‘Akademik sınırlılıkları, bilimsel yaklaşımdan uzak devletçi bakışı, görmezlikten gelen hatta inkar eden tavır nedeniyle Kürtler on yıllarca bilimsel alanın dışında tutuldu. Fakat son yıllarda sosyal bilimler, dil ve Ortadoğu çalışmaları üzerine yapılan konferanslarla Kürtlere dair önemli bir akademik birikim ortaya çıkmakta ve bu tartışmalar vasıtasıyla eleştirel-analitik bir çalışma alanı oluşmaktadır’ ifadeleri ile duyurulan ‘İsmail Beşikçi Vakfı 2. Kürt Çalışmaları Konferansı 7-8 Haziran’da yapıldı.
Kürtlerin ve Kürt meselesinin tarihini, genellikle yapılageldiği gibi isyan, ayaklanma ve asayiş boyutları üzerine ele alan siyasi tarih perspektifi yerine sosyal tarih perspektifiden ele alındığıkonferansa, Sosyal Bilimler için İleri Çalışmalar Okulu ve EHESS Üniversitesi’nden Sosyolog/Yazar Prof. Dr. Hamit Bozarslan da katıldı. ‘Toplumsal bellek’ üzerine konuştuğum Bozarslan ‘Bellek sadece isyancılığın belliği değil, bellek sadece inkarcılığın belleği değil, bellek aynı zamanda mücadelelerin belleği, toplumsal yapıların değişim süreçlerinin belleği. Bellek kavramından geniş bir anlam çıkarmak gerekiyor. Sadece dar anlamda, Kürtlerin başlarına gelenlerin belleği olarak değil’ diyor.
Siyaset, din, edebiyat- kültür-tarih- gibi konuları da içeren ‘Toplumsal bellek’ten söz ederken Kürtlerin ‘Toplumsal belleklerini’ kaybetmesinden ve bunun korunmasından söz ettiniz. Kürtler, toplumsal belleklerini korumak için nasıl çalışmalar yapmalı?
İsmail Beşikçi hoca, bilimin sınır tanımaması ve eleştiriye dayanması gerektiğini söyler. Buna bir ek yapmak gerekiyor. Bilimin ayrıca korkuyu da tanımaması gerekiyor. Bundan dolayı hem Kürt tarihinin tanınması, hem Kürt toplumunun sosyolojisinin ve iç dinamiklerinin tanınması için araştırmaları mümkün olduğu kadar çoğullaştırılmalı. Dinden, aşiret yapılarına kadar, şehirleşme dinamiklerinden şiddete kadar, siyasi farklılaşmalardan, bir Kürt bilincinin oluşmasına kadar bütün konuları içerecek şekilde araştırmaların çoğullaştırılması gerekiyor. Şu ana kadar, diyelim ki 20 yıl öncesine kadar, herkes sadece ‘Kürt sorunu’ üzerine çalışıyordu ve bu çok önemli idi.
Kürt sorunu üzerine kimler çalışıyordu? Bu çalışmalar nasıl devam etmeli?
Kürtler ve Kürtler üzerine çalışan araştırmacıların büyük bir kısmı ‘Kürt sorunu’ üzerine çalışıyordu ve bu son derece anlaşılabilir bir olgu idi. Çünkü, Kürt meselesi Avrupa’ da pek tanınmıyordu. Türkiye gibi bir ülkede de, zaten Kürtlükten bile söz etmek yasaktı. İster istemez sorun üzerine çalışmak gerekiyordu. Fakat şu anda araştırma Kürt sorununu terk etmeden, başka sahalara, mesela sosyolojik, antropolojik kültürden çalışmalara kaydırmak gerekiyor. Bu araştırmaların doğrudan belleğin kaybedilmemesine katkısı olmayabilir. Fakat en azından, mesela aşiretleri ele aldığımız zaman, ya da 1960’larda Kürtlerin şehirlerinin sosyolojik yapılarını analiz ettiğimiz zaman ister istemez bellek meselesi işin içine giriyor. Bellek sadece isyancılığın belliği değil, bellek sadece inkarcılığın belleği değil, bellek aynı zamanda mücadelelerin belleği, toplumsal yapıların değişim süreçlerinin belleği. Bellek kavramından geniş bir anlam çıkarmak gerekiyor. Sadece dar anlamda, Kürtlerin başlarına gelenlerin belleği olarak değil.
Toplumsal belleğin amacı nedir? Toplumsal bellek üzerinde çalışılırken hangi sorulara cevap aranmalı? Nasıl sonuçlar çıkarılmalı?
Araştırmanın amacı geçmişten ders almak değil. Amacı geçmişte ne oldu, dinamikler nasıl oluştu ve değişti, bunları kavramak. Kavrandıktan sonra ise sonuçları, vatandaşların belirlemesi gerekiyor. Yani o artık vatandaşlıkla ilgili, mücadelelerle ilgili bir konu. Yeni Kürt nesiller bu tür birikimden nasıl sonuçlar ortaya çıkaracaklar? Kürt siyasetçileri de, siyasetlerini nasıl tanımlayacaklar? Artık o onların işi. Fakat araştırmacının görevi en azından bu konuda olup bitenlerin, dediğim gibi sosyolojik dinamiklerle, antropolojik, tarihsel boyut ile ortaya çıkarılması. Bundan dolayı din olgusu son derece önemli.
Mesela koruculuk: 90’ ların sonunda hemen hemen 100 bin korucu vardı. Korucuların bir kısmı mecburi olarak, koruculaştırılmıştı, fakat diğerleri gönüllü koruculardı. Bu koruculuk nasıl oluştu? Müsteşarlık Saddamcılığın bir devamı idi ve Irak Kürdistan’ında müsteşarlık olgusu nasıl oluştu? İşte bu ve bunun gibi konulara, hiçbir korku olmadan değinebilmek gerekiyor.
Sözünü ettiğiniz konuları araştırırken resmi ideolojinin dışına çıkmak gerekiyor mu?
Resmi ideolojinin her halükarda dışına çıkmak gerekiyor. Araştırmanın çoğullaşması, araştırma dillerinin çoğullaşması, yani; olguları ciddi bir şekilde ele almak, olguların sahip oldukları anlamları kavrayabilmek. Sosyal Bilimler bu olgulardan yola çıkarak ‘Bu olguların ne anlama geldiğini kavramak’ anlamına geliyor.
Geçmişten, günümüze Kürdistan sınırları üzerine pek çok tartışmalar yapılıyor. Sınırlar belirlenmeden önce toplumsal belleğin oluşturulması gerekir mi?
Onu benim söyleyebilmem mümkün değil. O siyasetçilerin ve halkların işi. Ve Kürtler karar verir istemiyorlarsa istemezler. Ama bir araştırmacı olarak benim görebildiğim, ya da üzerinde durmak zorunda olduğum şu; Bu sınırlar Kürtlere dayatıldı. Birer zindan şeklinde ortaya çıktı. Hem Kürdistan’da hem de bir dolu ülkede. 20 yüzyılda bir yığın ülke kuruldu sınırlarla. Ve bu sınırlar birer hapishane rolünü gördü. Ve bu sınırlar Kürtler tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi. Bir araştırmacı olarak benim bunu söyleyebilmem mümkün.
Ondan sonra bunların toplumun tartışacağı sorunlar haline gelmesi gerekiyor. Dünyanın her yerinde böyle oldu. Almanya’da yaşanan Holokost (Nazi Soykırımı) döneminden örnek verecek olursak: Araştırmacının görevi Almanya’nın ne yapacağını belirlemek değil, fakat Holokostun ne olduğunu, Holokostun dinamiklerinin, Holokost döneminde Alman toplumunun takındığı tutumları araştırabilmek, hem akademik çerçevede hem kamusal sahada erişilebilir kılmak. Bundan sonrası araştırmacının görevi değil. Araştırmacı oy veren bir vatandaş olarak tavır takınabilir. Fakat araştırmacılık bu olguları ortaya koymak ve dikkat çekmek, bu olguları anlamlandırmak. Ondan sonrası halka kalıyor nesillere, sınıfsal, kültürel aktörlere, sıradan vatandaşlara, oy verenlere kalıyor. O konuda araştırmacının yapabileceği bir şey yok. Araştırmacının görevi aksiyolojik bir tavır üretmek değil. Sadece göstermek ve bunların tartışmaya açabilmek.
‘Toplumsal bellek’ gelişince, ‘kendi kendilerine o sınırları koruyabilirler’ mi demek istiyorsunuz?
Koruyabilirler, atabilirler. Yeni bir sınır tahayyülüne sahip olabilirler, yani onu benimde belirtebilmem mümkün değil. Artık onu da toplumun kendisi belirler. Araştırmacının görevi bu bilgileri aktarabilmek, anlamlandırabilmek ve bu bilgileri hem üniversite, hem de akademik çevresinde ve ötesinde topluma sunabilmek.
‘Toplumsal belleği korumak’ ile ilgili olarak, aşiretler olgusu konusu toplumsal belleği korumakta nasıl bir fayda sağlar?
Aşiretler olgusu toplumsal belleği korumakta doğrudan bir rol oynamaz. Fakat Kürt toplumunun bir kısmı Aşiret dinamikleri içerisinde. Bu aşiret dinamikleri zaman zaman zayıflıyor ya da güçleniyor. Zaman zaman direnişçi bir nitelik kazanıyor. Zaman zaman devlet yanlısı bir nitelik kazanıyor. Ve bir toplumun kendisine ayna tutup, bunları görebilmesi gerekiyor.
Mesela neden 90’lardan itibaren aşiretçilik zayıfladı? Neden Arap aleminde aşiretçilik yeniden canlanıyor? Neden aşiretlerin bir kısmı kendilerini yurtsever olarak tanıtıyor? Diğerlerinin yurtseverlikle hiçbir ilişkisi yok ama her artık kendilerini Kürt olarak tanıtıyorlar. Bütün bu olgular toplumun tartışması gereken olgular. Diğer yandan Kürtlerin çok önemli bir kısmı da hiçbir zaman aşiret bağına sahip olmadı.
Diyelim ki aşiret bağına sahip olanlar ve olmayanlar nasıl bir tutum takınıyorlar? Araştırma bu tür sorunlarla ilgilenmeli. Ondan sonra Kürt siyasetçileri, Kürt entelektüelleri yeni yetişen nesiller aşiret olgusunu nasıl algılayacaklar? Bunu da sisteme entegre etmeyi düşünecekler mi? Yoksa aşiretçiliğin dışında arayan bir tutum mu takınacaklar? Bunu benim araştırmacı olarak söylemem mümkün değil.
Sizce, ‘Demokratik açılım’ nasıl gidiyor?
Türkiye şu anda ikili bir durumda; hem belli bir noktada, 15 yıl öncesine göre, çok daha bir yığın konunun tartışılabileceği bir ülke, diğer yandan, aynı zamanda sürekli otoriterleşme sürecini açık bir şekilde görebiliyoruz; İktidarın otoriterleşmesi, AKP nin devletleşmesi, hegemonik bir blok kurabilmesi. Bu hegemonik bloğu aynı zamanda korku ile insanları değişik kategorilere ayırmakla, bazılarını düşman olarak tanımlamakla vs. ayakta tutabilmesi olgusudur. Bu nereye gidecek bilemiyorum. Fakat, son 3-4 yılda gelen sinyaller bayağı endişe verici sinyaller.
Kaynak: Sendika.Org