Sevil KURDOĞLU yazdı – Ama kadınların savaşacağı daha çok şey var: evrensel toplumsal eşitlik, sağlık, çocuk bakımı ve eğitiminin toplum/devlet tarafından üstlenilmesi, şiddetin ortadan kalkması, gerici önyargı-gelenek-görenek ve alışkanlıklarla kararlı kamusal mücadele.
1872’de doğan ve dünyanın ilk kadın bakanı ve üçüncü büyükelçisi olan Alexandra Kollontai’ın annesi Finlandiya’lı zengin bir toprak sahibi ve kereste tüccarının kızı, babası ise Çar’ın ordusunda generaldi. Rusça’nın dışında, annesiyle Fince, İngiliz dadısıyla İngilizce, evde ise pek çok aristokrat ve onlara özenen üst sınıf ailelerde olduğu gibi Fransızca konuşuyordu. Yine pek çok üst sınıf ailenin kızları gibi eğitimini evde, özel hocalarla yaptı.
1893’te, annesinin ve babasının yeteri kadar varlıklı olmadığı için kızlarına uygun bulmadıkları, genç bir mühendis olan Vladimir Kollontai ile evlendi. Rusya’da giderek büyümekte olan işçi hareketine yakın ilgi duymaya başlayan Kollontai 1894’te, akşam sınıflarında işçilere okuma yazma dersleri vermeye başlar. Bu, Rusya’da, pek çok orta ve üst sınıf üyesi sosyalist kadının siyasal yaşamlarının başında yaptığı bir şey, örneğin Nadezhda Krupskaya da bu kadınlardan biridir. Akşam okuma yazma kursları aynı zamanda radikal fikirlerle tanışan, fabrikalarında siyasal çalışma yürüten işçilerin de geldiği yerdir. Fabrikalara bildiri götürmek, siyasi mahkumlar için dayanışma örgütlemek gibi işler de buralardan yapılmaktadır. Kollontai’ın 1895’te Bebel’in Kadın ve Sosyalizm’ini okuduğunu ve hayatının daha sonraki dönemlerindeki fikir ve eylemlerinde bu kitabın etkin olduğunu biliyoruz.
1896’da Petersburg ve civarında kitlevi tekstil grevleri olur. Kollontai bu grevleri desteklemek, grevdeki işçilerle dayanışmak için bir yandan bildiri dağıtır bir yandan da dayanışma fonu için para toplar. Bu grevlerde tanıştığı kadın işçilerle hayatının geri kalan kısmında ilişkisini sürdürür. 1898’de kararlı bir Marksisttir, çocuğunu kocasına bırakarak Zürih Üniversitesi’nde bir yıl geçirir. 1899’da Rusya’ya döndüğünde artık Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) için çalışmaktadır. İkinci kongresinde Lenin ve Martov arasında örgütlenme konusunda çıkan ayrılık yüzünden parti iki hizibe bölününce Kollontai karar vermekte zorlanır ve hiçbirine katılmaz.
Kollontai’ın gözünden “Kanlı Pazar”
1905 Devrimi’nin başlangıcının işareti sayılan, Ocak ayındaki Kanlı Pazar günü Çarın sarayına yürüyen işçilerin yanında yer alır. Açılan ateş sonucu yüz işçinin öldüğü, yüzlercesinin de yaralandığı olayı biyografisini yazan Cathy Porter’a göre Kollontai şöyle anlatır, “…güvenle bekleyen yüzler, sarayın etrafında konuşlandırılan birliklerin uğursuz işareti, kar üstündeki kan gölü, jandarmaların bağırması, ölüler, yaralılar, vurulan çocuklar.” Ama Çar’ın anlamadığı bir şey daha vardı, “O gün çok daha büyük bir şeyi öldürdü, batıl inançları ve işçilerin onun adaleti sağlayabileceğine dair inançlarını öldürdü. O andan sonra her şey farklı ve yeniydi.”
1908’de yazdığı Finlandiya ve Sosyalizm’de Rus Çarlığı’na karşı silahlı ayaklanmayı savunduğu için tutuklanma emriyle aranan Kollontai Rusya’dan kaçtı ve Almanya’da yaşamaya başladı. 1917’de Rusya’ya dönene kadar Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde tam zamanlı ajitatör olarak çalışan Kollontai, Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasına kadar Britanya, Danimarka, İsveç, Belçika ve İsviçre’ye seyahat ederek konuşmalar yaptı. Sınıf Mücadelesi, Kadın Sorununun Toplumsal Temeli, Toplum ve Annelik ve İşçi Sınıfı ve Yeni Ahlak kitapları da bu süreçte yazılmışlardır.
“Savaşa Kimin İhtiyacı Var?”
Birinci Dünya Savaşı’nın patlaması Kollontai’ın siyasal yaşamındaki belki de en önemli dönüm noktasıdır. Daha savaş çıkmadan, Almanya ve Avusturya’da savaşa karşı tavır aldı ve İsveç’e sınır dışı edildi. Savaş karşıtı yazıları İsveç hükümetini rahatsız edince, Norveç’e gitti. Kanımca attığı en önemli siyasal adım RSDİP içinde savaşa karşı tavır alan Bolşeviklere katılmaya karar vermesidir. Aslında Ekim Devrimi’ne yol açan en önemli faktörlerden biri olan bu karar 1915 Ağustos’undaki Zimmerwald Konferansı’yla onaylanır ve RSDİP içindeki bölünme resmileşir.
Kollontai Zimmerwald Konferansı’nın örgütlenmesinde aktif olarak rol alır. ‘’Savaşa Kimin İhtiyacı Var?’’ başlıklı broşürü bir kaç dile çevrilir ve cephedeki askerler arasında dağıtılır. Aynı yıl, Amerikan Sosyalist Partisi’nin daveti üzerine orada savaş karşıtı konuşmalar yapmak ve kendisinin İngilizce’ye tercüme ettiği Lenin’in “Sosyalizm ve Savaş” adlı broşürüne bir yayıncı bulmak üzere ABD’ye gider. Orada 123 mitingte, dört ayrı dilde konuşma yapar.
“Bütün İktidar Sovyetlere!”
1917’de Şubat Devrimi patladığında Norveç’tedir. Lenin’in “Uzaktan Mektuplar”ının ulaşmasını bekler ve onlarla beraber Rusya’ya döner. Döner dönmez Geçici Hükümet’in desteklenmemesi talebiyle, Stalin ve Kamenev’e karşı olan gruba katılır. Cephedeki bir ordu birliğinin temsilcisi olarak Petersburg Sovyeti’nin yürütme kuruluna seçilir. Sosyal Demokratların 4 Nisan’daki coşkulu toplantısında Lenin’in dışında “Bütün İktidar Sovyetlere!” talebini destekleyen tek konuşmacıdır. Ekim’e kadar konuşmacı ve Bolşevik kadın gazetesi Rabotnitsa’nın yazarı olarak durmadan çalışır, bir yandan da diğer kadın aktivistlerle beraber Bolşevikleri ve sendikaları kadın işçilerin örgütlenmesine özel önem verilmesi konusunda ikna etmeye çalışır.
Kollontai (45) Mart 1918’de Donanma Halk Komiseri, SSCB Devrimci Askeri Konseyi üyesi Pavel Dybenko (27) ile evlendi
Dünyadaki ilk kadın bakan
Devrimi hemen takip eden Sovyetler Bütün Rusya İkinci Kongresi’nde yeni Sovyet Hükümeti’nin Sosyal Refah Bakanlığı’na seçilir. Dünyadaki ilk kadın bakan olur. 1918 boyunca ajitatör, örgütleyici olarak çalışmaya devam eder. Kasım 1918’de Nadezhda Krupskaya ve İnessa Armand’la birlikte Birinci İşçi ve Köylü Kadınlar Kongresi’nin örgütlenmesinde anahtar rolü oynarlar. Bu kongre Komünist Partisi Kadın Bölümü’nün -Zhenotdel- kurulmasının yolunu açar.
“İşçi Muhalefeti”… Kollantai Norveç’e diplomat olarak gönderiliyor
1919 ve 1920 yılları boyunca kalp, böbrek yetmezliği ve tifüsle boğuşur. Ancak Inessa Armand’ın ölümü üzerine Zhenotdel’in başına geçer. 8. Bütün Rusya Sovyetler Kongresi’nde tekrar yürütme kuruluna seçilir. 1920 yılının sonlarına doğru parti içindeki bürokratikleşmeye ve Yeni Ekonomik Politika’ya karşı çıkan İşçi Muhalefeti’nin içinde yer alır. 1921’deki 10. Parti Kongresi parti içindeki muhalif grupları yasaklayan bir karar alır. Buna rağmen İşçi Muhalefeti’nden Kollontai’ın da dahil olduğu 22 kişi, “22’lerin mektubu” diye bir bildiri kaleme alarak tutumlarını sürdürürler. 11. Parti Kongresi’nde özel bir kararla partiden atılması engellenir. Ancak o tarihten sonra Norveç’e diplomat olarak gönderilir ve 1945’te emekli olup Sovyet Rusya’ya dönene kadar büyükelçilik de dahil olmak üzere çeşitli diplomatik görevler üstlenir. Ama bu bir de facto sürgün hayatıdır. Devrimci çalışmanın deneyimlerinin zirvesinde olan Kollontai gibi bir kadının daha verebileceği çok şey varken etkisiz bırakılması içler acısı bir durumdu. 1930’da Zhenotdel’in kapatılması, Komünist Kadınlar Enternasyonali’ne son verilmesi kadınlar için ve tabii Sovyet toplumu için Ekim Devrimi’nin hayallerinin sonunun başlangıcı olur.
Komünist Kadınlar Konferansı. Soldan sağa Alexandra Kollontai, Clara Zetkin, Zinaida Lilina
Kadınların üretimdeki yeri ve aile üzerindeki etkisi
1920’de Kommunitska’nın 2. Sayısında çıkan “Komünizm ve Aile” başlıklı yazısında Kollontai ailenin zaten tarih boyunca değişen, sadece farklı tarihsel çağlarda değil, farklı toplumlarda da farklı aile biçimlerinin olduğunu anlatır. Özellikle devrimci işçilerin yoğunlaştığı ve Sovyetler aracılığıyla yeni bir toplumsal yaşamın kurulmasında etkin oldukları şehirlerde hızla değişen şeylerden biri de ‘aile’dir. Yani asıl olarak ebeveyn/lerin ve çocukların birlikte yaşadığı toplumsal birim. Bunun çok daha muhafazakar olan Avrupa Rusyası dışındaki Rusya’da hoş karşılanmadığını, Sovyet hükümetinin Devrim’in hemen arkasından çıkardığı boşanmanın kolaylaştırılması, kürtajın serbest bırakılması, çocukların gayri meşruluğunun ortadan kaldırılması gibi yasalarla birleştiğinde daha da endişeyle izlendiğini bilen Kollontai bu değişimi anlatır.
“Gerçekle yüzleşmemenin yararı yok: erkeğin her şey kadının hiçbir şey olduğu, kadının kendi iradesinin, kendine ait zamanın ve kendine ait parasının olmadığı aile gözlerimizin önünde değişiyor. Ama dehşete düşmeye gerek yok. Sadece kendi cehaletimiz yüzünden alıştığımız şeylerin hiç değişmediklerini düşünürüz… Her şeyin değişime tabi olduğunu ve hiçbir adetin, siyasal örgütlenmenin veya ahlaki ilkelerin sabitlenmiş ve bozulamaz olmadığını anlamak için sadece okumak yeter. Tarihsel süreç içerisinde ailenin yapısı da pek çok kereler değişti; bir zamanlar bugünkü aileden çok farklıydı. Bir zamanlar akrabalık üzerine kurulu olan aile normdu: annenin başında olduğu bu aile onun çocukları, torunları ve torunlarının çocuklarından oluşurdu, beraber yaşarlar ve üretirlerdi. Başka bir dönemde patriyarkal aile kuraldı. Bu ailede babanın iradesi bütün aile üyeleri için yasa gibiydi: bugün bile Rusya köylerinde köylülük arasında böyle aileler vardır. Burada aile hayatına dair ahlak ve adetler şehirli proletaryanınkinden çok farklıdır. Kırsalda, işçinin çoktan unuttuğu normlara uyarlar. Aile yapısı ve aile hayatının adetleri ulustan ulusa da farklıdır. Örneğin Türklerde, Araplarda ve İranlılarda bir erkeğin birden çok karısı vardır. Bir kadının birden çok kocasının olduğu ve hala olan kabileler var. Bir genç kızın evlenene kadar bakire kalacağını bekleriz; ama bir kadının ne kadar çok sevgilisi varsa o kadar gurur duyduğu ve sevgili sayısı kadar bilezik taktığı kabileler var.”
Kollontai bir Marksistti ve elbette söyledikleri doğru, bütün toplumsal yapılar sosyal üretim ilişkileri tarafından belirlenirler ve onların değişime uğramasıyla değişirler ve bu değişim adetleri, ahlak anlayışını, bir bütün olarak sosyal ilişkileri ve ideolojiyi değiştirir. Ancak, bunlar Kollontai’ın söylediği kadar hızlı değişebilir mi? “Şehirli proletaryanın” ahlak ve adetleri, hele de 20. yüzyılın başındaki Rusya’da, kolay değişebilir mi? Tabi, hemen eklemek gerekir ki, 20. yüzyılın en önemli devrimini gerçekleştirmiş olan bir sınıfın devrimin hemen arkasından gelen baş döndürücü alt üst olma zamanlarında bizim tahminimizin çok ötesinde ileri adımlar atabileceğini akıldan çıkarmamalı. Belki Kollontai ve diğerlerinin, kısa zamanda büyük işler başarmak zorunda olanların, bu ‘kabul’ü veri olarak almaları gerekiyordu.
Kollontai Doğu Halkları Komünist Kadınlar Konferansı’nda (1920)
Evli ve çalışan kadın için hayat, workhouse’daki hayat kadar kötüdür
Kollontai devamla, kadının asıl olarak evde kalıp çocuklarına baktığı, yemek pişirdiği, büyükanne ve büyükbabanın da çoğunlukla aynı evde yaşayıp çocukların büyütülmesinde rolünün olduğu, kendi içinde bir ekonomik birim olan kırsal ailenin ortadan kalkmasıyla, ailenin kapitalizmle beraber nasıl değiştiğini, bunun aile hayatını ve kadınları nasıl etkilediğini anlatır: “İzole olmuş, üyelerinin birbirine sıkıca bağlı olduğu, kilise nikahına dayalı aile bütün üyeleri için elzemdi. Eğer aile olmasaydı, çocukları kim besleyecek, giydirecek ve büyütecekti? Onlara kim nasihat verecekti? O eski günlerde yetim olmak tahayyül edilebilir en kötü kaderlerden biriydi. Eski ailede koca kazanır, karısına ve çocuklarına bakar. Karısı da evi idare etmek ve çocukları büyütmekle sorumludur. Ama son yüz yılda, kapitalizmin egemen olduğu yerlerde, fabrikalarda ve diğer işyerlerinde ücretli emeğin arttığı ülkelerde bu aile yapısı yıkılmaktadır. Adetler ve aile yapısının ahlaki ilkeleri, yaşamın genel ilkeleri değiştikçe değişmektedir. Aile yaşamındaki bu radikal değişikliğe en çok katkıda bulunan yaygınlaşan evrensel kadın emeğidir (…) İstatistikler gösteriyor ki, 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasından önce, Avrupa ve Amerika’da kendi yaşamlarını kazanan altmış milyon kadın vardı ve savaş sırasında bu sayı hatırı sayılır bir şekilde arttı. Bu kadınların neredeyse yarısı evliydiler. Nasıl bir aile hayatına sahip oldukları kolaylıkla tahmin edilebilir. Eğer eş ve anne günde en az sekiz saat çalışıyorsa, işe gidip gelme vaktini de eklersek, günde on saat evden uzaktaysa nasıl bir ‘aile hayatı’ beklenebilir? Evi ihmal edilmiş, çocuklar annelerinin bakımından uzak, vakitlerinin çoğunu sokakta ve bu ortamın her türlü tehlikelerine maruz kalarak büyüyorlardı. Eş, anne ve işçi olan kadın enerjisinin her gramını harcayarak bu rolleri yerine getirmek zorundaydı (…) Kapitalizm kadının omuzlarına yıkıcı bir yük bindirdi: evin veya anne olarak sorumluluklarını azaltmadan onu ücretli işçi yaptı (…) Erkek ve kadın farklı vardiyalarda çalışırken ve kadın çocukları için doğru dürüst bir yemek hazırlayamazken aile hayatından nasıl bahsedebiliriz? Anne ve baba bütün gün dışarda çalışıyorken ve çocuklarıyla geçirecek zamanları yoksa ebeveyn olmaktan nasıl bahsedebiliriz? (…) Evli ve çalışan kadın için hayat, kadınların içinde iş yapmak karşılığında yaşadıkları bir workhouse’daki hayat kadar kötüdür.”
“Evlilik birbirini seven ve birbirine güvenen iki kişinin birliği olacak”
Kollontai, Sovyet Rusya’da ailenin nasıl olacağını, kadını ev ve iş kölesi olmaktan kurtarıp toplumda ve yeni ailede farklı bir insan yapacağını heyecanla anlatır:
“Gerçekten kaçılamaz: eski aile zamanını doldurdu. Ailenin sönmesinin nedeni devlet tarafından zorla imhası değil, ama bir gereklilik olmaktan çıkıyor. Devletin aileye ihtiyacı yok, çünkü ev içi ekonomi artık karlı değil: aile işçiyi daha faydalı ve üretici emekten alıkoyuyor. Ailenin üyelerinin de aileye ihtiyacı yok, çünkü daha önce aileye ait olan çocukların bakımı ve büyütülmesi giderek daha çok kolektife devrediliyor. Kadınla erkek arasındaki eski ilişkinin yerine yeni bir ilişki şekilleniyor: sevginin ve yoldaşlığın birliği, komünist toplumun iki eşit üyesinin birliği, ikisi de özgür, ikisi de bağımsız ve ikisi de işçi. Kadınların ev içi köleliği yok. Aile içinde eşitsizlik yok. Kadının desteksiz kalma ve çocuklarının nasıl büyüyeceğine dair korkusu yok. Komünist toplumda kadın kocasına değil emeğine güveniyor. Desteğini kocasından değil çalışma kapasitesinden alacak. Çocukları hakkında endişe duymasına gerek yok. İşçi devleti onların sorumluluğunu alacak. Evlilik, aile hayatını sakatlayan bütün maddi hesaplardan kurtulacak. Evlilik birbirini seven ve birbirine güvenen iki kişinin birliği olacak.”
Kadınların savaşacağı daha çok şey var
Kollontai’ın söylediklerinin pek çoğu bugün ileri kapitalist toplumlarda çoktan gerçekleşti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yeniden bölüşümcü ekonomik politikalar ve faşizmi yenmenin yarattığı siyasal iklimde pek çok ileri kapitalist ülkede milyonlarca kadın iş hayatına katıldı, bilim, sanat, edebiyat ve politikaya atıldılar. Bilim ve teknolojinin ilerlemesi ile ev idaresinin boyunduruğu azaldı ve istedikleri kadar çocuk yapma imkanına kavuştular. Ahlaki normlar, aile yapısı değişti. Daha bir kaç yıl önce Cumhurbaşkanı Hollande Elysee Sarayı’nda sevgilisiyle yaşıyordu, bugün Boris Johnson başbakanlık konutunda sevgilisiyle oturuyor ve bir kaç ay önce çocuğu oldu, İrlanda Cumhuriyeti’nin gay başbakanı Leo Varadkar partneriyle yaşıyor, ileri ülkelerde gay ve lezbiyenler evlenebiliyor, Katoliklerin lideri eşcinsel evliliklere izin verilmesi talebinde bulunuyor. Ama kadınların savaşacağı daha çok şey var: evrensel toplumsal eşitlik, sağlık, çocuk bakımı ve eğitiminin toplum/devlet tarafından üstlenilmesi, şiddetin ortadan kalkması, gerici önyargı-gelenek-görenek ve alışkanlıklarla kararlı kamusal mücadele. Bu ise işçi ve emekçilerin merkezinde olduğu bir toplumsal mücadeleyle yapılabilir ancak.