Guardian’ın kimliğini korumak amacıyla ismini değiştirdiği genç kadının yazısı şöyle:
İslam Devleti (IŞİD) militanları 10 Haziran’da şehrimize girdiğinden beri, korku dolu bir araf içinde yaşıyor gibi hissediyoruz – korkumuz IŞİD’in zalimliğinden, araf duygusu da Irak hükümetinin veya uluslararası güçlerin ne zaman onları buradan çıkaracağını ve hatta çıkarıp çıkaramayacağını bilememekten kaynaklanıyor. İlk 48 saat içinde yarım milyon insan otomobilleriyle veya yürüyerek kaçtı fakat yarım milyondan fazlamız hala burada.
Şehrin etrafındaki tüm ana yollar IŞİD’in kontrolünde. Şehirden gitmeye çalışmak, kaderinize karar verecekleri iki kontrol noktasından geçmek anlamına geliyor. Garanti olan şu ki, buldukları değeri olan herşeyi zaten alacaklar. Gitmenize izin verirlerse, üzerinizdeki giysiler haricinde bir şey götürmenizi istemiyorlar. Bütün eski fotoğraf ve mektuplarımı bir bavula doldurdum bile. Onları geride bırakma düşüncesine katlanamıyorum.
Ancak şu an için gitmek diye bir şey yok. Yollar çok tehlikeli ve şeker hastası yaşlı babam ana yollar haricinde bir yolculuğa dayanamaz. Ayrıca Kürt kontrol noktalarında da, gizli IŞİD militanları olabilecekleri gerekçesiyle genç erkeklerin geçişine izin verilmediği yönünde dedikodular duyuyoruz. Erkek kardeşlerimi geride bırakamayız. Bu durumun içinde tüm aile bir bütün olarak varız.
IŞİD militanlarını şu ana kadar çok az gördüm – ve başarabilirsem bu şekilde devam etmeyi planlıyorum. Ama sokaklarda gördüklerim hiç Irak’lı gibi görünmüyor. Erkek kardeşim kontrol noktalarında Faslı, Afgan ve Çeçenler ile konuşmuş. “Kardeşimiz” olduklarını söylüyorlar ama biz onları asla kardeşimiz olarak kabul etmeyeceğiz.
Bu nedenle, onları görmemek için hep evde oturuyorum. Günler uzun ve sıcak, 48 dereceye kadar çıkabiliyor. Geceleri daha kötü.
Bu şehirde doğdum ve büyüdüm. Bugün bana yabancı geliyor. Bütün hayatım boyunca eğitimli ve aydın olabilmek için çalıştım, üniversiteyi ve yüksek okulu bitirdim, IŞİD saldırmadan önce doktoramı tamamlamak üzereydim. Yarısından fazlası kadın olan 40 doktora öğrencisiydik. Önümüzdeki aydan itibaren üniversiteye gitmemiz yasaklanıyor. Bunca yıl eğitim sonucunda silahlı erkekler tarafından köleliğe zorlanacağımız karanlık bir çağa sokuluyoruz.
Kadınlar olarak artık yüzümüzü de örtmemiz gerekiyor – böyle bir şeyin bana zorlanacağını hayal edemezdim. Yanımızda bir erkek olmadan sokağa çıkmamız yasak. Erkeklerin sakal uzatmaları gerekiyor. Irak tarihinde hiç bir zaman bu derece zalim kanunlarımız olmamıştı. Üniversiteye bir defa Ramazan Bayramı’nda gidebildim. O sabah ilk defa çarşaf giydim ama yüzümü örtmeden gittim. Bazı arkadaşlarımı gördüm ve içinde bulunduğumuz hüzünlü durum hakkında tedirgin biçimde şakalaştık. IŞİD’e yapılabilecek hava saldırıları veya sivilleri de kaçınılmaz olarak etkileyecek bombalar hakkında endişelenmeyi bıraktım. Saplantı yaptığım tek konu yüzümü örtmek zorunda olmak, geceleri rüyalarıma bile giriyor.
IŞİD’li erkekler tarafından “eşleri” yapılmak için zorla götürülen kadınları duyuyoruz. En büyük korkum bu: günün birinde isimsiz ve suratı olmayan erkeklerin evimize girip beni veya kız kardeşlerimden birini götürmesi. Bu konu hakkında hiç konuşmuyoruz, konuşursak nazar değecekmiş ve gerçekleşecekmiş gibi. Ve bir de genç erkeklerin IŞİD’e katılmaya zorlandığı, kadınların cinsel yerlerinin kesildiği ve “köle kızların” pazarlarda satıldığı dedikoduları var.
Bu kadar korkunç bir kader yaşayan birini görmedim veya duymadım ama bunları duymak bile kalbimizin korkuyla dolmasına yetiyor; IŞİD’in de istediği zaten bu. Öte yandan cesur gençlerin IŞİD’e saldırılar düzenlediği ve Irak ordusunun büyük bir saldırıya hazırlandığı haberleri var. Bu haberler de, doğru olsalar da olmasalar da, bize çok kısa süreli umutlar verebiliyor.
İçinde bulunduğum gerçekliğin suratıma çarptığı anlardan birini, Ramazan ayının sonunda annemle birlikte çarşaf ve peçe satın almaya gittiğimizde yaşadım. Yıllardır tanıdığımız dükkan sahibinin peçe kalmadığını söylediği an gerçeklik dışıydı – surat örtücü peçeler sanki bir anda en moda aksesuar haline gelmişti. Bu günlerde Musul’daki bir çok diğer şey gibi, gerçekliğimizin ne kadar absürd bir hale dönüştüğünün abes bir örneği.
Benim için peçe kalmamış olsa bile, küçük kızlar için olanından vardı; evet, 11 yaş ve üzeri kızlar da yüzlerini örtmek zorundalar. Dükkanda küçük kızları için “üniforma” satın almaya gelen bir kadın daha vardı ve iki kızı da annelerinin çarşafından tutarak kontrol edilemez biçimde ağlıyorlardı. Ağlama sesleri hala kulaklarımda yankılanıyor.
IŞİD’in korkunçluğunun yanında sıradanlık da var. Kendi kendime uyguladığım ev hapsi, arkadaşlarımın çoğunun şehri terk etmiş olması ve üniversiteye dönebilmek için ümit kalmaması sonucunda sıkıntı hayatımı ele geçirdi. Hayatı elektrik kesintilerinin etrafında planlamanın zorluğu yeni bir şey değil. Saddam Hüseyin varken de her gün elektrikler kesilirdi. Bugünlerde iki üç saat elektrik olursa kendimizi şanslı sayıyoruz. Yiyeceklerimizi, kapı kapı dolaşan katır arabalarından satın alıyoruz; eskiden capcanlı olan bu şehirde daha önce hiç görmediğim bir manzara. Ancak IŞİD’in Musul’a getirdiği karanlık korkuyla kıyaslandığında, bunların hiç birinin önemi yok.
Sorular yakamızı bırakmıyor, Geleceğimizde neler var? Irak hükümeti ve uluslararası kamuoyu bizi kurtarmaya gelecek mi? IŞİD bizi karanlık çağda yaşamaya veya evimizi terk etmeye zorluyor. Ama şimdilik gidip tekrar şehirden giden yolları hakkındaki son haberleri öğrenmeliyim.
Yazar,30′lu yaşlarında Musul’da yaşayan bir kadın. Kimliğini korumak amacıyla gerçek ismi değiştirilmiştir.”