25 Mart 1988 tarihinde Metris Askeri Cezaevi 12 Eylül sonrasının en kitlesel kaçış eylemine tanıklık etti. TİKKO, Devrimci Yol, TDKP gibi davalardan yargılanan 29 tutuklu kazdıkları tünelle kaçtı. Giderken tamamen boşalttıkları koğuşa bir de pankart astı cezaevi firarileri. Pankartta “O duvar/o duvarınız vız gelir bize vız” yazıyordu.
Özellikle 12 Eylül Askeri Darbesi’nin ardından cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlüler özgürlüğe ulaşmanın yollarını aradılar her zaman. Bu bazen bir ziyaretçinin kimliğine bürünerek, bazen sağlık nedenleriyle sevkini çıkardığı hastaneden yaratıcı bir çözüm bulup firar etmek şeklinde oldu. Bu firar yöntemleri bir ya da birkaç mahkum ya da tutuklu ile sınırlı kaldığı ölçüde ses getirdiler.
Türkiye cezaevlerinden kitlesel firarların en bilinen ve sonuç alıcı yöntemi ise “tünel kazmak” biçiminde oldu. Kitlesel nitelikleri çok fazla ses getirmelerini olanaklı kıldığı gibi “dışarıda” sürmekte olan mücadeleye de çoğu zaman bir nebze de olsa motivasyon kazandırdılar.
12 Eylül öncesi de tüzel kazarak cezaevlerinden firarlar gerçekleşti. Bunların en bilineni Mahir Çayan ve arkadaşlarının Maltepe Askeri Cezaevi’nden topluca kaçışlarıdır.
Bazı başarısız girişimler
“Tünel kazarak” kaçma girişimlerinin başarılı olanları olduğu gibi akamete uğrayanları da oldu kuşkusuz.
1987 yılında Diyarbakır Cezaevi’nin çevresinin 6-7 metre derinlikte kazılıp beton dökülmesine rağmen kazılmaya başlanan tünel, 1988 Ekim ayına kadar devam etti. Diyarbakır Cezaevi’nde tünel bitme aşamasına geldiğinde 74 metrenin sonunda, 17 tutsak tünelden ilerledikleri sırada, tünelin çıkışının çökmesi sonucu tutsakların kaçış girişimleri de sonuçsuz kaldı.
Çankırı Cezaevi’nde, 28 Haziran 1996’da 40 metrelik tünel ortaya çıkmıştı. Bursa Özel Tip Cezaevi’nde ise, 13 Nisan 1996’da 5 tutsak tırnak makasıyla kazdıkları tünelden firar edemeden yakalanmışlardı.
Yıllarca birçok firara sahne olan Bayrampaşa Cezaevi’nde ise, 1995 yılında 20 metrelik tünelin askerlerce fark edilmesi sonucu tutsakların kaçış planı da sonuçsuz kaldı.
Tünelle cezaevinden kaçma girişimlerinden biri de Malatya E Tipi Cezaevi’nde gerçekleşti. Cezaevinde kalan 24 tutsağın bulundukları koğuşta tünel kazdıkları ortaya çıkmıştı. 2013 yılının Mart ayında tünel kazmaya başlayan tutsaklar, kazdıkları 6 metre uzunluğundaki tünelin yetkililerce fark edilmesi üzerine kaçış planı sonuçsuz kalmıştı.
Bazıları ışığı gördüler
Cezaevinde olan için “dışarısı” mecazen bir tür “ışığı görmek”le eş anlamlıdır. Tünel kazarak kaçma girişimlerinin bir kısmı bu anlamda başarıya da ulaştı, ışığı gördüler…
Türkiye’nin en iyi korunan cezaevleri arasında yer alan İstanbul’un Esenler semtinde bulunan Metris Askeri Cezaevi’nde 1980 Askeri Darbesi sonrasında birçok siyasi tutuklu kalıyordu. 1988 yılında çeşitli örgütlerin üyelerinden oluşan 29 kişi, tünel kazarak kaçtılar. En büyük toplu kaçış eylemi gerçekleşirken, tutukluların, 60 metrelik tünel kazdığı ortaya çıkmıştı.
18 siyasi tutsak 1993 yılında, kazdıkları 35 metre uzunluğundaki tünelden yararlanarak, Nevşehir E Tipi Kapalı Cezaevi’nden firar etmişti.
İskenderun Cezaevi’nde 7 Mart 1997 tarihinde 28 kişi, 54 metrelik tünel kazdıktan sonra kaçtı. 8 ay boyunca tünel kazılan cezaevinden kaçan tutsaklardan 16’sı daha sonra yakalanmıştı.
Yakın tarihe dair söz konusu örneklerle birlikte, Türkiye cezaevlerindeki tutsakların kaçış yollarını tünellerle araması 1997’den sonra ilk kez Bingöl M Tipi Kapalı Cezaevi’nde başarıya ulaştı. Cezaevi’nde bulunan 18 tutsak, kazdıkları tünelle cezaevinden kaçtı.
Metris firarı: En büyük toplu kaçış
25 Mart 1988 tarihinde Metris Askeri Cezaevi’nden 29 tutuklunun firarı kitlesel kaçışın en bilinen örneği. Döneminde gerek kitleselliği gerekse sürmekte olan mücadeleye kattığı motivasyon açısından bu türden bir eylem olarak da dikkatleri çekmişti.
Farklı siyasal örgütlerden 29 siyasal tutuklu 24 Mart 1988 günü başlayan firar eylemlerini 25 Mart 1988 günü tamamlayarak özgürlüklerine kavuştular.
Toplam 29 kişi, 37 günde kazdıkları 38 metrelik tünelden özgürlüğe koştular 25 Mart 1988 tarihinde. 12 Eylül öncesinde yayımlanan haftalık Halkın Kurtuluşu Gazetesi’nin Yazı İşleri Eski Müdürü Mustafa Yıldırımtürk yıllar sonra bu firarın öyküsünü anlattı.
1981’de yaralı olarak gözaltına alınan Yıldırımtürk, yargılandığı davadan 36 yıl hapse mahkum edilmişti. 1988’de Metris Askeri Cezaevi’nen firar eden Yıldırımtürk, bir süre Türkiye’de illegal yaşadıktan sonra Suriye üzerinden Federal Almanya’ya gitti.
18 Mart 2007 tarihinde Evrensel Gazetesi’nde yayımlanan röportajda firarın hikayesini anlattı Yıldırımtürk. Firarın hikayesini Yıldırımtürk’ten dinleyelim…
Metris’ten kaçış planını ne zaman ve nasıl yaptınız?
Kaçışımız tam 24 Mart 1988de, hiç unutmuyorum, perşembe günü akşam saat 20.00de başladı. Bu saatte bütün cezaevi yönetimi, yemekten sonra istirahata çekiliyordu. Biz de o zamanı uygun gördük. Kaçış planı aslında cumartesi gecesiydi. Ama erkene almak zorunda kaldık.
Tüneli kazma fikri ne zaman ortaya çıktı?
İnsan cezaevine düşünce, sürekli kaçışı planlıyor, hayal ediyor. Bütün mahkumların en çok düşündüğü konu bir an evvel dışarıya çıkmaktır. Bizim kafamız da sürekli kaçış planlarıyla meşguldü. Kaçış önerisi geldikten sonra oturup plan yapmaya başladık.
Tünelin başlayacağı kanalizasyon çıkışı, biz en alt katta olduğumuz için, en uygun yer bizim kaldığımız bloktu. Kimsenin pek uğramadığı bu bloğa Sibirya da deniliyordu.
Koğuşlardan havalandırmaya çıkıldığında kanalizasyon kapağı, kapının tam arkasına geliyordu. Kapı, kanalizasyona inen mazgalı kapattığı için çok uygundu. Biz de, havalandırma saatlerinde kimseye çaktırmadan mazgalı kaldırıp, tüneli kazacak arkadaşları aşağıya indiriyorduk. Bu arada diğer arkadaşlar da havalandırmada top oynayıp gürültü yapıyordu. Tünel kazma işi böyle başladı. Kanalizasyonun içinde 3-4 metre ilerledikten sonra kazı işlemi başlıyordu.
Tünel kazma işlemi kaç gün sürdü?
Tam 37 gün sürdü. Bu süre içinde 38 metre tünel kazdık. Tüneli ranzanın ayaklarındaki demirlerle kazıyorduk. Asıl malzeme demir çubuklardı. Tünelden çıkan toprak iki hafta kanalizasyonu suyuna bırakıldı. Ancak bir süre sonra bloktaki bütün tuvaletler tıkandı. Biz korkmaya başladık. Kimse tuvalete gidemiyordu. En kötü zaman buydu. Tünel kazma işini durdurduk. Yan bloklardaki tuvaletleri kullanmaya başladık. Bir süre sonra kanalizasyon kendiliğinden açıldı. Bu sefer toprağı cezaevini çatısına taşıma kararı aldık. Bize verilen askeriye yastıklarının içine toprağı koyarak koğuşlara çıkarıyorduk, orada da leğenler içinde kartopu haline getirerek, üçüncü kattan, tavandaki lambanın takıldığı deliği 5-10 cm genişleterek, tavana atıyorduk. Bu sırada da genellikle Belkıs Akkale’nin kasetlerini teybe koyuyorduk.
Çok titiz ve disiplinli bir çalışma gerektiriyordu. Ben bütün bu işleri koordine etmekle görevliydim. Çok dakik çalışıyorduk. Tünel kazma işini daha çok inşaat işinden anlayan arkadaşlar yapıyordu. Tünel kazma işinde zor günlerimiz de oldu. Ocak ayında kazıya başladık. Hava çok soğuktu. Bir seferinde iki arkadaşı zorla çıkardık. Gece vardiyasına kalmışlardı. Donma tehlikesi geçirdiler. Korkunç bir durumdu. Tünel kazma işi genellikle sabah başlıyor, öğleden sonra bitiyordu. Bir ara işlerin yavaş gittiği anlaşılınca gece vardiyasına da kalınmaya başlandı.
Bir ara yanlış yöne doğru kazı yapıldı, kaya çıktı. Kazı sonucunda hem koğuşların etrafında olan duvarı hem de nöbetçi duvarını aştık.
Kaçacak olanları nasıl belirlediniz?
İlk önce konumu gereğince kaçması gereken herkesin kaçabileceğine karar verdik. Bazı arkadaşları kaçmaya ikna edemedik. Onlar içeride kaldı. Ama bizim olduğumuz blokta isteyen herkes kaçtı. Yani 29 kişi. Kaçış günü de her koğuşta cezası az olanlar kaldı. Ve 25 Mart gecesi saat 20.00’de ikişer ikişer tünele inip kaçmaya başladık.
Tünelin içine, sigaraların içindeki parlak yaldızlı kağıtla elektrik çekmiştik. Kaçış anında şişman arkadaşlar bu kabloya sürtününce elektrik kesildi. Mumları yaktık. Bir süre sonra mumlar da bitti. Tünelin içi zifiri karanlıktı. Her tarafta bir uğultu. Sanki tünel üzerimize çökecek gibiydi…
Dışarıya çıktığımızda acayip bir duygu vardı içimde. Çimlerin üzerine yatıyorduk ve toprak kokusu vardı. Korkunç bir duyguydu. Yıllarca toprak ve çimene basmamıştım. O çim ve toprak kokusunu hayatım boyunca unutmadım. O an aklıma bir de içeride olan arkadaşım geldi ve keşke o da burada olsaydı dedim.
Tünel kazmada en büyük avantajımız, aramızda daha önce Metris’te askerlik yapan birisinin olmasıydı. Cezaevini biliyordu. Kaçışta onun büyük bir rolü oldu.
En büyük şansızlığımız ise tüneli açarken nizamiyenin tam karşısına çıktık. Dışarıya çıkınca duvarın dibinden arka tarafa sürünerek geçmek zorunda kaldık. Askerlerin, kulelerin olduğu yerden sürüne sürüne arka tarafa geçtik, o çocuğun sayesinde. Süründüğümüzde dikenler batıyordu. Tünelden çıkarken yanımızda naylon torbalar içinde temiz elbiselerimiz vardı.
Dışarı çıktığımda hepimiz yüzüstü, tek sıra halinde durduk. Sayım yaptık. Sonra yüz üstü tek sıra halinde ilerlemeye devam ettik. Askerlerle aramızda 6-8 metre vardı. Biz onları görüyor, onlar bizi görmüyordu. Sonra sürünerek bir çukura gittik, elbiselerimizi değiştirdik. Birbirimizin yüzünü ilk kez burada gördük. Yine tek sıra halinde sürünerek mahalleye gittik. Oradan bizi karşılamaya gelenlerle birlikte eve gittik. Tünele inişimizle taksiye binişimiz tam 4.5 saat sürdü.
Kaçtıktan sonra cezaevinde neler yaşandı?
Biz kaçtıktan sonra, diğer günün sabahı askerin birisi her sabah olduğu gibi gelip mazgalı indirip mahkemeye gideceklerin ismini sayıyor. İçeride bulunan tutuklu onlar kaçtı deyince asker inanmıyor, saçmalama diyor. Birkaç dakika sonra yine çağırıyor, yine gelen olmuyor. Asker sonra gidip çavuşa, çağırıyorum, gelmiyorlar diye şikayette bulunuyor. Çavuş da bir grup askeri yanına alıp koğuşa geliyor. O an gerçekten kaçtığımıza inanıyorlar. Birinci derece alarm veriliyor.
Bizim kaçış olayımız tam 24 saat sonra kamuoyuna duyuruldu. Yani bir gün gizli tutuldu.
Nereye gittiniz, nasıl saklandınız?
Bizi almaya gelen araba, şansızlık bu ya kaza geçirdi. Gidemez oldu. 6 kişi bir taksiye bindik, Topkapı’ya gittik. Taksici çok korktu. Biraz fazla para verdik. Oradan dolmuşa bindik ve bir eve gittik. Yıkandık, dinlendik. Saat 4-5 oldu yattık. Sabah benimle birlikte kaçan iki kişiyi götürdüler. Evde hiç kimse yoktu. Televizyonlardan haberleri izliyorum. Hiçbir ses yok.
Diğer gün sabah kalkıp televizyonu açtığımda, durmadan bizim haberi veriyorlardı. İki kişi gelip beni götüreceğini söyledi. Dolmuşa bindik. Kısa bir süre sonra polis kontrol noktasına yanaştık. Arabalar durdurulup aranıyordu. Beni götürenlerden birisi hayıflanarak şoföre kapıyı açmasını istedi. Şoför kapıyı açtı ve biz kontrol noktasına varmadan indik. Arkadan diğer arkadaş da geldi. Arka sokaklardan gitmeye başladık. Beni başka bir eve götürdüler. Çocukları olmayan evli bir çiftin yanına yerleştirdiler. Üç hafta orada kaldım. Gazeteler sürekli benim Yunanistan’a kaçtığıma dair haberler veriyordu. Ev sahibi de Hürriyet Gazetesi’ni getirip benim resmimi göstererek “adam hemen Yunanistan’a kaçmış” dedi. Resim cezaevine ilk girdiğim zaman çekildiği için pek benzemiyordu. Ben de içimden, “Yerimizi biliyorlar, bilerek Yunanistan’ı gösteriyorlar” diyordum.
Bu evde kalırken zor günlerim oldu. Bir gün evin olduğu sokağa baskın yapıldı. 8-10 polis arabası geldi. Ben kesin evi basacaklarını düşündüm. Neyse ki sonra karşı taraftaki esrarcı evi bastılar. Ev sahipleri beni düşünerek hayatlarını tehlikeye attılar. Onları hiç unutmayacağım. Bir süre sonra oradan ayrılarak, Suriye üzerinden Almanya’ya gelerek iltica başvurusunda bulundum.