IŞİD’in eski Baas rejiminin bir kısım yöneticilerinin desteği ve yönlendirmesiyle Sünnilerin yoğun olduğu bölgeleri konrol altına alması, sadece Irak’taki iç politik dengeleri değil aynı zamanda Ortadoğu’daki ittifak ve güç ilişkilerini de hızla değiştirmeye başladı. Ortaya çıkan politik durum, IŞİD gibi ciddi politik perspektifi bulunmayan bir radikal İslamcı örgüte karşı mücadelenin çok ötesinde, bütün Ortadoğu’nun gelecekteki stratejik ilişkilerini belirlemede önemli veriler ortaya çıkarmış bulunuyor.
IŞİD’in Irak içinde dahi politik bir güç olarak dengeleri belirlemede bir rolü olmayacaktır. Irak’ta iç politik dengeler yeniden oluşturulurken bugünkünden daha fazla etkili olmak isteyen Sünni politik güçler, IŞİD’i bir araç olarak kullanacaklardır. Bu bakımdan Irak’ta ortaya çıkan politik tablo, yeni ittifak ilişkilerini zorunlu kılmaktadır.
Irak’ta çok uzun yıllar iktidar olan azınlık Sünni Araplar, ABD’nin ve müttefiklerinin askeri müdahalesiyle politik konumlarını kaybettiler, tersine uzun yıllar baskı altında olan Şii Araplar iktidar oldular. Böylelikle Sünniler ile Şiilerin politik pozisyonları değişti. ABD’nin baskısıyla, Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasında bir iktidar dengesi oluştu. Oluşan politik denge, söz konusu güçlerin kendi politik iradeleriyle almış oldukları bir karar olmayıp, ABD’nin ve bölge ülkelerinin belirlemiş olduğu zorunlu bir politikaydı. Kürtler, federatif bir yapı oluşturarak fiilen bağımsız devlet gibi hareket eden ‘özerk’ bir yapıda oluşturarak kendi geleceklerini inşaa ettiler. Uzun yıllar iktidar olan Sünniler, özellikle baskıcı politikalarıyla ön plana çıkan Maliki rejimiyle çatışmalı oldular.
Başta Kerkük ve Musul’in bazı bölgeleri olmak üzere Kürdistan topraklarının yüzde 43’nün Bağdat ile tartışmalı olması, Sünni politik güçlerin Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ‘özerklik’ istemlerini dile getirmeleri, Şii politik gruplar arasında çelişkilerin giderek artması, Maliki iktidarının kendisini tek güç olarak görüp, ülkenin sosyolojik ve sosyo politik dengelerini yok sayarak iktidar gücünü tek yanlı kullanması, Irak’ın askeri ve politik istikrarsızlığını çok daha fazla derinleşmesine yol açtı. Eğer yeniden bir uzlaşı sağlanamazsa, bu politik çelişki ve çatışma çok daha kapsamlı bir boyut alacaktır.
Irak eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi Reuters’a verdiği röportajda bu durumu şöyle özekliyor: “Sünniler ve Şiiler arasında cihad bekliyoruz. Dünya bu konuya odaklanmalı.” Aynı şekilde Şiilerin dini lideriAyetullah Ali Sistani “Silahlarınızı alın ve ülkeyi IŞİD’e karşı savunun” çağrısı, çok açık olarak Sünni-Şii eksenli bir iç savaşın çok daha fazla derinleşeceğini gösteriyor.
Irak’taki bütün politik dengelerin merkezinde bulunan Kürtlerin belirleyeceği politika bütün siyasal güçler için son derece önemlidir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Dışişleri Bakanı Falah Mustafa Bakir, Japon Kyodo Haber Ajansı’na verdiği röportajda, ‘‘Irak Ordusu tarafından şu an düzenlenmekte olan geniş çaplı operasyona katılma gibi bir planımız yok. Silahlı birliklerimizin temel görevi, Kürdistan toraklarını savunmaktadır’’ Kürtler, ABD, müttefik güçlerle birlilkte Irak’ı işgal ederken, Barzani, Peşmergenin sadece ‘Kürdistan bölgesini savunacağını ve Saddam rejimini yıkmak için Bağdat’a gitmeyeceğini’ açıklamıştı. Bu doğru politika bugün de uygulanıyor. Peşmergenin Kerkük gibi tartışmalı Kürdistan toprakları sayılan bölgeleri askeri olarak koruması ve bunun dışındaki alanlarda IŞİD ile zorunlu olmadıkça doğrudan bir savaşa girmemesi, Kürtlerin özellikle politik etki gücünü çok daha önemli oranda attıracaktır. Ancan IŞİD’in öncelikli hedeflerinden birini de Kürdistan bölgesi olması dikkate alındığında Peşmerge ile IŞİD arasında savaş kaçınılmaz hale gelebilir.
Bölge ülkelerinin Irak politikası da çok belirgin olarak ortaya çıkıyor. Örneğin Suudi Arabistan, “Yabancı bir ülkenin doğrudan askeri müdahalesinin uygun olmayacağına” dikkat çekerken, Sünnilerin yoğun olduğu bölgede ‘özerk’ bir yönetimin kurulmasını dolaylı olarak destekliyor. Bu bakımdan IŞİD gibi gelecekte nasıl bir politik hat izleyeceği belli olmayan bir örgütten çok, Sünnilerin resmi politik güçlerine dayanan bir süreci desteklemeyi esas alıyor.
Nüfusunun yüzde 60’ı Şii olan Irak’taki politik dengeler İran için stratejik öneme sahiptir. İran’ın Suriye ve Irak üzerinde artan etkinliği, aynı zamanda Ortadoğu güç ilişkilerini önemli oranda etkiliyor. İran, S. Arabistan’ın tersine çok daha aktif bir rol üstlenmeye başladı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de, “Eğer Irak hükümeti bizden yardım isterse bunu sağlarız, şu ana kadar onlardan bir talep gelmedi. Biz kendilerine yardım teklifinde bulunmaya hazırlanıyoruz.” Suriye’de Esad çok ciddi bir destek veren İran ve Hizbullah askerlerinin Irak’a girdiklerine ve IŞİD’e karşı savaştıklarına dair çok önemli veriler bulunuyor.
Rojava’da Kürtlere karşı IŞİD’e çok aktif destek veren Türkiye, şuan politik bir belirsizlik içinde debeleniyor. Türk diplomatlarınının ve şoförlerinin açıkırılmasını engelleyemeyen AKP iktidarı, MİT ve Tarık Haşimi aracılığıyla IŞİD ile pazarlık yapıyor. Erdoğan, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde, IŞİD’e vereceği tavizlerle rehineleri getirtip iç politikada bir araç olarak kullanmak istiyor. Bunu başarabilir ama Irak’ın iç politik dengelerinde çok ciddi bir rolü de olmayacaktır.
Irak Merkezli Çatışma bölgede ne gibi politik sonuçlar doğuracaktır:
Birincisi, Irak’ın iç çatışmalı bir sürecin içine girmesi, özellikle enerji merkezli küresel şirketlerin çıkarlarını çok ciddi oranda etkileyecektir.
İkincisi, Irak merkezli bir mezhep çatışmanın gelişmesi, Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye gibi ülkeleri de içine alarak çok uzun yıllara yayılacak bir iç bölgesel savaşın çıkma olasılığını yaratabilir. Böylesi bir durum, ABD, AB, Çin, Rusya, Japonya ve Hindistan gibi küresel güç ilişkilerini belirleyen ülkeleri çok yönlü etkiler.
Üçüncüsü, Irak’ın üçe bölünme olasılığının bir kez daha gündeme gelmesi, Ortadoğu’da haritaların yeniden çizilmesi, birçok devletin sınırlarının yeniden değişeceği anlamına gelecektir. Öncelikli olarak Suriye ve Irak’da daha sonra, Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan bu sürecin bir parçası haline gelebilir. Bunu İran ve Pakistan izleyebilir. Yakın ve orta dönemde bu tür gelişmelerin yaşanma olasılığı yüksek görünüyor. Bu tür gelişmelerin küresel güçlerin belirlediği politikalar dışında oluşmaya başlaması ise çok daha derin bir politik kaosa yol açacaktır.
Dördüncüsü, Irak’ın iç politik istikrarsızlığı aynı zamanda ABD ve AB bakımından da ciddi sorunlar doğuracaktır. D��nynnın önemli petrol ve doğal gaz merkezi olan Irak’ta ortaya çıkan kaos özellikle küresel enerji şirketlerin çıkarlarını çok önemli oranda tehdit ediyor. Küresel sermayenin stratejik çıkarları için kimin haklı olduğundan çok istikrarın nasıl sağlanacağı önemlidir. Bu nedenle bölge denkleminde kimin hangi düzeyde ön plana çıkartılacağını belirleyen politika, stratejik çıkarların kiminle korunacağı ve geliştirileceğiyle ilişkilidir.
Beşincisi, küresel güçlerin daha önce belirlediği ‘Büyük Ortadoğu Stratejisi’ bugün ‘Büyük Ortadoğu Patlamasına’ dönüşmüş durumda. Böylelikle söz konusu patlamayı, küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre yönetecek bir politik gücün ön plana çıkartılması oldukça önemseniyor. Bu bakımdan Ortadoğu’nun bugünkü politik krizinde ön plana çıkartılması gereken gücün öncelikli olarak İran olduğu anlaşılıyor.
İran ve ABD İlişkilerinin Hızla Gelişmesi
Irak’ta ortaya çıkan politik kaos, ABD ve İran’ı birbirine tahmin edilenden çok daha fazla yakınlaştırdı. Irak’ın yeniden savaş merkezli politik bir krize sürüklenmesi, ABD’nin ve AB’nin bölgesel çıkarlarıyla çelişmektedir. Özellikle radikal bir İslamcı hareketin, Irak’ın küçük bir bölümünü kontrol ederek kalıcı bir güç haline gelmesi, İsrail bakımından da ciddi sorunlar doğuracaktır.
İran’ın Irak’ta ortaya çıkan askeri ve politik krizi ‘birlikte çözme’ önerisinin ABD tarafından olumlu karşılanması da, bir tesadüf olmayıp gelecekteki ilişkilerin bir ön adımı olarak önemseniyor. “IŞİD militanlarının ilerleyişini durdurma amacıyla potansiyel bir ABD-İran ortak askeri müdahalesini ihtimal dışı tutmadığını” açıklayan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Yapıcı hiçbir çözümü ihtimal dışı tutmadığını ancak İran’la irtibatın adım adım gerçekleştirileceğini” vurgulaması, ABD’nin İran ile ilişkilerin geleceğine dair bir fikir veriyor. Ayrıca Obama’nın “… sayıları 300′e kadar olmak üzere küçük bir grup ilave Amerikalı askeri danışman göndermeye hazırız” değerlendirmesiyle, olası bir kara operasyoru için Irak’a yeniden asker göndermeyeceğinin mesajını vermiş oldu. İran’ın ‘yapıcı bir rol üstlenebileceğini’ belirten Obama, doğrudan veya dolaylı bir askeri ittifaka girebilebileceğini ifade etti. ABD’nin etkili hava operasyonuna paralel olarak, Irak’ta olduğu iddia edilen İran askerlerinin de bir kara operasyonuna katılması söz konusu olabilir. Obama ayrıca, “Eğer İran sadece Şiiler adına silahlı güç olarak gelirse, eğer bu şekilde hareket ederlerse, bu muhtemelen durumu daha da kötüleştirecektir” uyarısıyla olası bir ortak operasyonun sınırlarını çizmiş oldu.
Rus doğu bilimci Viyaçeslav Matuzov olası ABD-İran görüşmelerini değerlendirirken:“Şunu belirtmek gerek ki İran ile doğrudan müzakereler, Rusya’nın son birkaç yıl boyunca ABD’yi gerçekleştirmeye çağırdığı bir şeydir. Bu durumda Irak krizi, İran ile ilişkilerde uzun süredir beklenen yumuşama için bir bahahe olabilir. İran ve Amerika’nın Irak’ta birlikte hareket etmesi Tahran’a yönelik bütün siyasi ve ekonomik yaptırımların kaldırılmasının bir sebebi daha olacak.”
Ayrıca İngiltere’nin ABD’ye paralel olarak İran politikasının çok hızla değişmeye başlaması bir tesadüf olmayıp, Irak merkezli Ortadoğu güç ilişkilerinin yeniden belirlenmesiyle ilişkilidir. “IŞİD İngiltere için, Afganistan ve Pakistan’dan İngiltere’ye dönen yabancı cihat yanlısı savaşçılardan çok daha büyük tehdit oluşturuyor” diyen İngiltere Başbakanı David Cameron, sorunun çözümünde İran faktörüne dikkat çekti. Ayrıca İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Irak’ta oluşan krizin hemen ardından ‘İngiltere’nin İran’daki büyükelçiliğini yeniden açmaya hazırlandığını’ açıklaması, sürecin çok daha hızlı ilerleyeceğini ortaya koyuyor. Böylelikle yıllardır birbirlerini ‘düşman’ kategorisinde gören ABD-İngiltere-İran üçlüsünün ilişkilerinin tahmin edilenen çok hızlı geliştirmeleri, oluşturulmaya çalışılan yeni bölgesel dengelerle dahası 2025 yılının jeo-politik güçlerini belirleme stratejisi bulunuyor.
ABD, Irak merkezli ortaya çıkan ve bütün bölgeyi kapsayacak olan politik krizin aşılmasını İran ile birlikte çözme eğiliminde olması, bunun sadece Irak için lokal bir ilişki olmayıp İran-ABD ilişkisinin, 1979 İran İslam Devrimi öncesine benzer bir sürecin ilk adımı olarak görülüyor. ABD’nin İran stratejisini değiştirmesi, Ortadoğu’da Molla rejimiyle kuracak yeni ittifak bütün dengelerin yeniden oluşturulması anlamına gelecektir.
İran’ın Ortadoğu ve Orta Asya’nın belki de en önemli jeo-stratejik ülkesi olması, ABD bakımından son derece önemlidir. İran ile yakınlaşarak Rusya ve Çin’i yeniden dengelemek istiyor. Ancak bu stratejinin ana halkası ise orta vadede İran-Mısır-S.Arabistan-İsrail dörtlüsü üzerinde bölgesel egemenliğini bütünüyle korumak ve sürdürmek istiyor.
Irak, aynı zamanda ABD ile İran arasında çok hızla başlayan politik ilişkilerin deneme alanı olaaktır. Burada ortaya çıkacak sonuç, Ortadoğu’da yeni güç ve ittifak ilişkilerini belirleyecektir. Bu bakımdan Irak, herkes için bir dene alanı olmaya devam edecektir.
Bu yazı Sendika.Org sitesinden alıntılanmıştır.