sunduğu ‘Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin kanun teklifi’ nedeniyle kendini hem iktidar hem muhalefet cephesinin hedefinde bulan HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, yedi yıldır aynı teklifi vermesine rağmen bu yılki ‘hezeyan hali’ni ‘Meral Akşener’in topa girmesi‘ne bağladı: “Yazdığı tweet ile işaret fişeğini attı. Bu işi onun başlatması beni çok şaşırttı… Tabii ki her teklif gibi bu teklif de eleştirilebilir ama Meral Akşener beni kurtlar sofrasına attı.”
Diken’den Şule Türker’e konuşan Garo Paylan şöyle devam etti: “Tehdit dediğiniz şey bir iklimden doğar… Hrant Dink’i bir ifadesinden dolayı hedefe koydular. Vatan haini dediler, bir iklim oluştu ona karşı, bunun sonucunda da katledildi. ‘Garo Paylan hain’ manşetini attığınızda, bunu dillendirdiğinizde, azınlık olan bir kişinin hedef olmamasını beklemek mümkün değil. Ben ne yaşadığımın da ne yaşayabileceğimin de farkındayım. Onlar da bence ne yaşattıklarının ve ne yaşatabileceklerinin farkında, farkında olarak bunu yapıyorlar… Şunun da farkındayım, ülkenin cumhurbaşkanı, iktidar ortağı, bakanları ‘hain’ demişse, her an başıma her türlü provokasyon gelebilir. Bu işler hep böyle olmuş; birileri hedef göstermiş, sonucunda her türlü provokasyon söz konusu olabilmiş. Ben de maalesef böyle bir iklimin öznesi oldum.”
Yedi yıldır verdiğiniz önergeyle siz ne diyorsunuz?
Gelin bu suçun adını koyalım diyorum. ‘1915 olayları’ diyorlar. Bu ne demek? 1915’te Türkiye o dönemin cuntası tarafından savaşa sokuldu, başka bin tane olay oldu ama 1915’te olan olayların hepsini bir çuvala koyup bütün acıları eşleştirmeye kalkarsanız, bu sorunlu olur. Hiçbir acı birbiriyle eşleştirilemez. ‘Ermeni de acı çekti, Müslüman da acı çekti, gel ödeşelim’ denilemez. Çünkü öyle adalet sağlanmaz, o zaman kısasa kısas olur.
Bu yüzden önerge veriyorum. Erdoğan diyor ki, “Ermeniler acı çekti, bunu unutalım”, ben de diyorum ki öyle değil. Ailenizden birinin başına bir iş gelse faillerini ararsınız ve ceza almasını istersiniz, adalet böyle sağlanır ve yas tutarsınız. Biz diyoruz ki topyekün bir halk sürüldü, büyük acılar yaşandı, gelin bu acıya bakalım. Ne için oldu, öyle oldu, böyle oldu meselesini ayrıca tartışalım.
Babaannemin ailesinin evini bir gün zaptiyeler basıyor, erkekleri alıp götürüyorlar, şehrin hemen dışında katledildikleri haberi geliyor. Babaannemin annesine de -Malatya’da kalan bütün Ermeni kadın ve çocuklara olduğu gibi- “Gideceksiniz” diyorlar. Babaannemin annesi beş çocuğunu komşusuna vermeye çalışıyor, komşusu “Yalnızca ikisini alabilirim” diyor, yaşı yedi ve sekiz olan. Babaannemin annesi üç bebeği yanına alıp göç yoluna gidiyor, gidiş o gidiş. Anadolu’da geride kalan Ermenilerin tamamının hikayesi üç aşağı beş yukarı böyledir. Bu suçun, günahın, büyük felaketin -adına ne dersek diyelim- adı nedir ve faili kimdir, bunu araştıralım diye önerge veriyorum.
İlk vekil olduğum zamanlarda daha kolaydı bu önergeleri vermek, çünkü kimse itiraz etmiyordu. Hatta açıkça söyleyeyim, iktidar cenahından şöyle deniyordu bana; “Türkiye’de ifade özgürlüğü yok diyene, ‘Garo Paylan Meclis’te soykırım diyor, önerge veriyor’ diyerek seni örnek veriyoruz.”
Bu yıl bir anda hezeyan oldu
2015’te vekil oldum. Her yıl bu konuyla ilgili ya bir araştırma önergesi ya bir kanun teklife verdim. Üstelik aynı ifadelerle. Kanun teklifi verirken tabii ki bir ad koymanız gerekiyor. Ben bunu ‘soykırım‘ olarak tanımlıyorum ama metinde bir bölüm var; diyorum ki bunun adını koyalım. Soykırım kelimesine takılıyorsanız, buraya takılmayın, mesele yaşananı idrak etmek. Fail kim, adalet nasıl sağlanır? Anadolulu Ermeniler, Fransız parlamentosunda, ABD Kongresi’nde adalet aramasın. Onlar bu toprakların insanları. Bu uluslararası bir mesele değil, ulusal bir mesele olmalı, Türkiye parlamentosunda konuşulmalı. Bunu diyorum, bunun için önerge veriyorum. Bu meseleyi ait olduğu yere Türkiye’ye, konuşulması gereken tek yere TBMM’ye taşıyalım diyorum.
Bu yıla kadar bununla ilgili bir tepki yoktu -bir iki faşist siyasetçiden geldi sadece- ama bu yıl bir anda bir hezeyan hali söz konusu oldu.
Neden sizce?
Bu yıl Meral Akşener topa girdi. Ben kanun teklifini -23 Nisan hassasiyeti olduğu için- 22 Nisan Cuma günü verdim. Öğlen basına geçildi, teklife ilişkin haberler çıktı. Cumartesi akşama kadar tek bir tepki gelmedi. Saat 19:00’da Meral Akşener bir tweet yazdı, bence işaret fişeğini atmış oldu.
Diğerleri de bu milliyetçilik yarışında geri kalmayalım diye. Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik, ardından bakanlar açıklamalar yaptı. Ben daha milliyetçiyim, sen daha milliyetçisin yarışı yapıldı. Oysa bundan yalnızca yedi yıl önce kim daha demokrat yarışı yapılırdı. Şimdi ise yalnızca önerimin başlığını esas alıp içeriğine hiç bakmayıp eleştirdiler.
Yeniden 1914 iklimindeyiz
Bu noktada şu soru da akla geliyor; ‘soykırım’ kelimesine hassasiyetin farkındasınız, buna rağmen neden teklifin adını böyle koydunuz?
Çerkezlerin 150 yıl önce Kafkaslar’dan sürülmesine ‘Çerkez soykırımı’ diyoruz. Boşnakların yaşadıklarına ‘Boşnak soykırımı’ diyoruz. Ruanda soykırımı, Yahudi soykırımı diyoruz. Pek çok olaya soykırım deniliyor. İnsanlık tarihi demiş ki bir sosyal kesimi sırf kimliğinden dolayı bir yerden bir yere sürüyorsanız, bunun adı soykırımdır. Ben muhakemesini yaptığımda, yaşadığımız şeyin adının soykırım olduğunu düşünüyorum. Bu benim düşüncem. Bir başkası diyebilir ki buna soykırım demeyelim, büyük felaket diyelim.
Her ulus devletin kuruluş sürecinde böyle acılar yaşanmış, hiçbir ulusun tarihi tertemiz değil, “Hiçbir suç işlemedik” diyemez hiçbir ulus. İspanya, İtalya, İngiltere yapmış, yüzleşme sayfaları var. Eğer 1915’ten sonra Meclis toplansaydı, bir acı yaşandı, tamam. Biz de deseydik ki bakıyoruz, araştırıyoruz ve buna da ‘büyük felaket’ diyoruz, kurbanlara taziye diliyoruz, failleri de bunlardır, bu olayla yüzleşiyoruz demiş olsaydık, emin olun insanlık tarihine Türkiye bu tip olayların adını ‘büyük felaket’ olarak geçirtirdi.
Uluslararası toplum, insan hakları mücadelesi, bu meselenin adını soykırım olarak koymuş. Yine söylüyorum, illa bu olsun demiyorum ama benim düşüncem bu.
Bazı vekiller diyor ki “Biz bunu yaptık, yine yaparız, hak ettiler.” Bu, yüzleşilmeyen suçların tekrarlayacağını gösteriyor. Ben bunu niye gündeme taşıyorum; yeniden benzen bir iklimde olduğumuzu düşünüyorum. Yeniden 1914 ikliminde olduğumuzu düşünüyorum.
Biz artık bir avucuz; 40-50 bin Ermeni kalmışız, yok hükmündeyiz, ben bunun 84 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için daha önemli olduğunu düşünüyorum. İki sebepten dolayı…
Bir, benzer acıların bir daha yaşanmaması ve yaşatılmaması için. Toplumlar geçmişten ders çıkarır, benzer acıları yaşatmaz, yaşamaz. Bu sadece Ermeniler için de geçerli değil. Bakın bugünlerde mülteciler için de nefret söylemleri var ve ben bunun nefret suçlarına dönüşebileceğini düşünüyorum. Bunun önüne geçmenin yolu, bu tip siyasetin, politikaların cezalandırılması, yargılanmasıdır.
İkinci gerekçem de bütün dünyada şu söyleniyor, ben buna çok ciddi anlamda karşı çıkıyorum, “Türkler soykırım yaptı.” Ben diyorum ki Türklere soykırımcı diyemezsiniz. Soykırımcılık zihniyetle ilgilidir, mesela tüm Almanlar soykırım yaptı diyebilir misiniz, diyemezsiniz, Naziler soykırım yaptı dersiniz ve Alman toplumu da o dönemi mahkum etmiştir. Biz de 1915’teki cunta bu ülkede büyük bir suça imza attı der, bu suçun adını koyarsak, onları mahkum edersek, Türkiye ve Türkler, Türk kimlikli olanlar soykırımcı yaftasından kurtulmuş olur. Bunu söylüyorum.
Akşener, ‘Kahrolsun istibdad‘ diyor ama…
Tepkilerden en çok hangisi sizi üzdü, şaşırttı?
Ben romantik bir siyasetçiyim, bu parantezin kapatıldığını kimse bana söylememişti. Daha geçen yıl aynı teklifi verdim, hiç böyle bir tepki olmadı… Bu yıl Meral Akşener’in bu işi başlatması beni çok şaşırttı. Ülke faşizan bir noktaya gidiyor. AKP-MHP birlikteliği, ‘Hiçbir şey konuşamazsınız, konuşanı tweet atanı hapse atarım, şimdi de Ermeni meselesini konuşanı sustururum’ diyor. Böyle bir gidişat var. Bunun panzeri nedir, demokrasi vaadidir, yani ifade özgürlüğüdür. Muhalefetin iddiası demokrasi ise Meral Akşener, “Kahrolsun istibdad” diyor ama bu noktada bir milletvekilinin kendini ifade etmesine ilk saldırıyı Meral Akşener yaptı. Tabii ki her teklif gibi bu teklif de eleştirilebilir ama bir kurtlar sofrasına attı beni. Yedi yıldır böyle bir tepki yokken, şimdi niye oldu diye baktığımda ben bunun Meral Akşener’in başlatması sebebiyle olduğunu düşünüyorum maalesef.
Linç olarak adlandırdığınız tepkiler, açıklamalar sonrasında size gelen tehditler oldu mu?
Tehdit dediğiniz şey bir iklimden doğar. Siz bir insana ‘hain’ diyorsanız -vatan haini diyorlar- bu koroya birçok siyasetçi katılıyorsa, şunu bilecekler: Hrant Dink’e karşı yapılan linç sonuçta bir ifadesinden dolayıydı, onu hedefe koydular, ‘vatan haini’ dediler, bir iklim oluştu ona karşı, bunun sonucunda Dink katledildi. Böyle bir iklim, başlı başına bir tehdittir. ‘Garo Paylan hain’ manşetini attığınızda, bunu dillendirdiğinizde bir azınlık olan bir kişinin hedef olmamasını beklemek mümkün değil. Ben ne yaşadığımın da ne yaşayabileceğimin de farkındayım. Onlar da bence ne yaşattıklarının ve ne yaşatabileceklerinin farkında, farkında olarak bunu yapıyorlar. Bunların hepsini hepimiz yaşadık. Herkes ne olduğunu biliyor, ne olabileceğini de biliyor. Ben bilinçli yaptıklarını düşünüyorum. Ama bazılarının da bilinçsiz olarak bu ırkçı, linççi koroya katıldığını düşünüyorum.
Peki aldığınız tehditler yaşam biçiminizi kısıtlatıyor mu?
Ben yedi yıldır hep halkımın arasında oldum, hiçbir zaman da çekinmedim. Elbette başka tehditler de söz konusuydu. Bırakın korumayı, normal yaşayan, toplu taşımaya binen, çarşı pazarda bulunan bir kişiydim. Ama artık şunun farkındayım; ülkenin cumhurbaşkanı, iktidar ortağı, bakanları sana ‘hain’ demişse, bundan sonra belli odakların harekete geçirilmesiyle her an başıma her türlü provokasyon gelebilir. Bu işler hep böyle olmuş; birileri hedef göstermiş, sonucunda her türlü provokasyon söz konusu olabilmiş. Ben de maalesef böyle bir iklimin öznesi oldum.