Ekim VEYİSOĞLU yazdı: “Bırakalım onlar Marksizmin, Leninizmin öldüğünü, tarihin bittiğini söyleyip dursunlar; gençlik sosyalizm bayrağını kaldırdığında en kadir-i mutlak görünenlerin, kâğıttan kaplanların kaçıştığına şahit olacağız! Sosyalizmin zaferi için gençlik mücadeleye!”
SiyasiHaber
İşçi sınıfı ve ezilenlerin, çarlığın kalelerine kızıl bayrağı dikmesinin üzerinden 103 yıl geçti. Geçen yıllar içerisinde dünya halkları, Ekim Devrimi’nin açtığı yolda büyük mücadeleler yaratmasını bildi. Devrim, çarlık topraklarında gerçekleşse de etkisi bütün emperyalist metropolleri hızla sardı. Dünyanın bütün coğrafyaları, “egemen sınıfların, bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titrediğine” şahitlik ederken, geçen yüzyıl; zaferlerle, yenilgilerle, büyük krizlerle, sessizliklerle ve devrimci dalgalarla ilerleyen büyük bir miras yarattı.
Bolşevikler’in teorik, politik ve örgütsel derinlik, ustalık ve sarsılmaz iradeleriyle zafere taşıdığı bu muazzam devrim, 21’nci yüzyılda sosyalizmin zaferi ve başta gençler olmak üzere günümüz komünistleri için kutup yıldızı olmaya ve önemli dersler barındırmaya devam ediyor.
Rusya’da gelişen devrimci mücadelede gençler
Çarlık topraklarındaki devrimci mücadele, hiçbir zaman gençlerden bağımsız bir gelişim seyri izlemedi.
1870 yılında 19 yaşındaki genç bir öğrenci olan Nikolay Çaykovski önderliğindeki bir grup öğrenci, Rusya tarihinde ilk kez, daha sonra “Çaykovski Çemberi” olarak anılacak olan, Narodnik eğilimli bir işçi örgütü kurdular. Dar ve çekirdek bir gruptan ibaret olan örgüt, işçileri bilinçlendirme çalışmaları yürüttüler. Rusya tarihindeki ilk işçi mitingi denilebilecek eylem ise, üniversite öğrencilerinin yoğun katılımıyla Kazan Kilisesi önünde 6 Kasım 1876’da gerçekleşti.
1900’lerin başlarında, Rusya’da iktisadi kriz derinleşirken devrimci mücadele yükselmeye ve kitleselleşmeye başlamaktaydı. Öğrenci örgütleri kurulmaya başlıyor, öğrenciler sokaklara çıkıyor, kitlesel eylemler gerçekleştiriyordu. Sokaklarda çatışmalar gerçekleşirken, öğrenciler polis baskısına karşı mücadele ediyordu.
Şubat 1899’da, Petersburg polisinin öğrencilere yönelik şiddetine karşı 5 bin öğrencinin katılımıyla bir boykot gerçekleştirildi. Mart ayında ise Harkov’da yine öğrencilerin gerçekleştirdiği mitinge çarlık güçleri saldırdı. Saldırıya karşı kalabalık bir işçi kitlesinin de öğrencilere destek vermesiyle gün boyu polisle çatışmalar yaşandı. Öğrenciler ve işçiler hükümete karşı birlikte mücadele ettiler. İşçilerle öğrenciler giderek daha fazla yakınlaşırken, öğrencilerin tutuklanmasına karşı işçiler öğrencilerle dayanışma gösterdiler.
Öğrencilerin mücadelesi giderek yükselirken, ağır ağır gelişse de genç işçilerin önünde yer aldığı işçi mücadelesi de genel grevlerle birlikte ilerlemekteydi. Öğrenci mücadelesi daha çok özerklik talebiyle ilerliyordu ve akademik bir mücadele olarak öne çıkıyordu. Yine de bu durum Rusya’da bir mücadele rüzgarı esmesini beraberinde getiriyordu. Rüzgar genişledikçe, kentlerdeki işçiler de bir araya geliyordu. Rusya’nın birçok kentinde öğrenci eylemleri büyüdükçe genç işçiler de eylemlere dahil oluyordu.
1901’in kışında 30 bin öğrencinin katılımıyla ülke çapında öğrenci gençler geniş bir boykot örgütlediler. Şubat ve Mart aylarında ise yine kitlesel eylemler gerçekleşti. Mart ayındaki gösteriye, öğrencilerle birlikte on binlerce işçi destek verdi ve üzerlerine yürüyen askeri birlikleri püskürttüler. Moskova görkemli mücadelelere şahit olmakta, kentlerde barikatlar yükselmekteydi.
Bolşevikler de öğrenciler arasında yaygınlaşmaya başlamışlardı. Rus-Japon savaşının başlamasından önce Iskra sempatizanı öğrenci sayısı artıyor, Bolşeviklerin özellikle Petersburg’daki ajitatör ve propagandacılarının neredeyse tamamı gençlerden oluşuyordu.
1910’lu yıllarda devrimci dalganın Rusya’da yeniden yükselmeye başlamasıyla birlikte gençler de yine en önde yürüyenlerden olmuştu. 1910 Kasım’ında Tolstoy’un ölümü üzerine Rus polisinin cenazesine izin vermemesi ve saldırmasına karşılık öğrenciler gösteriler gerçekleştirdi. Siyasi baskılara ve cezaevlerindeki muamelelere karşı gösteriler yapıldı. 1911’de bütün Rusya’ya yayılan öğrenci boykotu Lenin ve Bolşevikler tarafından coşkuyla karşılandı.
Öğrenci hareketinin yükselişi, Bolşevikler arasında da tartışmalara yol açıyordu. Lenin ise işçi hareketinin kitlesel mücadelesinin henüz kendisini gösteremediği koşullarda bu hareketi şöyle ifade ediyordu: “Bu öğrenci hareketi, dar bir özerklik ölçüsüne az-çok alışmış yeni bir öğrenci ‘kuşağı’nın hareketinin başlangıcının ifadesidir; ve bu hareket, şu anda diğer kitlesel mücadele biçimlerinin ortada görünmediği, sükunetin hakim olduğu bir ortamda başlamaktadır.”
Bolşevikler, öğrencilerin mücadelelerine, birçok eleştiri ve tespiti de esirgemeden destek veriyor, bu hareketin yükselişinin işçi sınıfı için önemini biliyorlardı. Hareket, sessizliği ortadan kaldırırken aynı zamanda gelecek büyük mücadeleleri de erkenden gösteriyordu.
Gençler devrim saflarında
Marksizmin, ‘bir grup entelektüel Marksistin uğraşısı’ olmaktan çıkıp işçi sınıfı ve özellikle genç işçiler içinde kök salmaya başlamasından önce, Rusya’da genç devrimcilerin çoğu büyük ölçüde Narodnizmin etkisi altındaydı. Çarlık otokrasisine karşı mücadelede, gençler Narodnik eğilimlere daha yatkındılar. Kitle mücadelesini ve halk ayaklanmasını değil ‘bireysel devrimci terörü’ ve “silahlı propagandayı” esas alan Narodnikler’in, Lenin’in de ağır eleştirilerine rağmen ifade ettiği biçimiyle, “insanüstü cesaretleri ve manevi dayanıklılıkları” Rusya’da çarlığın baskılarına karşı mücadele etmek isteyen gençleri de önemli ölçülerde etkiliyordu.
Marksizm’in giderek kitleselleşmesi, Çarlık topraklarında daha fazla yaygınlaşması ve ezilen kitleler içinde karşılık bulmaya başlamasıyla birlikte Narodnizmin etkisi zayıflarken, bu, gençlerin de ilgisinin Marksizm’e yoğunlaşmasını beraberinde getirdi.
Bolşevikler de esasında bu yoğunlaşmayı arkasına alarak, genç güçlerin partisi olmaya doğru ısrarla ilerledi. Giderek daha fazla genç devrim saflarına katıldı ve Marksizm genç kitleler içerisinde de kuvvetli bağlar kurdu. 1905’in yükselen atmosferinden gericilik yıllarına, oradan da Ekim Devrimi’ne ilerleyen süreçte, başta Lenin olmak üzere Bolşevikler gençliğin partiye kazandırılması, partinin gençliğe gençlerin de partiye yönelmesi için çaba içine girdiler.
1905’te, parti kadrolarının içine düştüğü tutuculuğa ve partinin kitleler içinden yeni güçlerle güçlenmesine yönelik hantallığa karşı Lenin, Bogdanov ve Gusev’e yazdığı mektupta şöyle diyecekti:
“Yapmamız gereken tek şey, korkutmadan, genç insanları daha geniş ve daha cüretli bir şekilde partiye kazanmak. Savaş anı yaşıyoruz. Gençlik – öğrenciler ve daha önemlisi genç işçiler – tüm mücadeleyi tayin edecek. Eski uyuşukluk alışkanlıklarını, rütbeye saygıyı falan unutun. Gençlerden yüzlerce Vperyodcu çevreler oluşturun ve onları tam hızla çalışmaya teşvik edin. Genç insanları katarak komiteleri üç misli genişletin, yarım düzine ya da bir düzine alt komite kurun, her bir dürüst ve enerjik kişiyi komiteye alın.”
“İleri sınıfın gençliğinin” devrimi
1907’de, Bolşevik militanların yüzde 70’i, 30 yaş altındaki insanlardan oluşurken bu rakamın yüzde 40’a yakınını 20-24 yaş aralığındaki gençler oluşturuyordu. Partinin organları giderek gençleşiyor, gençlik sadece devrimin savaşçıları değil, önderleri haline geliyordu. Gençliğin giderek daha fazla sayıda Bolşevik saflara katılması, devrimci saflar içinde de heyecan yaratmakta, parti daha da dinamikleşmekte aynı zamanda kendisini her türlü tutucu ve gerici saplantıdan, Oblomovculuktan ve sözün eylemin önüne geçmesinden kurtarmak yolunda daha kararlı ilerlemekteydi.
Lenin, Bolşevikler arasında işçi gençlerin ağırlıkta olmasına yönelik dışarıdan gelen eleştirileri ise şöyle yanıtlıyordu: “Larin, partimizde işçi gençliğin ağırlıkta olmasından, çok az evli işçi olduğundan ve partiyi terk etmelerinden yakınıyor. Rus oportünistinin bu yakınması bana Engels’ten anekdotu hatırlattı (yanılmıyorsam “Konut Sorunu Üzerine” makalesindeydi). Bir Alman askeri okulun içi geçmiş burjuva profesörüne karşı yürüttüğü polemikte Engels şunları söyler: “Bizde, devrimin partisinde, gençliğin ağır basması doğal değil mi? Biz geleceğin partisiyiz ve gelecek gençliğindir. Yenilikçilerin partisiyiz, gençlik ise yenilikçilere her zaman severek taraftarlık eder. Biz eskiye, çürümüşlüğe karşı amansız bir savaşın partisiyiz; amansız savaşa ise her zaman ve herkesten önce gençlik hazır olacaktır.” Hayır, otuz yaşında “yorgun” ihtiyarlar olmayı, sosyal demokrasinin “aklı kemale ermiş” devrimcilerini ve döneklerini toplama işini Kadetlere bırakalım. Biz daima ileri sınıfın gençliğinin partisi olacağız.”
Bundan birkaç yıl sonra ise Lenin, yine Bolşeviklerin en önünde yer alanlardan olan Inessa Armand’a yazdığı mektupta, “Uğraşmaya değer yegâne insanlar gençlerdir” diye yazacaktı.
Çünkü proletaryayı devrime taşıyacak ve sınıf mücadelesinin işçi sınıfı ve ezilenler lehine tayin olmasını sağlayacak şey, tecrübe tapınmacılığı ya da geçmişe yönelik muhafazakârlık değil, mücadelenin coşkulu, enerjik olması olacaktı. Aynı zamanda yeni toplum, gençliğin sadece enerji ve gücünün değil, onun yeniyi arayan aklının ürünü olabilirdi. Grinin bütün tonlarına vakıf ve hayat ağacının yeşilliği içinde, sosyalizmin pusulasıyla geleceği kuran gençliğin…
Bu bağlamıyla Ekim Devrimi, gençlerin en ön saflarında mücadele ettiği bir devrimdi. Zaten diğer türlüsü mümkün olabilir miydi? Gençlerin, gelecek toplumun kurucularının yer almadığı bir devrim nasıl olabilirdi? Eski toplum, kararlı adımlarla geleceğin eşit ve özgür günlerine yürüyen gençler olmaksızın nasıl yıkılabilirdi?
Devrimin ardından eğitim
“Mutlu, parlak, aydınlık bir gelecekte yaşamak için kafanızla ve ellerinizle nasıl çalışacağınızı öğrenmelisiniz” sözleriyle gençlere sesleniyordu Krupskaya. Aynı zamanda bu sözler, devrimin ardından eğitimdeki dönüşümlerin de ne olacağını ifade ediyordu.
Devrim öncesi Rusya’da eğitim paralıydı ve çok az sayıda ayrıcalıklı insan eğitim alabiliyordu. Okuma yazma bilenlerin oranı sadece yüzde 20’ydi. Çarlık döneminde eğitimin temel amacı devlete nitelikli insan kazandırmaktı. Yoksulların sadece okuma yazma öğrenebilecekleri kadar hakları vardı ve ilköğretim özellikle dini eğitime yoğunlaşmıştı. Eğitim dışında kalan gençler için ise sadece uzun saatler boyunca, sağlıksız ve karanlık işyerlerinde, çok ucuza çalışmaktan ve sürekli savaşın sürdüğü dönemlerde asker olmaktan başka bir çare yoktu.
Devrimin ilk yıllarında, kapitalizmin gençleri sınıf bilincinden koparmaya, yabancılaştırmaya yönelik eğitim sisteminin köklü bir eleştirisini yapan Bolşevikler, eğitimi demokratikleştirme yolunda hızlı adımlar attılar. Eğitim sistemi özerk hale getirilirken, çeşitli kesimlerden temsilciler de bu sürece dahil edildi. Dini eğitim kaldırıldı, eğitim bilimsel ve seküler hale getirildi. Okul ve sınıf komiteleri kurularak öğrenciler okulları üzerinde söz sahibi hale geldi. Öğrencilerin, öğretmenlerin ve halkın katılımıyla toplantılar düzenlenmeye başlandı. Sınavlar kaldırılarak not ve karne sistemi terk edildi. Eğitim 7-17 yaş arasına eşit, zorunlu ve parasız hale getirildi ve karma eğitime geçildi. Anadilde eğitim hayata geçirildi ve eğitim bütün dillerde gençlere ulaştırılmaya başladı. Marx ve Engels’in de işaret ettiği, iş bölümünün ortaya çıkması sonucu kafa ve kol emeğinin ayrılmasıyla meydana gelen yabancılaşmanın aşılması gerekiyordu. Buna yönelik olarak temel bilimlerin öğrencilere aktarıldığı ve bu bilginin sahada, pratikte uygulanmasına dönük politeknik öğrenim modeli benimsendi.
Gençlik örgütü olarak kurulan ve sayısı yüz binlere ulaşan Komsomol’un, gençlerin eğitim süreçleriyle ilgili doğrudan söz ve karar hakkı tanındı.
Kapitalizmin saldırılarına karşı kutup yıldızımız Ekim Devrimi
Ekim Devrimi ve ardından kurulan SSCB, sayısız onlarca dersle birlikte, 74 yıllık büyük bir mirası bizlere bıraktı.
Paris Komünü, büyük mücadelelerle birlikte bir kent devrimi olarak kalmış ve 71 gün süren bu coşkulu ‘ilk kavgayı’ karşıdevrim kazanmıştı. Buna rağmen Komünarlar, amansız bir direnişle proletarya diktatörlüğünün ne olması gerektiğine dair sahici örnekleri arkasında bırakmıştı. Komünarların izinde ve Komün’ün dersleriyle ilerleyen Bolşeviklerin önderliğindeki ezilenler, ilk defa modern bir devlette siyasal iktidarı ele geçirdiler.
Günümüzde ise, Ekim Devrimi’ni yaratan koşulları, Bolşevikler’in devrime ilerleyen yolda yarattığı büyük birikimi yeniden hatırlamak ve sosyalizmi tarih sahnesinde günün koşullarına uygun biçimde parlatmak, özellikle gençliğin en önemli sorumluluklarından biridir.
Bugün içinden geçtiğimiz uzun dönemde yetişen genç kuşaklar, kapitalizmin neoliberal iktisadi politikalarının arka planında yer alan postmodern felsefenin etkisi altında yetiştirildi. Günümüzde genç kitleler içinde postmodernizmin şu veya bu ölçekte egemen anlayış olduğu su götürmez bir gerçektir. Özellikle son 30 yıldır kapitalizmin hegemonyası altında bütüne dair algısı tahrip olan; ideolojilerin, örgütün, mücadelenin, fedakârlığın, ‘insanlığın kurtuluşu için kavga etmenin’, sınıf savaşının, ‘büyük anlatının’ gereksiz, kötü ve boş şeyler olduğu, ‘dünyayı değiştirmek için’ ayrılan vaktin çöpe atılmış olduğu hikayesinin yarattığı bulanıklığın geldiği boyutu günlük pratiğimiz içinde de her an görmemiz mümkündür. Artık kapitalizmin dışında bir yol arayışı yersiz ilan edilmişti. Ne de olsa “sosyalizm çökmüş, Marx’ın büyük eseri duvarın kalıntılarının altında kalmıştı”.
Bu durum ise bir yandan gençliğin yaşanan bulanıklığın içinde bu ‘beladan ve beyhude çabadan’ kaçmak isterken her defasında kapitalizm duvarına toslayarak bocalamasına yol açıyor. Alternatifsizlik, kendini kapitalizmin karşısında konumlandırmaktan ve ona karşı yaratıcı eylemden ısrarla kaçınma anlayışı içerisinde, gençler açısından gelecek denen şey, kapitalizmin önümüze koyduğu hayatın ötesine geçmemeye ve bulanık bir karanlıktan başka bir anlama gelmemeye başlıyor.
Gençliğin içinde bulunduğu bu durum, ona, ‘bu sorunları yaratan tarihsel koşulları değiştirme eylemini’ değil, bu koşullarla uzlaşma ve mümkün olduğunca ‘kendini kurtarma’ eylemini vaaz ediyor. Bilinçlerdeki bu bireyci anlayışın içinde bulunduğu probleme yanıtı, sistemle bir bütün olarak mücadele değil; sistem içinde kendine ‘rahat edebileceği, korunaklı’ bir yer bulmak, sadece yaşam tarzını muhafaza etmek için çalışmak oluyor. Postmodern dünyanın emrettiği göreceli doğruluk; diğer insanlarla buluşma, dayanışma ve kapitalizme karşı birlikte mücadele etme imkânına da ket vurmuş oluyor. En nihayetinde bu durumun yaratacağı sonuç, gençlik arasında rekabetten başka bir şey değil.
Bulunduğu yeri diğer her şeyden üstün tutma gayesi, giderek örgüt düşmanlığına kapı aralıyor.
Sadece o anki yaşam tarzına karşı yönelik tehditlere tepki veren, bunun dışında evrensel hiçbir hakikatle ilgilenmeyen, ‘anı yaşayan’ bir genç profili kapitalistlerin ağızlarını sulandırıyor. Böylece karşılarında; örgütsüz, yalnız, insanlığın sorunlarına ve kendisini çevreleyen kuşatmaya karşı kayıtsız gençler buluyorlar ve bu profili yaratan koşullar, egemenler tarafından yeni imkan ve araçlarla beraber sürekli olarak yeniden üretiliyor.
Bugün geniş yığınlar arasında örgüt, karanlık bir odak; ‘kendi halindelik’ özgürlüğün anahtarı olarak kodlanmaya başladı. Gençlik giderek örgütlülüğün değil, örgütsüzlüğün saflarına itildi. Örgütlenmek yerine gündelik, ‘hesapsız kitapsız’, kimseyle bir ilişki kurmaya gerek kalmayan, ‘rahat’ alanlar daha cazip hale gelirken, ‘örgüt ve örgütlenme’ kavramlarına dudak bükülmeye ve hatta bulunduğu konumu örgütlerden ve diğer tüm toplumsal mücadelelerden daha önemli, doğru ve değerli görmeye dönük bireyci bir tutum egemen hale geldi.
Kısacası, kapitalizmin gençliği şekillendirmeye ve sınıf mücadelesinden uzaklaştırıp yabancılaştırmaya devam etmektedir. Eğer saldırı devam ediyorsa, isyan da büyüyerek devam etmelidir.
Sosyalizmin zaferi için gençlik mücadeleye!
Esasında, bu tezlerin çöpe atılması gerektiği, kapitalizmin birkaç yıllık zafer sarhoşluğunun ardından ortaya çıktı. Kısa süre içinde neoliberalizmin içine girdiği çıkmazla birlikte, bırakalım ezilenlerin saflarındaki itirazı, kapitalist dünyada içinden dahi neoliberalizmi ‘ehlileştirmeye’ dönük sesler yükseldi. Savaş, açlık, işsizlik, doğanın talanı ve devasa sömürü düzeni, kapitalizmin insanlığa sunacak hiçbir şeyinin olmadığını bir defa daha apaçık gösterdi.
Kapitalizm hiçbir zaman gençler için bir alternatif olmadı. Ekim Devrimi’nin ardından dünyadaki devrimci dalgada gençler her zaman en ön saflarda yer aldı. Petrograd sokaklarından Berlin barikatlarına, Vietnam’dan Küba’ya, Fransa üniversitelerinden Wall Street’e, Rojava’dan Gezi’ye bütün büyük mücadeleler gençlerin bilinçlerinde ve yüreklerinde karşılık buldu.
Bugün, kapitalizmin sonsuz kâr hırsı ve sömürü vahşeti, artık bütün canlı yaşamını ve doğayı tehdit ediyor. Kapitalizmin evrensel ölçekte yarattığı tahribata karşı, Ekim Devrimini’nin derslerini ve sönmeyen ışığını da arkamıza alarak sosyalizm mücadelesini yükseltmek ve genç kitleleri insanlığın kurtuluşu mücadelesinin bir parçası yapmak acil ve yakıcı bir görev.
Ekim Devrimi; kapitalizmin yıkılabileceğini, yeni bir toplumun ezilenlerin ellerinde yükselebileceğini bir defa gösterdikten sonra artık bundan geri dönüş yoktur. Bugünün sorusu, günün koşullarının farkında olarak ve kapitalizmin karşısında genişleyen büyük potansiyeli harekete geçirerek sosyalizmi nasıl kurabileceğimiz sorusudur.
Bizlere boyun eğmeyi, diz çökmeyi vaaz edenlere karşı Ekim Devrimi’nin ve Bolşevikler’in ayak izini takip ederek buzu yeniden kırmanın, setleri yıkmanın zamanı geldi ve geçiyor. Tabii ki bu takip, geçmişi bir şablon gibi taklit etmeye çalışarak değil, kendimizi Ekim Devrimi’nin ve sosyalizmin tarihsel dersleriyle donatarak, teorik ve politik olarak durmadan geliştirerek ve her daim bilgimizi ve yeteneklerimizi pratikte sakınmadan sınayarak, Lenin ve Bolşevikler’in zafere ulaştırdığı ihtilalci mücadeleyi rehber edinerek, tüm ezilenlerin taleplerini mücadele bayrağımıza kazıyarak, aramaktan ve denemekten korkmadan ve günün politik gerekliliklerinden kaçınmadan, 21’inci yüzyılın sosyalizm aklını kurarak olmalıdır.
Bırakalım onlar Marksizmin, Leninizmin öldüğünü, tarihin bittiğini söyleyip dursunlar; gençlik sosyalizm bayrağını kaldırdığında en kadir-i mutlak görünenlerin, kâğıttan kaplanların kaçıştığına şahit olacağız!